Çözümsüzlüğe Ve Zor Duruma Düşen AKP

Siyasi gelişmeler içinde öne çıkanlar Suriye’yle savaş ile bölgede savaşın şiddetlenmesi oldu.

Yanı sıra AKP iktidarı, oldukça kapsamlı ekonomik ve siyasal saldırı silahını hazırlayarak uygulamaya geçirdi, geçiriyor. Milyonlarca işçi ve emekçinin ekonomik yoksulluk ve demokratik hak yoksunluğu içindeki yaşamını doğrudan hedef alan bu saldırılardan başlıcaları; zaten dibe vurmuş durumda olan sendikal örgütlenmeyi tamamen kontrol altına alma yasası zamlar ve vergi soygunu; kentsel yıkımın yasalaştırılıp uygulanmaya başlanmasıdır. Bu arada kıdem tazminatının sermaye için yük olmaktan çıkarılması hazırlığı, bölgesel asgari ücret gibi saldırılar var olan tepkiler dikkate alınarak yeniden gündemleştirilinceye kadar hazır halde tutuluyor.

Ayrıca çoğunluğu metal sektöründe olmak üzere sermaye ile sendikalı işçiler arasında sürmekte olan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinden doğacak direnişler de sürece eklenecek.

Suriye’ye Savaş İki Ucu Tehlikeli Durum

AKP iktidarı Suriye’deki gerici iç savaşı doğrudan himayesine alıp örgütlediği gibi, başlangıçtan itibaren “tampon, güvenli askeri bölge kurma”, isteği ve önerisiyle işgale de niyetlendi.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu “mülteciler 100 bini geçerse askeri müdahale yaparız” tehditleriyle ve sonra da Erdoğan’la birlikte yaptıkları “NATO müdahale kararı alarak NATO üyesi Türkiye’yi desteklesin”, “BM ortak müdahale kararı çıkarsın” çağrılarıyla Ankara’nın Suriye’ye savaş planına elverişli emperyalist işgal ortamı yaratmaya çalıştılar.

ABD emperyalizminin dış savaş bakanı Clinton başlangıçta ‘Suriye bunalımında Türkiye’nin öncü güç olmasını destekliyoruz’ diyerek Ankara’nın savaş planına yeşil ışık yakmıştı.

Arap gerici devletleri -Katar, Suudi ve Ürdün despotik diktatörlükleri- Hür Suriye Ordusu’na (HSO) askeri eğitim ve silah-para desteği yanı sıra, Ankara’nın savaş planına da destek verdiler, teşvik ettiler. Arap Birliği ve BM nezdinde Libya benzeri bir savaş kararı çıkarmaya çalıştılar.

AKP iktidarı, savaş için engellerle karşılaştıkça plan doğrultusunda provokasyonlara da girişti. Suriye’de düşürülen uçak olayı, Antep’te sivil halkın canını alan bomba bunun örnekleriydi. Ayrıca ana karargâhı Türkiye’de olan HSO’nun sınır karakollarında çatışma çıkararak savaşa sebebiyet verecek provokasyonları da -Akçakale’ye düşen top mermisiyle sivil halkın ölmesi, karşılık olarak Ankara’nın Suriye askeri alanlarını hedef alan saldırısı ve Genelkurmay Başkanı’nın sınırda savaş şovu yapması, Suriye’ye giden yolcu uçağının Esenboğa’ya indirilip aranması- savaşa doğru tırmanmayı hedefliyordu.

Ankara savaş doğrultusunda planlamasını sınıra silah ve asker yığınağı yaparak da sürdürdü. Yanı sıra Suriye’de yaşayan Kürt halkının özerklik ilanını, öncü güç olarak PYD’yi göstererek savaş nedeni sayacağını ilan etti. Esasen Suriye’yle savaş nedenin ilk sırasında Kürtlerin olası statü elde etmesini ezmekti. Önleyici savaş politikasını uygulamayı hesaplarken Kürt halkının özerkliğini karşısında buldu.

Evdeki hesap çarşıya uymadı. Ankara bütün çabasına rağmen savaş planını değişik nedenlerin toplam sonucu olarak uygulama imkânını şimdilik bulamadı.

Suriye Baas rejiminin Libya Kaddafi rejiminden farklı olarak daha güçlü ordusu ve silahlanma kapasitesi bulunması, Rusya ve Çin’in BM’de savaş kararını engellemeleri, gerici silahlı muhalefet cephesinin kitle desteğinin giderek azalması ve Rojava Kürt halkının bağımsız çizgide gerici muhalefet cephesiyle arasına sınır çekmesi, Ankara’nın erken savaş ve kolay askeri galibiyet hesabını bozdu. Elbette aynı nedenlerle ABD ve Avrupa emperyalistlerinin erken savaş planını değiştirerek yıpratıcı gerici iç savaşı örgütlemeye yönelmeleri, onlardan daha savaş heveslisi Ankara’nın planını uygulamasını gemledi. Hatta öyle ki, Ankara HSO’nun ana karargâhını Türkiye’den çıkarmak zorunda kaldı.

Şimdi Erdoğan, Suriye’de gerici iç savaşı tırmandırmaya hamilik yapmayı sürdürürken, işgal/savaş planını bir başka zamana bırakmak zorunda kalmış görünüyor. Yıpratıcı iç savaşla Esad rejimini güçten düşürdükten sonra ABD ve Avrupalı emperyalistler ve gerici Arap devletleriyle birlikte ortak savaş ilan etmeyi bekliyor.

Ancak gerici iç savaşı tırmandırmanın kendisi mayınlı alan gibidir. Planlanandan farklı biçimde erken savaşa yol açabilir.

Vurgulamak gerekir ki, Erdoğan’ın Suriye’yle savaş politikası, içte beklediğinin tersine, iktidarı, halklarımız nezdinde yıpratan rol oynamaya devam ediyor. Halk kitleleri savaşa pek taraftar olmadığı gibi, Erdoğan’ın savaş ortamı ve gündemiyle büyük devlet şovenizmi zehrini halka içirme politikası diğer bakımdan da boşa çıktı. Erken savaş-kolay zafer afra tafrası boşa düştükçe AKP’nin güçsüzlüğü ortaya çıkıyor, olası savaşı Kürt hareketini ve politik özgürlükler ve demokratik hak talepleri etrafında gelişen politik kitle mücadelelerini daha katı faşist yasaklarla tahkim edilmiş bir rejimin aracı yapma politikası bozulmuş oluyor.

Erdoğan’ın, bir yandan Suriye’de gerici yıpratıcı savaşı tırmandırırken diğer yandan da Filistin halkının celladı Lübnan falanjistleriyle yaptığı işbirliği ve İsrail Siyonizmiyle Esad rejimini düşürmek uğruna geliştirdiği kirli politik birliği, iktidarın teşhir olmasına yol açıyor. İçte ve bölgede toplumsal desteğini yitirmesini hızlandırıyor.

Başta HDK’dekiler olmak üzere antifaşist, antiemperyalist güçlerin savaşa karşı mücadelesi AKP iktidarının bu zayıf noktasını değerlendirerek, onun toplumsal desteğini zayıflatıyor. AKP doğrudan savaşa başvurursa bu zayıflık içinde savaş karşıtı kitle mücadelesinin tırmanmasına yol açacak, antifaşist hareket daha yoğun biçimde güç toplayacaktır. Ki iktidar için bu, savaşla ve buradan yaratılacak büyük devlet şovenizmiyle başta Kürt ulusal demokratik hareketi olmak üzere toplumsal muhalefeti ezecek bir gerici faşizan hamlesi olarak öngörülmüştü. Eğer doğrudan savaşa girerse, bu plan, Erdoğan için bumeranga dönüşecektir.

Savaşa doğrudan başvurmazsa, iki yönden kitle desteğini zayıflatacaktır. İddialı olarak savaş ajitasyonu yapmış ve bunun için tezkere çıkarmış bir iktidarın savaşı göze alamadığı görüldükçe ve savaş karşıtı ajitasyon topyekûn mücadele biçimindeki DHS stratejisi, politik amaç bakımından demokratik özerklik statüsünü sömürgeci diktatörlüğe dayatıyor, ayrıca fiili olarak demokratik özerkliği inşaya çalışıyor.

KUDH, sömürgeciliğin saldırısını yenilgiye uğratırken, onun önemli bazı silahlarını da işlemez hale getiriyor, işlevsiz kılıyor. Bir bölümünü de kendi avantajına dönüştürerek ilerliyor. Erdoğan’ın Suriye’yi işgal ve önleyici savaşıyla Rojava Kürt hareketini ezerek KUDH’nin moralini ve önemli bir güç kaynağını yok etme planını, KUDH Rojava ulusal devrimini başlatıp zafere ulaştırarak bozguna uğratmış oldu. Süreç şimdi KUDH bakımından daha başka avantajlar elde edilmesi yönünde gelişiyor esas olarak. Örneğin, karşıdevrimci destek güçlerinden Suriye ve İran rejimleri, sömürgeciliğin emperyalizm işbirlikçisi ve yayılmacı hareketi nedeniyle destekten vazgeçerek KUDH lehine belirli bir durum yaratıyorlar.

Bu avantajları yanına alarak DHS’nı yürütmeye devam eden KUDH, kentlerdeki kitlesel tutuklama kırımına, polis terörüne, doğacak olan boşluğu cemaat güçleri, ilişkileri ve sadaka dağıtma kampanyaları, imam ordusu seferberliğiyle doldurma saldırısına karşı da, direnişlerle yanıt veriyor. 14 Temmuz direnişi ve süresiz dönüşümsüz açlık grevleriyle Kürt halkımızın kitlesel hareketini yükselme mücadelesi, mahkemeleri haklı taleplerin kürsüsü ve direniş kitleler içinde geliştikçe güçsüzlüğü açığa çıkacak, zayıflayacaktır. İkincisi, desteklediği gerici cephenin niteliğinin burjuva siyasal İslamcı, emperyalist-siyonist işbirlikçisi olduğu halklarımız tarafından kavrandıkça, AKP iktidarının kitle desteği ciddi erozyona uğrayacaktır. Bu süreç boyunca savaş karşıtı devrimci ajitasyon sürdürülmeli, savaşa doğru tırmanma gerçekleştikçe kitle eylemleri yükseltilmelidir.

Yenmeyi Umdu Halk Savaşını Karşısında Buldu

Erdoğan, KUDH’ne karşı kirli savaşı yoğunlaştırarak ağır darbeler indirme, kitlesel tutuklama kırımıyla Kürt halkımız içindeki örgütlülüğünü yok etme yoluyla umut kırma ve en az hakla teslim alma stratejisi yürütüyordu. Kısmi Sri Lanka “çözümü” de denebilecek bu saldırı stratejisi, arkasına ABD’den bölge gerici devletlerine uzanan yelpazede geniş çaplı uluslararası ve bölgesel karşıdevrimin desteğini de alarak yürütülen bu stratejiyle, KUDH’ni yenmeyi umuyordu. Ancak KUDH’nin çetin askeri direnişi karşıdevrimin umudunu yenilgiye uğrattı.

KUDH, dağdaki direnişi yükseltmenin öncülüğünde devrimci halk savaşı (DHS) stratejisini yükselterek, Erdoğan liderliğindeki saldırı stratejisine cevap verdi. Dağdaki çetin askeri direnişini alan tutmayla, kent ve kırda yaygınlaştırılmış gerilla mücadeleleri ve serhildanlarla birleştirilmiş mevzisine dönüştürme çabası, bu direnişin başarılı adımlarıdır.

AG’lerin, DHS stratejisinin şimdiki koşullar altında mücadeleyi sonuç alıcı bir savaşım düzeyine taşımanın taktik hamlesi olarak örgütlendiğini söyleyebiliriz. Bu taktiğin kritik öneminin -görüldüğü üzere de- Kürt halk yığınlarının düzenden kopuşunun hem en derin ideolojik/siyasal gücünü örgütleme yeteneğini taşıyor oluşu ve hem de bunun AKP’ye şu ya da bu nedenle yedeklenmiş Kürt halk yığınlarının konumlarını da sarsan, sorgulatan ve AKP’den uzaklaştıran güçlü bir ulusal-manevi etki yaratıyor ve yaratacak oluşudur. Başka bir deyişle Kürt kitleleri arasında ‘iç’ politik saflaşma KUDH lehine daha da derinleşecek ve AKP’nin Kürdistan’daki toplumsal dayanakları hızlı biçimde erozyona uğrayacaktır... Sömürgeciliğin ve AKP’nin KUDH karşısındaki yenilgi süreci AG direnişi ve geliştirilen serhildan dalgasıyla yeni bir boyut daha kazanmış, AKP iktidarının siyasi geleceğinin kaderi üzerinde kaçınılmaz ağır etkilerde bulunacak ve sonuçlar doğuracak bir dönemi açmıştır.

Ayrıca AG ve serhildan süreci, politik saflaşma bakımından genel siyasi savaşım düzeyinde de esaslı etkiler yapacaktır ve yapmaktadır. Türk ve Kürt halklarının ‘kader birliği ‘denilen politik perspektifin ya da inancın, eğer her hangi bir devrimci ya da ilerici yapı bakımından somut, gerçek ve tarihsel bir anlamı varsa, bu uğurda “elinden gelenin fazlasını” şimdi/bu süreçte yapmayan için “yarın” diye “somut” bir gelecek de yoktur ve olmayacaktır. Politik yaşamda ve savaşımda “saf dışı” kalıp kalmama bakımından “kader an”ları diyebileceğimiz yeni ve yeniden bir takvimsel zamanlardan geçtiğimiz açıktır. Kürt devrimi, devrimci olandan, antifaşist olandan, demokrat olandan tek bir şey istiyor ve soruyor; karar ver... Birlikte direnip savaşacak mıyız, savaşmayacak mıyız? Halkların birliği, kardeşliğinde “saflaşma”nın başka bir gerçek karşılığı var mı bugün?

KUDH, bölgesel planda Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin birliğe gidişini güçlendirerek, göreceli daha zayıf olduğu parça olan Güney’de halk kitleleri üzerinde etkisini yaygınlaştırmaya başlayarak gelişme gösteriyor. Bu yolla da sömürgeciliğin ve emperyalizmin planlarına çomak sokuyor, beklentilerini boşa çıkarıyor.

Erdoğan, kirli savaş stratejisindeki yenilgiden sonra, İmralı’yla görüşülebilir şeklindeki oyalayıcı manevrasıyla durumu kurtarmaya, beklentiyle mücadele seviyesini düşürmeye, ama askeri saldırıları sürdürerek durumu yeniden lehine dönüştürmeye çalışıyor.

Erdoğan, Suriye’de yıpratıcı savaş stratejisinin bir süre sonra işgal savaşına dönüştürüleceğini umar ve beklerken, gerçekleşirse bunu Rojava Kürt devrimini ezmenin aracı yapmaya çalışıyor. Eğer bu adımı atarsa bu kez de savaşa karşı Türk halkının ve demokratik kesimlerin tepkisini karşısında bulacak, birleşik kitle hareketinin büyümesini kışkırtmış olacak.

İşçi Ve Ezilenlerin Gelişen Mücadelesi

İşçilerin sendikalaşma çabasına karşı kapitalist patronların işçi kıyımına başvurması tekil işyeri direnişlerini yaygınlaştırıyor. Son olarak Rose ve Teksim tekstil, Antep’teki tekstil fabrikalarında ve Bedaş’ta yaşanan direnişlerle ilişkilenmek, dayanışmayı büyütmek, günün görevlerindendir.

Yine AKP’nin THY işçilerinin direnişini öncü işçilerin kıyımıyla karşı işçi direnişi ve dayanışmasını güçlendirmek sınıfın hareketini geliştirmek açısından önemlidir.

Bursa Bosch işçilerinin burjuvazinin saldırgan ajanı Türk-Metal’den kopma çabası, işçi hareketinin mücadele isteğinin göstergelerinden bir diğeridir.

İşçi hareketinin tekil direnişlerini yaygınlaştırmak, küçük başarılarla sınıf hareketinin özgüven kazanmasını sağlamak, direnişlerde öncü işçi kıyımını engellemek bu yolla işsizlik korkusunu yenilgiye uğratmak, hareketin gelişmesi ve devrimci özelliklerinin artmasına katkıda bulunduğu gibi, ekonomik krizin derinleşmesi koşullarında sıçramalı büyümesine hazırlık açısından da önemlidir.

Daha önemlisi de, işçi hareketini yükseltilmesi, burjuva sendikacılığın sermayenin ajanlığı ve işbirlikçiliği eliyle ördüğü çürütücü-engelleyici barikatının yenilgiye uğratılması, sermaye ve hükümetinin amansız saldırıları karşısında ayağa kaldırılması için perspektifler geliştirip çalışmayı yönlendirmek ve pratik gelişmesini hızlandırmak mücadeleye güç ve kararlılık kazandıracaktır.

Elbette bu direnişler, sermaye ve AKP hükümetinin, Toplu İş İlişkileri Yasası’yla örgütsüzleştirme saldırısı döneminde yaşanıyor. DİSK ve SGB’nin zayıf kalan eylemleri dışında, sendikaların ve devrimci parti ve güçlerin bu saldırıya karşı mücadele örgütlemeye girişmemeleri ciddi bir zaaf ve zayıflıktır.

Daha geniş işçi kitlelerinin duyarlılık içinde olacağı kıdem tazminatını tasfiye girişimine karşı mücadele gündemde duruyor.

Demokratik Alevi hareketi Ekim ayında Ankara mitingiyle yeniden mücadele canlılığı gösterdi. AKP hükümetinin Alevi inancına karşı dayattığı çözümsüzlüğe ve asimilasyona, dindar gençlik yetiştirme saldırganlığına karşı önümüzdeki süreçte bu hareketin daha da gelişeceğini beklemek gerekiyor. Ancak Alevi hareketini bekleyen bir tehlike olarak daima göz önünde bulundurulması gereken şeylerden biri de, AKP muhalifliği üzerinden sahte ‘ilerici siyasi pozisyon’ alan gerici-şovenist Ergenekoncu kliğin Alevi kitleleri kuyruğuna takmak için çok özel bir gayret içinde olduğu ve olacağıdır. Devrimci siyaset, bu oyunun boşa çıkarılması ve Alevi hareketinin emekçi-demokratik temel karakterinin bağımsızca geliştirilmesi için çabasını yoğunlaştırmalıdır

AKP iktidarı ve sermayenin 4+4+4 yasasıyla ucuz işçi-çocuk gelin-dindar gençlik yetiştirme saldırısına karşı, zayıf kalsa da mücadele yaşandı. Zayıflık, AKP ve sermayeyi cesaretlendirse de, belirtiler bu alanda değerlendirilmesi gereken mücadele potansiyelinin varlığını gösteriyor.

Yaşam Alanlarını Yağmaya Karşı Mücadele

Son yıllarda yaygınlaşan bu mücadelenin tekil direnişleri devam ederken, hareketin koordinasyon ve dayanışmayı örmüş olması da geleceğe doğru bu hareketin gelişeceğinin dayanağı olmaktadır. Ayrıca sermayenin doğayı - yaşam alanlarını - araçlarını yağmasına karşı gelişen bu mücadele aynı zamanda antifaşist hareketin kitlesel zeminini güçlendiriyor.

AKP iktidarı ve sermaye yeni artı değer alanları yaratma amacıyla “afet yasası” adıyla hukuki çerçevesini oluşturarak hazırladığı kentsel yıkım saldırısı önümüzdeki dönemde hızlanacak. AKP bu saldırısında, kentlerde bazı alanlara küçük mülk sahiplerini ikna edeceği “yararlanma” imkânı verse de, bunu saldırısını örtmenin aracı yapacak. Küçük mülk sahipleri ve kent yoksullarının çoğunluğunu ağır mağduriyete sürükleyerek ellerindeki mülkleri kent rantının aracı yaparak sermayeye peşkeş çekecek.

Başlangıçta hemen yansımayacak ama semtler halkı tarafından saldırının somut sonuçları kavrandığı oranda, bu saldırının en yıkıcı-talancı özelliğinin yansıyacağı yerleşim yerlerinde halk direnişleri yükselecektir.

Ayrıca bu saldırıda, AKP iktidarının diğer bir amacı da, antifaşist mücadele deneyimi bulunan semt/mahalle halklarının devrimci potansiyelini dağıtmaktır.

Gerek bu mücadele potansiyelini değerlendirmek, gerekse AKP iktidarının antifaşist mücadele geleneğine ve birikimine sahip semtlerin/mahallelerin devrimci potansiyelini dağıtmak amacıyla gerçekleştirmek istediği bu saldırıya karşı semt yoksulları ve küçük mülk sahiplerinin direnişini geliştirmek güncel mücadele görevidir.

Sonuç olarak; AKP iktidarı, işçi sınıfını örgütsüzleştirme ve işçi kıyımını serbestleştirme, asgari ücreti düşük tutma, emekçi memurları sözleşmeli statüsüne düşürme; zam-vergi yağdırma; sağlığı paralı hale getirme, paralı orta öğretimi baskın hale getirme; kentleri sermayeye yağmalatma saldırısıyla yerli sermaye ve uluslararası tekellere dikensiz gül bahçesi yaratmak istemektedir.

Buna karşı işçi sınıfını ve yoksulları aldatma aracı olarak sunabildiği, sınırlı ve birçok yolla engellenen işsizlik sigortası -işsizlik fonunu da, sermayeye işçi primi yatırmaya katkı yoluyla yağmalatmakta-, bakıma muhtaç yoksullara ve eşlerini kaybetmiş kadınlara maaş ve sadaka yardımıdır. Sermayeye sunulan denizin yanında işçi sınıfına ve yoksullara sunulan bir damladır. Bu damlanın işçi sınıfının mücadelesini gevşetmesine izin verilmemelidir.

Mücadele bu saldırılara karşı başlatılsa da, işçi sınıfının daha ileri politik ve ekonomik hak talepleri doğrultusunda geliştirilmelidir.

AKP iktidarı, Kürtlere karşı kirli savaşı yoğunlaştırarak, Suriye’yle savaş tamtamlarını çalarak generallerden yönetimini devraldığı faşizmi sürdürmeye çalıştı, çalışıyor. Yanı sıra politik İslami gençlik ve milliyetçiliği geliştirerek, iktidarının kitle dayanağını güçlendirmek istiyor. Sermayenin işçi sınıfı ve emekçilere karşı saldırılarını gözü dönükçe sürdürüyor.

Bütün bunları ekonomik krize doğru gidilirken yapıyor.

Ancak, AKP iktidarı, Kürt halkımıza saldırısında umduğunun tersine muazzam bir direniş bulduysa, aynı düzeyde olmasa da işçi sınıfından ve emekçilerimizden beklemediği direniş ve mücadeleleri karşısında bulmalıdır, bulacaktır. Öncünün görevi, bu direnişleri örmek, İspanya’dan Yunanistan’a, Kuzey Afrika’dan Rojava’ya uzanan fırtınaya, Kuzey Kürdistan’da yükselmeye devam eden rüzgâra, emekçi halkımızın mücadelesini eklemektir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi