Sınıf Savaşımında Yeni Dönemin Gelişimi Ve Görevler

AKP, faşist diktatörlüğün politik İslamcı restorasyonunda bir hayli yol aldı. Sivil bürokraside tam bir hakimiyet sağladı. Silahlı bürokrasinin MİT ve polis kanadının dizginlerini ele geçirdi. Sermaye ordusu genelkurmayıyla sıkı bir ittifak geliştirdi. PKK'ye, devrimci harekete ve Fetullah Gülen teşkilatına karşı mücadele zemininde, Ergenekon ve Balyoz davaları yoluyla ordudan tasfiye edilen kesimlerle kol kola girdi. Ve nihayet, Tayyip Erdoğan, rejimin aslında fiilen değiştiğini söyleyip, kendini "milli şef" ilan etti. Halklarımızdan, 7 Haziran seçimlerinde tüm bunlara anayasal ve yasal meşruiyet kazandıracak bir destek istedi. Hayal kırıklığına uğrayınca, önceden kararlaştırılmış faşist planlarını uygulamak için Saray darbesine girişti. Saray Cuntası, DAİŞ-MİT koordineli Suruç ve Ankara katliamları, inkarcı sömürgeci savaş ve faşist devlet terörü yoluyla yeni bir dönem başlattı. Bu şartlarda düzenlenecek 1 Kasım seçimleriyle tüm bunlara meşruiyet kazandırmayı hedefledi.

1 Kasım Seçimlerinin Temel Gerçekleri

7 Haziran seçimlerinde büyük bir hayal kırıklığına uğrayan, yolsuzluk ve rüşvet çarkı için yargılanma riskiyle karşı karşıya kalan ve ciddi bir iç mücadelenin eşiğine gelen AKP, 1 Kasım seçimlerinde tek başına hükümet kuracak vekil sayısına ulaşarak krizi atlattı.

Saray cuntası, politik bilinci zayıf kitlelerin, dinsel ve şovenist etki altındaki yığınların, korkuya teslim olmaya yatkın kesimlerin ve 7 Haziran'da sandığa gitmeyen AKP seçmeninin oy desteğini almak, HDP'ye yönelen ilerici ve devrimci ilginin büyümesini, yeni kesimlere yayılmasını önlemek için, faşist devlet terörüne ve faşist psikolojik savaşa dayalı bir stratejiyle hareket etti. AKP dışındaki partilerin kendi aralarında koalisyon kuramadıkları, AKP'yle koalisyona da yanaşmadıkları, hükümetsizlik halinin ekonomik krize ve politik kargaşaya yol açacağı vb propagandaları etkili kılabildi. Kuzey Kürdistan'da Hizbulkontra'yla seçim işbirliğine gitti. MHP ve BBP seçmenine dönük özel politikalar geliştirdi. MİT-DAİŞ koordineli Pirsus ve Ankara katliamlarına yol verdi. Tüm güçleriyle inkarcı sömürgeci savaşa girişti. HDP binalarına saldırıların önünü açtı. İlerici devrimci güçlere dönük faşist devlet terörünü yoğunlaştırdı. Kuzey Kürdistan'da sıkıyönetim cenderesi oluşturdu. Bütün bu koşullara dayanarak tek başına hükümet kuracak burjuva meclis çoğunluğuna ulaştı. Buna karşın, propaganda çalışmalarında, 7 Haziran'da olduğu ölçüde öne çıkarma cesareti gösteremese de, asıl amacı olan, HDP'yi baraj altında bırakma, Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğu sağlama ve Tayyip Erdoğan'ın "milli şef"liğini yasallaştırma hedefine ulaşamadı.

7 Haziran'da kazandığı başarısıyla AKP'nin politik İslamcı faşist hesaplarını bozan ve politik bir odak olarak öne çıkan HDP, özellikle Ankara katliamının ardından seçim çalışmalarını en düşük düzeye çekmesine, parti binalarına saldırılara etkin bir kitle enerjisiyle cevap vermeyerek, başta zayıf bir güce sahip olduğu alanlar olmak üzere, endişeye, geri çekilmeye yol açmasına, saray cuntası ve medyasının kudurgan bir yalana dayalı faşist psikolojik savaşına muhatap olmasına karşın, yüzde onluk barajı aşmayı başardı.

Faşist abluka koşullarında kazanılan başarı, halklarımızın demokratik cephesinin sağlam bir temele oturduğunu, ona yönelen ilginin konjoktürel veya tesadüfi olmadığını, HDP'nin emekçilerin ve ezilenlerin temel demokratik taleplerine ve devrimci özlemlerine dayandığını ortaya koydu.

Önemi tartışmasız olan 1 milyonluk oy kaybı geçici bir gerilemeyi yansıtır. Çünkü, kitle çalışmasının zayıflığının, faşist devlet terörünün, sivil faşist saldırıların, yalana dayalı faşist psikolojik savaşın etkisini püskürtecek yöntemler geliştirmekteki yetersizliğin, asker-polis ölümleri ile özyönetim-özsavunma konusunda geri yığınları, Türk halkını ve kimi ulusal toplulukları etkilemek amacıyla yürütülen faşist propagandaya, işçi-emekçi taleplerini yükselterek cevap vermekte yeterli bir düzey tutturamamanın ürünüdür. "Çift taraflı ateşkes" şiarı ve işçi-emekçi talepleri zeminindeki güçlü, yaygın, ileri atılma duygusu yaratacak, kitle enerjisinin harekete geçirildiği bir kampanya, hem kitlelerin gündemlerini belirler, hem de toplumsal psikolojiyi değiştirerek, saray cuntasının geniş kesimleri korkuyla, kaygıyla, teslim almasını engelleyebilirdi. Kabul edilmelidir ki, HDP'nin özellikle Ankara katliamı sonrasında geliştirdiği seçim çalışmalarını asgariye indirme politikası ve sivil faşist saldırıları kitle enerjisiyle, kitlelerin partiyi sahiplenme tavrıyla cevaplayamaması, 1 milyonluk oy kaybına yol açan iki önemli politik hataydı.

1 Kasım, CHP'nin, kendisini, "solcu", "ilerici, "ezilen", "ayırımcılığa uğrayan", "yoksul" olarak tanımlayan, geleneksellik ya da şovenizmin, sosyal şovenizmin etkisi, yaşam tarzına dönük politik islamcı faşist baskılar nedeniyle "sol" bir partiyi hükümet görme isteğiyle bağlı çaresiz yönelim koşullarında bile sıçrama yapamayacağını, adeta bu yeteneğini kaybettiğini ortaya koydu. Kitlelerin, "özgürlük", "toprak", "iş", "demokratik haklar", "ezilenlerden ve yoksullardan yana bir hükümet" taleplerini bayraklaştırdığı, güçlü sendikal dayanaklara sahip olduğu 70'li yıllara dönüş, emperyalist küreselleşme koşulları ve inkarcı-tekçi devlet yapısının sürdürülemezliği koşullarında CHP için hayal konusu bile değildir. Burjuva solun dünya ölçeğindeki krizinin ağır ve özgün biçimine saplanmış bulunan CHP, etkisi altındaki kitlenin emekçi sola kayışını önlemekte giderek daha fazla zorluk çekeceği bir dönemdedir. 1 Kasım seçimleri bunu bir kez daha ortaya koymuştur.

MHP, 1 Kasım'da, umduğu ırkçı şoven dalga üstünde yükselmek bir yana ciddi bir yenilgi aldı. "PKK'yle işbirliği", "PKK'yi güçlendirmek" iddiasıyla AKP'ye yönelttiği güçten düşürme faaliyetine, Kürt ulusal mücadelesini ezmek vaadine, işçi-emekçi kitlelerin iktisadi taleplerine yönelik demagojik ilgisine rağmen, asker ve polis tabutlarının yeniden evlerin önünde görünmeye başladığı koşullarda bile, politik bilinci geri, en koyu şovenizmin ve köleleştirici dinsel politikaların etkisi altındaki yığınlardan destek alamaması, tersine 1 milyon 800 bin oy kaybetmesi, geleneksel oy depolarında AKP'ye kayış, CHP kitlesiyle şovenizm zemininde kurduğu geçişkenliğin, değişik etkenlerce durdurulması, Meral Akşener, Sinan Oğan, Tuğrul Türkeş odaklı iç krizi önleyememesi MHP'nin 1 Kasım yenilgisinin göstergeleri oldu.

1 Kasım seçimlerinin burjuva mecliste öne çıkardığı temel dinamikler AKP ve HDP'dir. AKP, faşist diktatörlüğün politik islamcı restorasyonunun, işçilere, kadınlara ve tüm ezilenlere düşmanlığın, Kürt ulusuna karşı inkarcı sömürgeci savaşın ve Saray Cuntasının temsilcidir. HDP, kitlelerin demokratik ve ekonomik hak taleplerinin, özgürlük, adalet ve demokratik barış arzusunun birleşik temsilcisidir. AKP, hükümet olanaklarına, faşist militarist güçlere, faşist yasaklara ve kontrgerilla yöntemlerine, HDP, kitlelere, onların yıkıcı ve kurucu gücüne, coşku ve cüretine, insani özlem ve hayallerine dayanacaktır.

İnkarcı Sömürgeci Faşist Diktatörlüğün Stratejik Saldırısı

Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP hükümeti, bir devlet politikası olarak, PKK'ye, adil, onurlu, demokratik barış veya aynı anlama gelen, Kürt halkının ulusal demokratik hakları talebine karşı, kudurgan bir saldırıya geçti. Süregiden bir savaşı şiddetlendirmekten, gerillayı sınırlamaktan, moral üstünlüğü ele geçirmekten öte amaçlara sahip bu yeni dönem stratejisi, Medya Savunma Alanlarını hava saldırısı ablukasında tutarak, Kuzey Kürdistan'da gerilla güçlerine ağır darbeler vurarak, sömürgeci faşist terör ve tutuklamalar yoluyla halk örgütlülüğünü dağıtarak Abdullah Öcalan'ın ve KCK yönetiminin iradesini kırmayı, köleci barışı kabul ettirmeyi hedefliyor. Gerillanın Kuzey Kürdistan'ı terketmesini, PKK'nin Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da silahlı mücadeleyi sonlandırdığını ilan etmesini ve Kürt halkına ulusal statü talebinden vazgeçmesini dayatıyor.

İnkarcı sömürgeci faşizm bu doğrultuda, tüm militarist güçlerini, askeri teknolojisini, faşist psikolojik savaş makinasını ve diplomatik imkanlarını harekete geçirdi. Belirli ödünler temelinde ABD emperyalizminin desteğini sağladı. Göçmen kitlesini şantaj aracına dönüştürerek Almanya'yı, Fransa'yı destek sunmaya zorladı.

Faşist diktatörlük, yeni dönem stratejisiyle, salt PKK'nin değil, devrimci hareketin de iradesini kırmayı, onu silahlı savaşım biçimlerinden vazgeçirmeyi, toplumsal muhalefet çizgisine çekmeyi, emekçi solda geliştirilmekte olan fiili meşru mücadele tarzını baltalamayı amaçlıyor.

PKK'nin olduğu gibi, MLKP'nin, DHKP-C'nin, TKP/ML'nin ve MKP'nin öncü kadrolarının katledilmesi veya tutsak alınması, bu partilerin örgütsel omurgalarının tahrip edilmesi, siyasi iddia ve atılım ruhundan yoksun bırakılması, demoralizasyona uğratılması, içe döndürülmesi, inkarcı sömürgeci faşizmin yeni dönem stratejisi kapsamındadır.

Öncü kesimlerinden başlayarak kitlelerde korku örgütlemek, zorlu mücadelelerle kazanılmış demokratik hak ve özgürlükleri bile kullanamaz hale getirmek, sokak mücadelesini faşist yasa ve yasaklara hapsetmek, işçi, öğrenci ve köylü gençliğin özgürlük mücadelesine yöneliminin önünü kesmek de, diktatörlüğün yeni dönem stratejisinin temel hedeflerinden biridir.

Saray cuntası şefinin liderlik ettiği bu stratejinin Rojava devrimini hedefleyen boyutu da gözden kaçırılmamalıdır. İnkarcı sömürgecilik, bugün bütün gücüyle, kantonların aşılmasını, özerk Rojava'yı coğrafya bütününde ete kemiğe büründürecek gelişmeleri baltalamaya çalışıyor. Bu nedenle de, DAİŞ'in elinde kalmasını memnuniyetle karşıladığı Cerablus'un özgürleştirilmesi ihtimaline karşılık, ABD (ve NATO) himayesinde "güvenli bölge" adı altında, özerk Rojava'yı engelleyen bir Çin seddi gibi tutulmasını hedefliyor. Gönlünde yatan ise, PKK'ye köleci barışı kabul ettirip Rojava kantonları kazanımını "Suriye'nin toprak bütünlüğü"ne ayarlı bir anlam kaybına uğratmak ya da KDP'ye teslim etmektir. Bu rüya uğruna, İncirlik'i, Amed havaalanını, Akdeniz ve Ege kıyılarını, özcesi, ABD nereyi isterse orayı, ABD'nin savaş uçak ve gemilerine açmak, Çin'den füze alma projesini iptal ettiğini ilan etmek dahil, çeşitli rüşvetler veriyor, boyunduruğunun biraz daha sıkılmasına rıza gösteriyor.

Halklarımızın Cevabı

Pirsus katliamı ve Medya Savunma Alanlarına sistematik hava saldırıları sonrası, Kuzey Kürdistan'da gerillanın, sömürgeciliğin polis ve ordu güçlerine karşı yükselttiği etkili savaşım, verdirdiği sarsıcı kayıplar, karşıdevrim üzerinde belirgin bir basınç oluşturdu. Gerillanın hazırlık düzeyi, nitelik gücü ve cüreti, sömürgeciliği bunalttı, saflarında demoralizasyona yol açtı. Sermaye oligarşisi ve kimi emperyalist devletlerin sözcüleri AKP hükümetine savaşı tırmandırmama tavsiyesinde bulunma zorunluluğu hissettiler. Ölen asker ve polis ailelerinin tepkileri yaygınlaştı. Durumun nereye gideceği konusunda ciddi kaygılara sürüklenen Türk halkı içinde çift taraflı ateşkes ve müzakere seçeneğine eğilim güçlendi.

Kuzey Kürdistan halkının cevabı ise özyönetim, özsavunma hamlesi oldu. Geliştirilen irade, devrimci bir kopuşun, emekçi çözümün özgün gelişim yolunu ortaya koydu. Bu niteliksel adım, inkarcı sömürgeciliğin "terörle mücadele" demagojisini boşa çıkaracak, onun, Kürt halkı ve ulusal demokratik taleplerine karşı savaştığını, Türk halkının ve dünya halklarının yeni bölüklerinin kavrayacağı bir yaygınlığa ve kendini sürdürme gücüne ulaştı. Sömürgeciliğin çıplak zorla egemen olma dışındaki hakimiyet araçlarını etkisizleştirdi. İnkarcı sömürgeciliği, faşist, kan dökücü, kelle ve kulak avcısı yüzünü gizleyemez hale getirdi.

Türkiye cephesinde politik İslamcı faşist saray cuntası elebaşılığında yürütülen "ez ve çöz" stratejisiyle bağlı Suruç katliamına, ölümsüzleşenlerin kitlesel ve militan uğurlamalarıyla cevap verilmesi, mücadeleci ruh halinin korunması, bu zeminde, inkarcı sömürgeci savaşa karşı Ankara'da demokratik barış mitingi kararlılığının geliştirilmesi ve orada maruz kalınan kitle katliamının göğüslenmesi, halklarımızın diktatörlüğe verdiği cevabın iki güçlü örneği oldu. Bunlar politik olduğu kadar, moral değerleri bakımından da çok önemli reflekslerdi.

Ne var ki, saray cuntasının politikayı askeri araçlarla sürdürdüğü, bunun için tüm imkanlarını seferber ettiği koşullarda, sertleşen, keskinleşen sınıf mücadelesinin gidişatına, "çıplak yumruklarla", barışçıl veya belirli bir çerçevedeki fiili meşru mücadele yöntemleriyle anlamlı bir etkide bulunmanın koşulları asgari seviyeye inmiş bulunuyordu. Siyasi mücadelenin daha yüksek biçimlerine ihtiyaç vardı.

PKK'nin bir aşamada durdurduğu kent gerillası eylemleri dışında, 20 Temmuz'da başlayan yeni döneme cevap olunamadı. Mücadelenin askeri biçimlerini kullanma, devrimci kitle şiddetini harekete geçirme, fiili meşru mücadelenin kitlesel biçimlerini geliştirmede etkili adımlar atılamadı. MLKP ve DHKP-C'nin kimi eylemleri sürece yanıt olabilecek düzeyin çok gerisinde kaldı. HDP, halklarımızın en ileri bölüklerinin birleşik gücünü fiili meşru mücadeleye seferber etmede öncülük kararlılığı sergileyemedi.

İstanbul Gazi'de ve Ankara Tuzluçayır'da girişilen özsavunma örneklerine karşın, Türkiye cephesinde faşist diktatörlüğe halk iradesini dayatacak, özsavunma yoluyla bunu koruyacak bir siyasi inisiyatif geliştirilemedi. İnkarcı sömürgeci faşizmin Kuzey Kürdistan'da özyönetim-özsavunma iradesini kırmak için giriştiği katliamcı saldırılara, sıkıyönetim uygulamalarına karşı kitleler harekete geçirilemedi.

Döneme Cevap Olunmalı

Komünistlerin, devrimcilerin ve tutarlı antifaşistlerin döneme cevap olmak dışında bir seçenekleri yok.

Bu eksende, akıldan çıkarılmaması gereken temel gerçek, yalnızca Kürdistan'da değil, Türkiye'de de devrimci durumun sürdüğü, karşıdevrimin bu nesnelliğe devrimci öncülüğün veya iradenin yön ve şekil vermesini engellemeye odaklandığı, çılgınca pervasızlığının bu zeminde oluştuğudur. Faşist psikolojik savaşla ve askeri yöntemlerle Türkiye cephesinde toplumsal psikolojiyi etkilemiş, devrimci demokratik kitle dinamizmini kabuklarına çekilme ruh haline geriletmiş olmaları kimseyi yanıltmamalıdır. Sınıfsal, toplumsal, ulusal çelişkilerin, "ezeni de ezileni de etkileyen genel bir kriz, yığınların eskisi gibi yaşamak istememesi ve eskisi gibi yaşamak istemeyen kitlelerin bunu eylemleriyle ortaya koyması" düzeyine vardığı veya bu düzeyde keskinleştiği gerçeği aşılmış değildir. Buradan devrime yürünebileceği gibi, yıllarca sürecek bir toplumsal çürüme ve siyasi gericilik dönemine de girilebilir. İşçi sınıfı ve ezilenler cephesinden bakarsak, Kürdistan'da özyönetim-özsavunma hamlesiyle devrimci durumun derinleştiğini görürüz. Türkiye cephesinde ise, "fişek yatağında susan bir mermi" gibi yeni bir politik rejim, yeni bir yaşam isteyen kitle dinamikleri şu ya da bu vesileyle ayağa kalkacak gerilim ve canlılıklarını sürdürmektedirler. Önemli veya önemsiz görünen tek tek tüm politik, iktisadi, toplumsal sorunlar ve gelişmeler bu temelde ele alınmalıdır. Devrimci özneler, "bir kıvılcım bir bozkırı tutuşturabilir" sözünün karşılık bulacağı koşullar içinde hareket ediyor. Bu zeminde inşa edilmiş görüş açısına dayanmayan her yaklaşım, her politika "gerçekçilik" adına gerçeklerden kopmuşluğa, siyasi iddiasızlığa ve kaçırılan büyük fırsatlara yol açacaktır. Unutulmamalı ki, "Gezi parkı ağaçları" meselesi de "kimseye" önemli görünmemişti, çelişkilerin milyonların ayağa kalkmasına varan keskinliğe ulaştığı da hiç bir devrimci özne tarafından "haber verilmemişti!"

Bu görüş açısıyla, politik İslamcı faşist saray cuntasının yeni dönem stratejisini yenilgiye uğratmak, devrimi örgütleyip zafere yürümek için, komünist öncünün değişik cephelerinin özgün görevlerini en ileri militanlıkla, birbirini tamamlama perspektifi ve ruhuyla yerine getirmeleri gerekiyor.

Kuzey Kürdistan'da özyönetim ve özsavunma pratiklerinin içinde olmak, gelişmesi, güçlenmesi ve yeni alanlara yayılması için çalışmak,

Türkiye'de, büyük kentlerin işçi-emekçi mahallerinde HDK meclislerini canlandırmak, onların her birinin "Çift Taraflı Ateşkes-Kürt Ulusuna Statü" şiarıyla harekete geçmesini sağlamak, sivil faşistlerin, polis ve kontgerilla destekli toplumsal çürütme çetelerinin, muhbirlerin ve polisin mahallerdeki etkisini kırmak, onları söküp atmak, mahallede kadın ve erkek işçilerin, emekçilerin, gençlerin devrimci otoritesini kurmak için özsavunma örgütlemek,

Faşist devlet terörüne, katliamlara, sivil faşist saldırılara, inkarcı sömürgeci savaşa devrimci şiddetle cevap vermek, halklarımızın faşist düşmanlarının şiddet tekelini elde tutmaya dayanarak toplumsal psikolojiyi yönlendirme, kitlelerin mücadele cesaretini kırma, uyanmakta olan güçleri sindirme, yılgınlık ve boyun eğişi geliştirme, işçilerin ve ezilenlerin örgütlülüklerini zayıflatma ve dağıtma planlarını boşa çıkarmak,

Faşist yasa ve yasaklarla, gözaltı ve tutuklamalarla, devrimci ajitasyonu, propagandayı, devrimci eylemi ve örgütlemeyi engelleme, bastırma, dağıtma plan ve saldırılarını, yeraltı çalışmalarıyla sonuçsuz bırakmak,

AKP hükümeti ve inkarcı sömürgecilik başta olmak üzere, bölgesel ve bölge dışı tüm düşmanlarına karşı Rojava devrimini savunmak, politik islamcı faşist DAİŞ'le savaşımı büyütmek, Suriye halklarının ve Şengal halkının özgürlüğü için mücadeleyi geliştirmek sorumlulukları komünistlerin güncel politik görevidir.

Komünist öncünün tüm cepheleri bu görevlere kendi konumlarından, kendi özgün araçlarıyla cevap vermekle, faaliyet ve mücadelelerini yeni dönemin ihtiyaçları düzeyine yükseltmekle yükümlüdürler. Siyasi iddia, siyasi cüret, yaratıcılık ve atılım ruhu tüm cephelerde ayağa kalkmalıdır. Durumu idare etme, işleyişi ve sorumlulukları amacından kopartma ve bürokratik bir çarkta içini boşaltma, hazırcılık, hayal gücünden yoksunluk, kendiliğindencilik, başarı ve atılımların öznesi olmak yerine, bunları dışındaki cephe, örgüt ve bireylere havale etme zihniyet ve pratikleri dönemin görevlerine cevap olmanın temel engelleridir. Doğaldır ki, başta profesyonel devrimciler olmak üzere, tek tek tüm komünistler, kendilerini ortaya koyuş biçimlerini ve çalışma tarzlarını bu düzeyi cevaplayacak yeterliliğe ulaştırma eylemini geliştirme sorumluluğuyla karşı karşıyadırlar.

Emekçi solun devrimci ve tutarlı antifaşist kesimleri, saray cuntasına, Kürdistan'da yürütülen inkarcı sömürgeci savaşa, Türkiye'deki faşist devlet terörüne ve görünümü ne olursa olsun kontrgerilla saldırılarına karşı birleşik mücadeleyi yükseltmek, faşizmi yenilgiye uğratmak için politik varoluşlarının gerektirdiği görevlerin sorumluluğunu almak zorundadırlar. HDK-HDP hazır birleşik mücadele araçlarıdır. Onlar aracılığıyla tüm politik, iktisadi ve toplumsal sorunlara, gelişmelere işçi sınıfı ve ezilenler cephesinden cevap olma olanakları çok güçlüdür. HDK-HDP'nin (daha geniş bir ittifak olarak Barış Bloku'nun veya başkaca bileşimlerin) mücadele biçimlerini yeterli bulmayan, örneğin devrimci şiddet gibi daha başka biçimler kullanmak isteyen parti ve grupların önünde bir engel yoktur, tersine böyle bir zenginlik savaşımı güçlendirir. Yine, şu ya da bu konuda birleşik talepleri yeterli bulmayanlar, daha ileri gördükleri taleplerin ajitasyon ve propagandasını yapma olanaklarına sahiptir. Örneğin Komünist öncü, Kürt ulusal varlığının tanınması ve özerklik talebinin kabulü çerçevesinde, HDP-HDK veya Barış Bloku'yla birlikte, "Çift Taraflı Ateşkes-Kürt Ulusuna Statü" talepli birleşik mücadeleyi yükseltirken, Halk Cumhuriyetleri Birliği çözümünün propagandasını da sürdürecektir.

Politik İslamcı faşist saray cuntasının ve inkarcı sömürgeci faşist diktatörlüğün yeni dönem stratejisi karşısında, birlikte ele alınabilecek ve belirli biçimlerle mücadelesi birlikte yürütülebilecek tüm sorunları, tüm talepleri birleşik güçlere dayalı olarak gündemleştirmek, bu temelde gerçekleştirilemeyecek savaşım biçimlerini, sorunları ve ortak anlayıştan taşan programatik perspektiflerin propagandasını, eylemini özgüce dayalı olarak pratikleştirmek, bunların uyumlu birliğini başarmak görevi görmezden gelinemeyecek kadar nettir. Dönemin zorlu sorumluluklarının gereklerini yerine getirmeyen parti ve örgütlerin politik varlık haklarını korumakta iyice zorlanacakları bir dönemden geçtiğimize kuşku yoktur.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi