“Demokratik Özerklik” Üzerine Ön Düşünceler, Tartışma Notları

Somut siyasal bir talep olarak “demokratik özerklik”, birkaç yıllık bir tarihe sahip. Ama 2010 yılı içerisinde çok daha fazla belirginleşti ve öne çıktı. Ulusal demokratik hareket “demokratik özerkliği” kendini yönetme hakkının bir biçimi olarak ele alıyor ve kendini yönetme hakkını bu biçim altında kullanmak istiyor. Ama aynı zamanda devletin merkeziyetçi yapısı korunurken yönetsel yapısının bütününde bölgelere ayrılarak; her bir alanda öngörülen illerin birleşmesiyle oluşacak bölgelerin (20-25 bölge civarında öngörülüyor) kendi bölge meclisine sahip “demokratik özerklik”e sahip yapılar olarak şekillendirilmesi talep ediliyor, savunuluyor.

Yani, “demokratik özerklik” aynı zamanda mevcut burjuva devlet yapılanmasının “demokratik dönüşümünün” gereği olarak da savunuluyor, öneriliyor.

Ayrıca ek olarak şunlar da kaydedilmeli:

Devletin merkezi yapılarında haddinden fazla güç ve yetki yığılması/yoğunlaşması aşırı merkeziyetçi yapısal gerçekliği, yaygın biçimde ve hatta genel olarak eleştiri ve yakınma konusu oluyor.

Keza, merkezin kimi yetkilerinin yerel yönetimlere aktarılması, yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması ve “özerklik”lerinin güçlendirilmesi de genel kabul gören bir yaklaşım.

Bu tablo karşısında (hatta içinde de denilebilir) sosyalistlerin-devrimcilerin yeri/durumu aşağı yukarı şöyledir:

Ulusal demokratik hareketin, Kürt halkının kendini yönetim hakkı bakımından ileri sürdüğü, uygulanmasını talep ettiği “demokratik özerklik”in demokratik bir talep olduğu kaydediliyor, destekleniyor. O arada mesafeli duranlar, açık veya örtük eleştirel yaklaşanlar da var.

Diğer yandan ulusal demokratik hareketin burjuva devletin yönetsel yapısının reforme edilmesi bağlam ve kapsamıyla “demokratik özerklik” talep ve önerisi tartışma konusu olmuyor ve hatta üzerinde durulmuyor bile.

Ulusal demokratik hareketin gündeme getirdiği hemen her öneri ve yaklaşımda emekçi sol harekette benzer bir durumla karşılaşılıyor. Bu durumun bir yandan emekçi sol hareketin siyasal bakımdan geride kalmışlığını, geriye düşmüşlüğünü, diğer yandan da sosyal şovenizmin etkisini yansıttığı kaydedilmeli.

Teorik açıklık, siyasal özgüven ve inisiyatif yoksunluğu, tipik bir kaydedicilik ve seyircilik durumu söz konusu.

Peki devrimciler, sosyalistler (emekçi sol hareket) devletin yönetsel yapısının reformasyonu bağlamında “demokratik özerklik” talep ve önerisi üzerine düşünmüyorlar mı? Bu kadar güncel siyasal bir sorunu düşünmedikleri varsayılamaz. Fakat en azından sesli düşünmedikleri, duyulur biçimde tartışmadıkları da kesin. Yani teorik açıklık, siyasal özgüven ve inisiyatif zaafının yanı sıra siyasal ciddiyet ve sorumluluktaki arıza da kendini açığa vuruyor. Kabul etmek gerekir ki, emekçi sol hareket, “demokratik özerklik” talebine teorik bakımdan hazırlıksız yakalanmıştır. Bugünkü durum, belirsizlik, kararsızlık ve bocalama hali olarak tanımlanabilir...

Devrimci sosyalistlerin zaman kaybetmeksizin bu tablonun dışına çıkmalarının ne denli elzem olduğu izah gerektirmez.

“Demokratik özerklik” sorunu öncelikle teorik ve ilkesel bakımdan ele alınabilir. Ki bu konuda Marks, Engels ve Lenin’in yaklaşımlarının oldukça net ve aydınlatıcı olduğu da hemen kaydedilebilir.

Lenin, sosyalist (Ekim) devrimin öngününde marksizm kurucuları Marks ve Engels’in devlet konusuna dair öğrettiklerinin çok duyarlı-dakik bir genel toparlamasını yaptı. Marksizmin kurucularının devlet öğretisini, gerçek bir kazı çalışmasıyla bütünsel bir yapı olarak ortaya çıkarttı; kapsamlı bir özetlemesini yaptı, mükemmel bir biçimde güncelledi.

O arada, “demokratik özerklik” ya da kendi kavramıyla “yerel özyönetim” Lenin’in üzerinde özel olarak durduğu konulardan birisidir. Engels’in Erfurt program taslağı eleştirisine gönderme yapan Lenin, Engels’in burada devlet sorunuyla ilgili verdiği “önemli üç ipucunu” şöyle özetler:

“Birincisi Cumhuriyet sorununa ilişkin; ikincisi mülkiyet sorunuyla devlet düzeni arasındaki bağıntı üzerine; üçüncüsü yerel özyönetim üzerine.” (S.E. C.7, s. 76)

Burada esasen “yerel özyönetim” konusuyla ilgiliyiz, ancak yeri gelmişken federasyon konusuna değinmekte de yarar var. Lenin, aynı yerde Marks ve Engels’in yaklaşımını, şöyle özetliyor: “Engels, aynı Marx gibi, proletaryanın ve proleter devrimin bakış açısından hareketle demokratik merkeziyetçiliği, bir ve bölünmez cumhuriyeti savunur. Federatif cumhuriyeti ya istisna ve gelişmenin engeli olarak ya da ama monarşiden merkeziyetçi cumhuriyete geçiş olarak, belirli koşullar altında bir “ilerleme” olarak görür. Ve bu özel koşullar altında milliyetler sorunu ön plana çıkar.” (age, s. 79-80) Lenin de marksizmin kurucuları gibi düşünür. Devrimci sosyalizmin programı, federal cumhuriyet değil, merkezi bir ve bölünmez demokratik cumhuriyeti öngörür. Marks, Engels ve Lenin “gerici küçük devletler ayrılıkçılığına” (s. 80) karşıdır.

Fakat tarihin ironisi olsa gerek, devrimin öngününde bunları yazan, açıkça federalizme karşı olan Lenin, devrimci gelişmenin ortaya çıkarttığı federasyon ihtiyacını yanıtlamakta tereddüt etmez. Devrimci pratik, devrimci teoriyi aşmıştır. Federasyon ve federalizm, “ulusların, halkların özgür, gönüllü birliğinin, bizzat ‘gerici küçük devletler ayrılıkçılığının devrimci ve demokratik alternatif olarak belirmiştir. Ulusal sorunlar üzerine ile devlet düzeni arasındaki bağa özsel bakımdan doğru yaklaşım, federalizme ilkesel karşı çıkışın prangaya dönüşmesini önleyen temel bir etken olmuştur. Ekim devriminin zaferinden hemen sonra Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuş, kısa süre sonra da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği inşa edilmiştir. Bilindiği gibi, coğrafyamızda devrimci sosyalizmin ulusal soruna emekçi çözüm program ve stratejisi de eşit, özgür ve gönüllü birliğin federasyon biçiminde gerçekleşeceği öngörüsü üzerine kuruludur. Kaldı ki, devrimci sosyalizm dünya devrimi program ve stratejisinin gereği, keza bölgesel devrim olanağının devrimci yanıtı olarak, bölgesel demokratik ve sosyalist federasyonları programına almıştır.

Asıl konuya dönelim. Lenin, üçüncü “ipucu”nu da özenle takip ediyor. Engels’in demokratik merkeziyetçiliği asla, anarşistler de dâhil olmak üzere, burjuva ve küçük burjuva ideologların kullandıkları o bürokratik anlamda kavramadığını vurguladıktan sonra Lenin, şöyle devam eder: “Engels için merkeziyetçilik, ‘komünler ’ ve bölgeler tarafından devletin birliğinin gönüllü olarak savunulduğu, her türlü bürokratizmin ve her türlü yukarıdan ‘buyurma’nın kesinlikle ortadan kaldırıldığı geniş kapsamlı yerel özyönetimi asla dışlamaz.” (s. 80)

Lenin burada ilkin, demokratik merkeziyetçi devlet yapılanmasının “geniş kapsamlı yerel özyönetimi asla dışlamadığını”; ikinci olarak “her türlü bürokratizmin ve her türlü yukarıda buyurmanın kesinlikle ortadan kaldırılması” gerektiğini vurguluyor. Bu iki vurgu da “yerel özyönetim”in önem ve gerekliliğine çıkıyor.

Üçüncü olarak, Engels’e gönderme yaparak Lenin, esasen “geniş kapsamlı yerel özyönetimi” her türlü bürokratizmin ve her türlü yukarıdan “buyurma”nın kesinlikle ortadan kaldırılmasının yolu veya yöntemi ya da panzehri olarak ortaya koyuyor.

Devamla Lenin, Engels’in Erfurt program taslağı eleştirisinden şu pasajı aktarıyor: “...Yani merkeziyetçi cumhuriyet -diye yazıyor Engels, marksizmin devlet üzerine programatik görüşlerini geliştirerek- ama 1798’de kurulmuş olan imparatorsuz imparatorluktan başka bir şey olmayan bugünkü Fransız Cumhuriyeti anlamında değil. 1792’den 1798’e dek her Fransız ili, her komün (Gemeinde) Amerikan örneği üzere tam özyönetimime sahip ve bizim de buna sahip olmamız gerekir. Özyönetimin nasıl kurulması gerektiğini ve bürokrasi olmadan nasıl yapılabileceğini bize Amerika ve ilk Fransız devrimi ve bugün hala Avusturalya ve diğer İngiliz sömürgeleri kanıtladılar. Ve böyle bir bölgesel ve komünal özyönetim, kantonun gerçi birlik (Bund), (yani federatif devletlerin tümü) “karşısında, ama bölge ve komün karşısında da çok bağımsız olduğu, örneğin İsviçre Federalizminden, çok daha özgürdür. Konfederal hükümetler, bölge valileri (...) ve valiler artar, İngilizce konuşulan ülkelerde bunların hiç biri bilinmez ve biz de gelecekte, Prusyalı Landrate ve Regierıngsrate” (komiserler, kaza polis şefleri, valiler, genel olarak yukarıdan atanmış tüm memurlar gibi bunları da kararlılıkla men etmeliyiz.” (s. 91)

Lenin, Amerikan ve ilk Fransız devrimi ile İsviçre Federalizmi kıyaslamalı analizinden hareketle şu sonuca ulaşır:

“Gerçekte demokratik merkeziyetçi cumhuriyet, federalist cumhuriyetten daha çok özgürlük sunuyor. Ya da bir başka deyişle; tarihin tanıdığı en büyük yerel, bölgesel vs. özgürlüğü federatif değil, merkeziyetçi cumhuriyet sundu...”(Age, s. 81-82)

Evet, tarihsel-somut örneklerin kıyaslamalı analizinden ulaşılan sonuç doğru. Fakat tarihsel örneklerden ayrı olarak, federatif devletin, en tam “yerel özerkliği” neden veremeyeceği yani en tam “yerel özerkliğin” neden federal devlet yapılanmasıyla bağdaşmaz olduğu açıklanmıyor, açıklanmadan kalıyor! Eğer federal devlet yapılanmasında, en tam yerel özerkliği devrimci proletaryanın güçlerini parçalayacağı varsayımı nedeniyle böyle kabul ediliyor ise o durumda neden en tam yerel özerklik merkezi demokratik cumhuriyetle aynı rolü oynamıyor?

Bu soruyu kaydettikten sonra, Engels ve Lenin’in temel sonuç olarak, marksizmin merkeziyetçi demokratik cumhuriyet yapısı içinde “en büyük”, en tam, kendi sınırlarına kadar giden “yerel özyönetimden yana olduğunun altını çizelim.

Burada özellikle şunun apaçık kavranması gerekir ki; “demokratik merkeziyetçi” devlet yapılanmasının gerçekten demokratik olabilmesinin olmazsa olmaz temel bir koşulu en tam “yerel özyönetim”dir. Bu temel koşulun olmaması en iyi halükarda merkeziyetçi devletin bürokratik merkeziyetçilik sapmasından mustarip olduğu, demokrasinin arızalı olduğu anlamına gelir.

Lenin devamla, “özyönetim üzerine” programa Engels’in önerdiği formülü aktarır: “İllerde (eyalet ya da bölge), kazalarda ve komünlerde, genel oy hakkıyla seçilmiş memurlar aracılığıyla tam özyönetim, devlet tarafından atanmış yerel ve taşra makamlarının ortadan kaldırılması.” (s. 81)

Engels ve Lenin, bizdeki vali, kaymakam, yargıçlar, emniyet müdürleri ve hatta sağlık ve ‘milli eğitim’ müdürlükleri gibi devlet tarafından atanmış yerel ve taşra makamlarının ortadan kaldırılmasını, bütün bu görevlilerin seçimle göreve getirilmelerini öneriyor. Ve tabii, seçenler tarafından geri çağırılabilmelerini de savunduğunu biliyoruz. Esasen devrimci sosyalizmin programı bunları zaten öngörüyor.

“Yerel özyönetim” kavramı, bizde var olan devlet yapısı ve egemen siyasal kültürün sonucu olarak, belediyelerin özerkliğini çağrıştırmaktadır. Fakat ne kadar “komün” kavramı da geçiyor olmasına karşın söz konusu olanın devletin yerel yönetim anlayışının özyönetimi olduğu da açıktır. “Belediye” yönetimi ile il ve kaza yönetimi bir ve aynı şey olmadığı için, bizdeki bürokratik despotik yapılanmada bunlar aynıdır. Böyle bir ayrım, bürokrasiyi güçlendirmekte, halkı zayıf bırakıp güçsüz düşürmektedir.

Engels’in programa önerdiği formülasyonda “illerde” denildikten hemen sonra Lenin’in parantez açıp, “eyalet ya da bölge” açıklaması yapması bizdeki “demokratik özerklik” tartışmaları bakımından uyarıcı ve hatta aydınlatıcıdır. “İller”in sayısı durmaksızın artarken, burjuvazinin ve egemenlik aygıtının tahakkümünü derinleştiren bu sürecin tersine döndürülmesi -örneğin birkaç ilin tek bir il veya bölge biçiminde birleştirilmesi gibi- tamamen olanaklıdır.

Büyük Fransız Devrimi model teşkil ettiği içindir ki, onun “yerel özyönetimi” bakımından yaptıklarını age’nin ekler bölümündeki bilgilere dayalı olarak özetlemek, konunun daha iyi anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

Büyük Fransız Devrimi bakımından yapılan 1791 anayasası eski, bürokratik merkeziyetçi bürokrasi cihazının yerine geniş bir yerel özyönetim koymuş, yerel devlet mekânlarının seçimle göreve gelmeleri uygulamasını başlatmıştır.

Ne var ki, mülksüzler için seçim hakkına değişik sınırlamalar getirilmiştir.

Ülke vilayetlere, bölgelere, kent ve köy komünlerine ayrılmıştır.

Her köy ve kentte seçilmiş bir iktidar organı, belediye meclisi oluşturulmuştur. Daha büyük idari birimler de halk tarafından seçiliyordu.

Yerel özyönetimin tüm organları geniş haklara sahipti. Örneğin özellikle polis onların alanına giriyordu, ayrıca gerektiğinde düzenli askeri birimleri harekete geçirebiliyordu.

Yerel makamların bu altyapısıyla yasama erkinin bir halk temsilcileri meclisinin elinde toplanması birbiriyle bağıntılıydı. Belediye meclislerinde merkezi makamların atadığı temsilciler yoktu.

Devrim döneminde yerel özyönetim hakları için sayısız mücadeleler yapılıyor. Ne var ki, devrimin getirdiği âdemi merkeziyetçi sistem yerine daha sonra Napolyon Bonaparte tarafından bütün yönetim cihazının sıkı bürokratik merkezileştirilmesi geçiriliyor. Devlet cihazının bürokratik merkezileştirilmesi aşağı halk kesimleri arasında devrimin yeni bir yükselişinden korkan ve kurulan burjuva düzenin sürekliliğini sağlayacak bir “güçlü iktidar” düşleyen burjuvazinin çıkarlarına uyuyordu.

Kuşkusuz Büyük Fransız Devrimi bir burjuva demokratik devrimdi, kurulan devlet de “demokratik cumhuriyet”ti. Yukarıda çerçevesi az çok belirginleştirilen tam yerel özyönetim burjuva cumhuriyetinin demokratik olmasının olmazsa olmaz temel bir koşuluydu. Marks, Engels ve 1917 Şubat devrimine kadar Lenin’de devrimci proletaryanın da demokratik cumhuriyet biçimi altında iktidara geleceğini düşünüyorlardı. Komün deneyimi vardı; ancak onun Lenin tarafından güncellenmesi için 1917 Şubat devriminin sovyetik örgütlenme deneyimi gerekiyordu. Rusya’da proletaryanın iktidarı alması demokratik cumhuriyet biçiminde olmadı. Sosyalist Büyük Ekim Devrimi komünün yarattığı ve keşfettiği devlet tipini güncelledi, ihya etti. Tam yerel özyönetim sovyetik (komünal) devlet biçimi için de geçerliydi.

Sovyetik (veya komünal) devlet tipi, en geniş, en tam yerel özerkliği (özyönetimi) zaten baştan itibaren daha doğrusu yapısal olarak içerir. Zira kentlerde, bölgelerde doğan yerel Sovyetlerin yerel iktidar organlarının ulusal düzeyde gönüllü olarak birleşmesiyle şekillenmiş bir demokratik merkeziyetçi devlet yapılanmasıdır. Sovyet tipi örgütlenme, devletin yerel yönetsel yapılanmasıyla belediye yönetimi ayrımına son vermiştir. Sovyetik devlet tipinde yerel özyönetim, halkın memurlar üzerindeki denetim ve hâkimiyetinin memurların halka bağlı ve tabi olmasının temel koşuludur. Halk memurları seçer ve keza geri çağırabilir, görevinden alabilir.

Yerel özyönetim konusu ve sorunu 20. yüzyıl sosyalizm deneyimleri bakımından da ele alınabilir.

Sovyetik devlet tipinin devrimin alevleri arasında kuruluş aşamasında yerel özyönetimin en güçlü olduğu, işçi sınıfı ve emekçilerin, bütün ezilenlerin yerel sovyetler aracılığıyla politikaya ve devlet yönetimine etkin biçimde katılıyorlardı. Daha sonra, yerel sovyetler ve yerel özyönetim bakımından, yetkilerin dağılımı ve devletin şematik yapılanışında temel önem de değişiklikler olmasa bile daha baştan bazı unsurları doğan ve giderek gelişip kurumlaşan parti-devlet özdeşleşmesi durumu, gerçekliği, yalnızca yerel özyönetimin gitgide biçimselleşmesini -içeriğinin boşalarak demokratik karakterini kaybetmesini- yani bürokratik dejenerasyonunu getirmekle de kalmamış, bizzat sovyetik sistemi kendini yenileyebilme imkânlarından yoksun hale getirerek yapısal dönüşüme uğratmıştır. Sovyet deneyiminde çürüme ve çöküşün nedenleri arasında yer alan bürokratik merkeziyetçilik aynı zamanda en tam yerel özyönetimin tasfiyeci bir dönüşüme uğramasının da bir sonucudur. Diğer bir anlatımla 21. yüzyıl sosyalizmi, sosyalist demokrasinin olmazsa olmaz temel bir gereği ve keza bürokratik yozlaşma tehlikesine karşı temel bir önlem-panzehir olarak da en tam yerel özyönetimi kurmak sorumluluğuyla yüklenmiştir. Özcesi, 20. yüzyılın yenilgiyle noktalanan sosyalizm ve sovyet tipi devlet deneyimleri de en tam yerel özyönetim talep eden marksist devlet teorisini teyit etmektedir.

Sonuç olarak ‘illerde’ (eyalet ya da bölge), ‘kazalarda ve komünlerde’, genel oy hakkıyla seçilmiş memurlar aracılığıyla tam özyönetim, devlet tarafından atanmış yerel ve taşra makamlarının ortadan kaldırılması “marksist” teorinin gereği ve sosyalistlerin ilkesel demokratik tavrıdır.

Coğrafyamızda halen devletin yönetsel yapısı bütünüyle bürokratik merkeziyetçidir, despotik karakterdedir. En geniş “yerel özyönetim” talebi, bu merkeziyetçi despotik yapıya karşı mücadelenin temel gerekleri arasındadır.

Valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri vb. hepsi yukarıdan-merkezden atamayla görevlendirilen memurlardır. Onlar üzerinde halkın en küçük denetimi söz konusu bile değildir. Hepsinin halka karşı dokunulmazlıkları vardır. Halk milletvekillerine biraz olsun dokunabilir de onların yanına bile yaklaşamaz. Onlar halkın vekilleri karşısında küstahlaşabilirler ve hatta halkın vekillerine polisin, jandarmanın saldırması direktifini verebilirler.

İl idare meclisleri, belediye meclisleri genel oyla oluşurlar; hatta bazı yetkileri, “biraz” özerklikleri de vardır. Ama il idare meclisleri tamamen valilerin inisiyatif ve iradesine tabidir. Kaymakamlar, valiler, içişleri bakanı, başbakan seçilmiş belediye başkanlarına müdahale edebilir ve hatta görevinden alabilirler. Ya da valiler, belediye meclislerinin aldığı kararları durdurabilir vb. Gerek yetkilerinin sınırlılığı ve gerekse devlet kurumlarının müdahale, denetim ve baskısı nedeniyle belediyelerin sınırlı da olsa “yerel özyönetim”inden söz etmek hemen hemen olanaksızdır.

Kuşkusuz somut olarak ilgili yasaların incelenmesi ve uygulama deneyimlerine dayalı olarak tartışılması, somut taleplerin, en tam yerel özyönetim ve keza devletin atanmış yerel ve taşra makamlarının ortadan kaldırılması ilkesel tutumuna dayalı olarak geliştirilmesi gerekir.

“Yerel özyönetim” konusuna bir de “sınıf mücadelesi” kriteri açısından yaklaşılabilir, yaklaşılmalıdır da. Yani “yerel özyönetim” demokratik talebi, işçi sınıfı ve ezilenlerin siyasal sınıf mücadelesinin gelişmesine veya geliştirilmesine mi hizmet eder ya da tamamen tersi bir rol mü oynar?

Devletin atanmış yerel ve taşra makamlarının ilgası ve en tam yerel özyönetim talepleri işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, halkın politikaya ve devlet yönetimine ilgisini artıracak, politizasyonunu geliştirecek taleplerdir. On yıllardır halklarımız bu kibirli, kendini ilin, ilçenin kralı gören, halka tepeden bakan, devletin her çeşit keyfi-yasa dışı işlerinin içinde dokunulmazlık zırhlarıyla korunan despot-bürokrat devlet yöneticilerinden çok çekmişlerdir. Onlardan kurtulmak istemesinden daha doğal ne olabilir ki?!

Şöyle bir itiraz ileri sürülebilir: Kültürel ve siyasal olarak güçlü, dinsel inançlar ve milliyetçilikle de beslenen muhafazakârlık toplumumuzda bu kadar güçlüyken, devletin yerel ve taşra makamlarının ortadan kaldırılması, yerel memurların göreve genel oyla getirilmesi ve en tam yerel özyönetim uygulaması durumunda, muhafazakâr, sağcı milliyetçi, faşist, gerici vb. akımların bu mevzileri kazanmasına ve bunlara dayanarak daha da güçlenmelerine hizmet etmez mi? Böyle bir olasılığın varlığını görmemek körlük olur. Fakat hâlihazırda bu çok uzak bir durumdur. Örneğin bu taleplerin elde edilmesi mücadelesinde ki bu mücadeleyi tecrit halde de düşünemeyiz; siyasal sınıf mücadelesi bütünüyle bağıntısı içinde, işçi sınıfı ve ezilenlerin, halkımızın bilincinin bir değişime uğrayacağını tahmin etmek olanaklı da doğru da değildir. Bugünkü gibi kalacağını zannetmek de tamamen yanlış olur. Kaldı ki, devlet bürokratı, valiler, kaymakamlar vb. seçimle gelebilecek milliyetçi, dindar, kemalist vb. memurlardan daha az antisosyalist filan da değillerdir.

Devrimci hazırlığın, politik özgürlük ve siyasal demokrasi mücadelesini, tam bir tutarlılıkla ve keza işçi sınıfı ve emekçilere, ezilenlere ve halklarımıza güvenerek yürütmekten, onların politik sınıf mücadelesi içinde dönüştürmekten, kısacası demokrasi mücadelesi okulunda eğitmekten başka bir yolu da yoktur.

Sonuç olarak; yerel özyönetim konusunda, ulusal demokratik hareketin “demokratik özerklik” yaklaşımına benzer, paralel bir yaklaşım geliştirmek ilkesel ve teorik bakımdan doğru olduğu gibi pratik siyasal bakımdan da isabetli olur.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi