Türkiye’de İşçi Sınıfının Yapısı, Bileşimi Ve Kapsamı (II)

İşçi Sınıfı Ve Devlet Sektöründe Çalışanlar

Kapitalizmin gelişmesine, daha doğrusu makineli üretimin gelişmesine paralel olarak doğan bu kavram, doğrudan üretim dışında kalan emekçileri; yönetme, hesaplama, örgütleme, üretimin gerçekleşmesi işlevlerini üstlenmiş olanları kapsamına alır. Bu kavram, aynı zamanda mevcut rejimin üst yapı kuramlarında çalışanları da kapsamına alır.

Doğuş koşullarıyla karşılaştırdığımızda bu kavramın bugün açısından içeriklendirilmesi zorlaşmıştır. Bu kavram, artık belli bir olguyu gerçek anlamıyla tanımlayacak özellikte değildir. Bugün açısından bu kavramın belirleyici ölçeği, gelirin, iş ücreti biçiminde değil, maaş biçiminde olmasıdır.

Kavramın içeriğinin genişliği, bu kavramı bugün açısından kullanılabilir olmaktan çıkartmaktadır. Ücretli memur veya memur veya genel anlamda hizmet sektörü dendiğinde çalışanların çok farklı sınıfsal ve sosyal kategorileri bir potada toplanmış oluyor. Örnek: Burjuva düzende; kapitalist ekonomide en tepedeki yönetici olan da, en altta büro işlerinde çalışan da aynı kategoride ele alınıyor. Bunların hepsine ücretli, memur, hizmet sektöründe çalışanlar vs. deniyor.

Gelişen; derinleşen ve kapsamla- şan, toplumsal yaşam ve üretimin seyrini belirleyen kapitalizm koşullarında işçi sınıfı ile orta ve üst tabakaları hariç ücretli memurlar arasındaki farklar giderek yok olmaktadır. Ücretliler yığını, aynen işçi sınıfı gibi, aynı sosyal ve ekonomik koşullar içindeler. Ücretliler yığını, aynen proletarya gibi, sömürü koşullarında çalışıyorlar. Bu kesimin proletaryadan farklılığı, genel olarak, doğrudan maddi değerlerin üretim sürecinde faal olmamasıdır.

Aşağıda ele alacağımız gibi, ücretli memurların önemli bir kesimi; alt-orta tabakaları arasında kalan kesimi, proletaryanın bir bileşeni olarak görülmelidir.

Hizmet sektörü çalışanları, daha dar anlamda da olsa ücretli memurlar, farklı gruplardan oluşan emekçi yığınların bir kavram altında tanımlanması anlamına gelir. Bundan dolayı bu emekçi yığınların toplumdaki sosyal konumunu götürü karakterize etmek ilkesel olarak mümkün değildir. Bu kesimi somut ve ayrıntılı ele almak gerekir. Bunu yapabilmek için bazı temel ölçekler esas alınmalıdır.

-Yeniden üretimdeki konumuna göre (idari alanda, teknik alanda, ticaret, nakliyat, ulaşım, komünikasyon, sağlık, eğitim vb. alanlarda).

-Yönlendirme ve planlama sistemindeki konumuna göre (yönetici konumda olmayanlar, yönetici konumunda olanlar).

-Vasıflılık durumuna göre (eğitim durumu).

Öyleyse, işçi sınıfının bileşenlerinin tasnifinde veya ücretli memurların sınıfsal tasnifinde esas olan, ücretli memurların, değer veya artı değer yaratıp yaratmadıkları değildir. Veya soru, proletarya ile ücretli memur arasında farklılıkların olup olmadığı da değildir. Marks, farklılığın olduğunu söylüyor, ama bundan dolayı da ücretli memurları, ticaret sektörü örneğinde olduğu gibi, işçi sınıfının bir bileşeni olmaktan çıkartmıyor. Marks, değer veya artı değer yaratmadıkları için ücretlileri, işçi sınıfının dışında görmeye hakkımız yok diyor.

Soruna, değer veya artı değer yaratılıp yaratılmadığı açısından ve proletarya ile ücretli memur arasındaki fark ön plana çıkartılarak yaklaşıldığında saçma sonuçlarla karşı karşıya kalırız. Birkaç örnek:

Bir kadın işçiyi göz önüne getirelim. Fabrikada çalışan bu kadının işsiz kaldığını ve belli bir zaman sonra bir markette tezgâhtar, satıcı veya kasiyer olarak iş bulduğunu, bu arada hamile kaldığını, çocuk sorunu nedeniyle işten ayrıldığını, doğumdan sonra da yeniden iş aradığını ve bir sinema veya tiyatro gişesinde bilet satıcısı olarak iş bulduğunu, belli bir zaman sonra belli bir zaman için bir temizlik firmasında çalıştığını ve daha sonra da yeniden bir fabrikada iş bulduğunu düşünelim. Soruna salt değer veya artı değer üretimi açısından baktığımızda bu kadının fabrikada çalışırken işçi olduğunu, sonra markette, sinema gişesinde ve temizlik firmasında çalışırken işçi olmadığını, çocuk nedeniyle evde kaldığı için ev kadını olduğunu ve yeniden fabrikaya girdiğinde de yeniden işçi olduğunu söylememiz gerekir. Veya bir gün yolcu treni ikinci gün yük katarı kullanan bir makinisti düşünelim. Soruna salt değer veya artı değer üretimi açısından bakıldığında bu makinist, yolcu taşıyan trende makinistlik yaptığı gün, değer veya artı değer üretmediği için proleter sayılmaz, ama yük treninde makinistlik yaptığı gün -nakliyat faaliyeti nedeniyle metanın değerine değer kattığı için- proleter olur. Bu durumda bizim makinist bir gün proleter, ertesi gün küçük burjuva, ertesi gün yeniden proleter ve daha ertesi gün de yeniden küçük burjuva mı olacak?

Demek oluyor ki, ücretlilerin sınıfsal tasnifini yaparken çıkış noktamız, değer veya artı değer üretilip üretilmediği olmamalıdır. Çıkış noktası, ücretlilerin çalışma ve yaşam koşullarının hangi ölçüde sanayi proletaryasınınkine yakınlaştığı olmalıdır.

Öncelikle sendikalaşmanın engellenmesi için devlet sektörü işletmelerinde, fabrikalarında çalışan işçilerin memur statüsüne alındıkları bilinmektedir. Ama bu, bu işletmelerde çalışan işçilerin sınıfsal karakterinde bir şey değiştirmez. Devlet, kolektif kapitalist olarak burada çalışan işçileri sömürür; aralarında sermaye-“emek” ilişkisi vardır Bunların özel sektörde çalışan işçilerden hiçbir farkı yoktur. Bu nedenle devlet işletmelerinde çalışan işçilerin işçi konumu üzerinde durmanın gereği yoktur. Aynı durum devletin ticari işletmelerinde, bankalarında, posta, ulaştırma işlerinde, tarım çiftliklerinde vb. çalışan işçiler için de geçerlidir.

En fazlasıyla, tartışmalı olabilecek kesimi devlet bürokrasisi oluşturmaktadır. Merkezi ve yerel bürokrasi içinde yer alan memurlar, vatandaşa devlet adına mali, adli, idari, belediye, sağlık, eğitim vb. hizmet sunarlar. Bunlar resmi hizmetlerdir ve bu hizmetlerin bir kısmını vatandaş gönüllü olarak satın almaz; vatandaşa dayatılmış olan, zorla satılan hizmetlerdir.

Memurlar devlet adına sundukları hizmet için devletten belli bir ücret alırlar. Maaş denen bu ücret, devlet geliriyle ödenir.

Hizmet sektöründe olduğu gibi devlet memuru da toptancı bir anlayışla -memur memurdur diye- değerlendirilemez. Burada devlet yönetiminin her bir kurumunun yöneticisi konumunda olan, stratejik işleri örgütleyen bürokratlarla, devlet işlerinin (genel eğitim, adliye işleri, hesap işleri, kamu sağlık işleri, ulaştırma, posta işleri, telekomünikasyon işleri vb.) doğrudan icracısı olan memurlar arasında fark vardır.

Bu hizmetlerinden dolayı devletin gelirleri artmaz. Tam tersine, bu hizmetler kar amaçlı olmadığı için, oralarda çalışanlara yapılan ödeme ile devlet, gelirini harcar. Ama bu “memurlar”a maaş adı altında yapılan ödeme, piyasada geçerli olan ortalama işçi ücretlerinden pek farklı değildir. Bu durum, yaşam düzeylerinin işçi yaşam düzeyinden pek farklı olmaması onların da sömüren, baskı altında tutan kapitalist sistemle karşı karşıya olduğunu gösterir.

Devlet bürokrasisinde yer alanların ezici çoğunluğu maaşlı işçi konumundadır. Marks, devlet hizmetlilerini de üretken olmayanlar kategorisinden sayar. İstisna olan, demiryollarında, telekomünikasyonda çalışanlardır.

Sanayide üretkenliğin artmasıyla doğrudan maddi değerlerin üretiminde çalışan işçilerin sayısı çalışabilir nüfusa oranla azalır ve çalışabilir nüfusun giderek daha büyük kısmı devlet de dahil hizmet sektöründe çalışır(1).

Marks’ın üretken olmayan alanlarda çalışanların sayısı giderek artmaktadır tespiti bugün hemen bütün ülkelerde bir gerçekliktir. Buradan hareketle üretken olan; sadece artı değer üreten ve sermayenin çoğalmasına katkıda bulunan işçidir anlayışında olursak, o zaman toplumun çalışabilen nüfusunun büyük bir kısmının işçi olmadığı sonucuna varırız. Dar anlamda işçi sınıfı tanımıyla geniş anlamda işçi sınıfı tanımını dışlamış oluruz. Oysa devlet hizmetinde çalışanların ezici çoğunluğu aldığı ücret bakımından ve bu ücretin dayattığı yaşam koşulları bakımından işçi konumunda olan çalışanlardır.

Üretken olmayı veya olmamayı işçi sınıfı tanımlamasında tek kıstas olarak alırsak örneğin bir öğretmeni, hemşireyi, bir gün yolcu taşıyan tren makinistini, ertesi gün yük taşıyan tren makinistini sınıfsal bakımdan değerlendiremeyiz, bir yerlere koyamayız.

Bir örnek: Devletin eğitim, sağlık vb. bazı hizmetleri artı değer amaçlı değildir. Bu alanlarda çalışan örneğin bir öğretmen veya hemşire üretken olmayan işçi konumundadır. Ama bu alanların özelleştirildiğini düşünelim. Bu sefer söz konusu öğretmen veya hemşire kapitalistin sermayesini çoğaltma koşullarında çalışan üretken işçi konumunda olur(2).

Devlete ideolojik ve yönetsel hizmet sunan bürokrasi tabii ki burjuva sınıfın bir parçasını oluşturur(3).

Marks, hükümet unsurlarını, parlamenterleri, subayları, özellikle üst düzeyde bürokrasiyi (üst seviye idarecileri, müsteşarları, müdürler vs.) rahipleri kesinkes işçi sınıfı dışında tutar:

“Çalışmak için yaşları çok küçük olanlarla ihtiyarları; üretken olmayan bütün kadınları, gençleri ve çocukları; devlet memurları ile rahipleri, hukukçuları, askerleri vb. gibi, ‘ideolojik’ sınıfları; daha sonra başkalarının emeğini rant, faiz vb. şekillerinde sömürerek çalışmadan geçinenler... çıkartıldığında geriye... Bu sayıya, herhangi bir şekilde, sanayi, ticaret ve mali işlerle uğraşan kapitalistler de dahildir.”(4)

İşçi Sınıfı Seksiyonlarının Gelişme Eğilimi

Yukarıda anlattıklarımızdan çıkartılması gereken sonuç şudur: İşçi sınıfı, dar anlamda işçi sınıfı ve geniş anlamda işçi sınıfı olarak tanımlanmalıdır. Dar anlamda işçi sınıfı, doğrudan değer ve maddi değer üreten bileşenlerinden oluşurken (üretken işçi), geniş anlamda işçi sınıfına değer ve artı değer üretmeyen (üretken olmayan işçi) bileşenleri de eklenmek gerekir.

Dar anlamda işçi sınıfı, sanayi, enerji, maden, tarım, inşaat, ulaştırma-komünikasyon sektörlerinde, ticaretin (dolaşımın) bir kısmında çalışan işçilerden oluşur. Değer ve artı değerin üretilmediği diğer bütün sektörlerde ve çalışma alanlarındaki işçiler de geniş anlamda işçi sınıfının bileşenlerini oluştururlar.

Dar ve geniş anlamda işçi sınıfı ayrımını yapmadan, işçi sınıfını sadece ve sadece artı değer üretme ve sermayeyi çoğaltma kıstasıyla ele aldığımız durumda, artı değer üretmeyen ve sermayeyi çoğaltan iş yapmayan işçi sınıfı bileşenleri, kaçınılmaz olarak, küçük burjuva unsurlar olarak, küçük burjuva “emekçi”ler olarak veya ücretliler, memurlar olarak görülecektir. Böyle görüldüğü için de, bu kesimlerin giderek işçi sınıfına yakınlaştıkları veya onun bir parçası oldukları anlayışı ortaya çıkmaktadır. Oysa işçi sınıfına yakınlaşan veya artık onun bir parçası olarak görülen kesimler, zaten işçi sınıfının birer bileşenidirler. Engels’in “ticaret proletaryası” tanımlaması, Marks’tan aktardığımız ve işçi sınıfını tanımlamada dikkat edilmesi gereken noktalar üzerine anlayışlar bunun böyle olduğunu göstermektedir.

Engels’in tanımlamasından hareketle, işçi sınıfına dahil ettiklerimizi; geniş anlamda işçi sınıfının unsurlarını, ücretli memur olarak değil de, ücretli proleter veya maaşlı işçi, maaşlı proleter olarak tanımlamamız daha doğru olur.

Türkiye’de Dar Anlamda İşçi Sınıfının Sayısal Gelişme Eğilimi

Gönül isterdi ki Türkiye’de proletarya, küçük üreticiler, emekçiler ve burjuvazi hakkında kapsamlı bir sosyolojik araştırmayı özet olarak da olsa verelim. Kapsamlı bir araştırma bu yazının boyutlarını aşar. Burada yaptığımız da konuyu genel hatlarıyla belirlemekten başka bir şey değildir. Bunun için burada genel eğilimleri, genel tanımlamaları içeren bazı verileri ele almakla yetineceğiz.

Konuyu ele alışımıza göre hareket edersek, yıllara göre sanayi, maden ve tarım proletaryasının sayısal gelişimi şöyledir:

 

Yıllar

Sanayi Proletaryası

(1000)

Maden Proletaryası

(1000)

Tarım proletaryası

(1000)

 

Toplam

 

100

1955

667

100

79

100

244

100

990

100

1960

791

119

110

139

677

277

1 578

159

1970

1 338

201

155

196

602

247

2 095

212

1980

2 060

309

196

248

614

252

2 870

290

1990

2 625

394

194

246

* 561

230

3 380

341

2000

3 638

545

81

103

* 425

174

4 144

419

2005

3 994

599

110

139

** 530

217

4 634

468

2009

3 949

592

103

130

*** 527

216

4 579

462

İstatistik Göstergeler, 1923-2009; 12 yaş ve daha yukarı. *)İstatistik Göstergeler 1923-2004, 155; **) Hanehalkı İşgücü İstatistikleri 2006, s. 81; ***) Hanehalkı İşgücü İstatistikleri 2010, s. 61;

 

Burada, Türkiye’de işçi sınıfının, Engels‘in yukarıya aktardığımız anlayışına göre bir ayrımını -sınıfın sosyal yapısında var olan ana sosyal tabakaları- yaptık. Tablonun da gösterdiği gibi gelişmenin seyri şöyledir:

İmalat sanayinde çalışan proleterlerin sayısı 54 sene içinde, yani 1955’ten 2009’a yaklaşık 6 misli, diğer bir deyişle 1955’e göre 1990’da %592 oranında artarak sayısal anlamda 667 bin 386’dan 3 milyon 949 bine yükselmiştir.

Aynı dönem içinde maden proletaryasının sayısı %30, tarım proletaryasının sayısı da %116 oranında artmıştır.

Toplamda ise verili dönemde büyüme 4,6 misli olmuştur.

İşçi sınıfının bu ana bölümleri, doğrudan üretimde olan, artı değer üreten proletaryayı kapsar.

Bir de işçi sınıfının sadece bu ana bölümlerden oluşmadığını, onun kısmen doğrudan artı değer üreten ama daha ziyade doğrudan üretim dışında kalan, ister devlet sektöründe olsun isterse de özel sektörde olsun sermayeyi çoğaltan işlerde çalışan veya üretken işçi-üretken işçi olmayan kesimlerinin ayrımının oldukça zor/karmaşık olduğu sosyal tabakalarının yıllara göre sayısal gelişmesine bakalım.

Sanayi, maden ve tarım dışında işçi sınıfı (1000 kişi)

Sektörler

1955

1960

1970

1980

1990

2000

2005

2009

Elektrik, su, gaz

8

13

22

44

26

91

74

78

İnşaat

407

390

662

897

893

1 364

1 107

1 249

Toptan ve perakende ticaret, lokanta ve oteller

519

670

883

1 422

2 154

3 817

4 336

4 542

Ulaştırma, haberleşme ve depolama- a

78

134

420

619

816

1 067

1 074

1 081

Mali kurumlar, sigorta, taşınmaz mallara

ait işler ve kurumları, yardımcı iş hizmetleri-b

 

59

 

86

 

183

 

347

 

416

 

709

 

869

 

1 339

Toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel hizmetler-c

541

699

1 127

1 755

2 726

3 044

3 349

3 682

Genel toplam

1 612

1 992

3 297

5 084

7 031

10 092

10 809

11 971

İstatistik Göstergeler, 1923-2009, s. 137; 12 Yaş ve daha yukarı.

 

Tabloya göre işçi sınıfının bu sosyal tabakalarındaki artış daha hızlı olmuştur. Bu artış, 1955-2009 arasında inşatta yaklaşık 3,1; elektrik, su ve gazda 9,7; toptan ve perakende ticaret, lokanta ve otellerde 8,7; ulaştırma, haberleşme ve depolamada 13,8; mali kurumlar, sigorta, taşınmaz mallara ait işler ve kurumları ve yardımcı iş hizmetlerinde 22,7 ve toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel hizmetler ise 6,8 misli olmuştur. Bu alandaki genel artış da 7,4 mislidir.

Dar ve geniş anlamda işçi sınıfının bileşenlerini araştırmak için göz önünde tutulması gereken noktalar şunlardır:

1-Sınıfın, yeniden üretim sürecideki konumu.

2-Sınıfın, kapitalist çalışmanın örgütlenmesindeki konumu.

3-Sınıfın yaşam koşullarındaki farklılaşma.

4-Sınıfın, somut sermaye ilişkileri formundaki veya sermaye ilişkilerinin her bir gelişme aşamasındaki konumu.

Bu noktaları tek tek kısaca ele alalım.

1- Sınıfın, Yeniden Üretim Sürecindeki Konumu

Burada söz konusu olan, işçi sınıfının ekonomik sektörlere; sanayi-tarım-ticaret ve sektörler içinde alt bölümlere -örneğin sanayi içinde kâğıt, makine yapımı vb.- ayrılmasıdır. Bu, işçi sınıfının ekonomik yapılanmasıdır ve bu yapılanmayı kaba hatlarıyla şöyle ayrıştırabiliriz:

Doğrudan ve dolaylı maddi üretimde olan işçiler: Sanayi, maden, tarım inşaat, nakliyat ve ticaretin bazı bölümleri. Bu sektörlerde sınıfın sayısal gelişmesi yukarıda verilmiştir.

Ticaret ve dolaşım sürecinde olan işçiler: Dolaşım sürecini, diğerlerinden ayrıştırmak mümkün olmadığı için dikkate almazsak, ticaret alanında çalışan işçilerin sayısı da yukarıdaki tablolarda verilmiştir.

Hizmet sektörü (kamu+özel sektörde hizmetler, oteller, lokantalar vs.): Bu alanda çalışan işçilerin sayısı da yukarıda verilmiştir.

2- Sınıfın, Kapitalist Çalışmanın Örgütlenmesindeki Konumu

Burada esas olan, her bir çalışma alanında sınıfın hiyerarşik yapısıdır. Düz işçi, usta, ustabaşı, kontrolcü vs.. Tabii, bütün bu ayrımlar, alınan ücrette de ifadesini bulmaktadır.

Böyle bir ayrıştırma çok detaylı ampirik bir araştırmanın sonucu olabilir ve yapılması da gerekir. Çünkü böylelikle işçi sınıfı, bir taraftan diğer ücretlilerden ve diğer taraftan da bürokratlaşmış, yozlaşmış kesimlerinden ayrıştırılmış olur.

3- Sınıfın Yaşam Koşullarındaki Farklılaşma

Sınıfın yaşam koşulları sadece ülkedeki genel ekonomik-politik durumla açıklanamaz. Bu, genel olanı ele verir. Ama işçi sınıfı kendi içinde de, yukarıda belirttiğim gibi, farklılıklar arz ediyor ve bu farklılıklar, ister istemez onun yaşam koşullarını da etkiliyor. Örneğin sınıfın, kapitalist çalışmanın örgütlenmesindeki konumundan doğan farklılıklar, buna bağlı olarak vasıflı ve vasıflı olmayan işçiler, kırsal alandan gelerek sınıfa yeni katılan işçiler, henüz daha köylü olma özelliğini kaybetmemiş olanlar vb. bütün bu farklılıklar, işçi sınıfının mücadelesini etkiler.

4- Sınıfın, Somut Sermaye İlişkileri Biçimindeki Veya Sermaye İlişkilerinin Her Bir Gelişme Aşamasındaki Durumu

Burada söz konusu olan, işçi sınıfının farklı sosyo-ekonomik faaliyet sektörlerine göre ayrımının yapılmasıdır. Bu ayrım şöyledir:

-Özel hizmetler: Şoför, berber, temizlikçiler vs.

-Kapitalist olmayan işletmeler (küçük üreticiler).

-Devlet sektöründe çalışanlar.

Aslında burada elde edilen sonuç çok önemlidir. Çünkü bu verilere bakarak kapitalizmin doğrudan hakimiyet ve baskı sisteminin çalışanlar üzerinde ne denli gelişip gelişmediğini çıkartabiliriz. Yukarıdaki ayrıma göre, örneğin tarımsal alanda, doğrudan kapitalist işveren baskı ve hakimiyeti hemen hemen yok gibidir. Nihayetinde, tarlada tarım üreticisi kendi aile işletmesinde çalışmaktadır. Tabii bu durumda olan bireyle, özel sektörde çalışan birisi arasında kapitalist baskı ve hakimiyeti yaşamak, açıktır ki, çok farklı olur. Bu anlamda Türkiye’de kapitalizmin gelişmesini her alanda vertikal (derinlemesine) bir gelişme olarak göremeyiz.

İşçi sınıfının başka kriterlere göre tasnifi - İşçi sınıfının içsel tabakalaşması:

Marks şöyle diyor:

“Öyleyse manifaktür, iş ücretinin basamaklarına tekabül eden işgücünün bir hiyerarşisini geliştirmektedir... Bunun için manifaktür, sızdığı her zanaatta... beceriksiz işçiler denen bir sınıfı doğurur... Hiyerarşik tabakalaşmanın yanı sıra işçilerin becerikli ve beceriksiz diye ayrışması gündeme gelir”.

“Gerçek manifaktür sadece, önceleri bağımsız olan işçileri sermayenin kumandasına ve disiplinine tabi kılmaz, bilakis ayrıca işçiler arasında da hiyerarşik bir tasnifleşme yaratır.”(5)

Kapitalizmde tarımın sanayiye nazaran daha geri seviyede geliştiği ve buna bağlı olarak kır proletaryasının da sanayi proletaryasına göre daha geri olduğu gerçeğini bir kenara bırakırsak, işçi sınıfının içsel tabakalaşması aşağıdaki şekilde olur:

1-Vasıflık durumu.

2-Eğitim durumu (üretimdeki teknik eğitim).

3-Genel eğitim durumu.

4-Beceriklilik durumu.

5-Ücret farklılığından doğan durum vs.

Bu noktalara göre işçi sınıfının içsel tabakalaşması şöyle olur:

En üst tabaka: Burjuvalaşmış işçiler.

Üst tabaka: Eğitimli-kalifiye işçiler.

Orta tabaka: Genel eğitimli, mesleki eğitim görmüş işçiler.

Alt tabaka: Genel eğitimli, teknik eğitimi olmayan, çıraklıktan yetişme işçiler.

En alt tabaka: Genel eğitimi olmayan (okuma yazma bilmeyen), mesleki eğitimi, becerisi olmayan işçiler.

Yeri gelmişken şunu da belirtelim: Lenin, Rusya’da kapitalizmin gelişmesini incelerken köylülüğün sosyal çözülüşünü detaylı bir şekilde anlatır ve bu sınıfın en üst, orta ve en alt tabakalarından bahseder. Lenin’in bu tasnifleştirmesiyle tarafımızdan yapılan tasnifleştirme aynı değildir. Lenin, “sınıf olarak köylülüğün çözülmesiyle, bu sınıfın farklı sınıflara ayrıştığını (burjuvazi-proletarya-küçük burjuvazi) gösterirken, biz, bir sınıf içindeki katmanları belirtiyoruz.

İşçi sınıfını, yaş ortalamasına, cinsiyete (erkek-kadın), ulusal-geleneksel kökene göre de tasnif edebiliriz. Ama bu da ayrı bir ampirik, ayrıntılı araştırmaları önkoşul yapıyor.

İşletme büyüklüğüne göre işçi sınıfının tasnifiyle sınıfın çekirdek kısmını, merkezileşme derecesini; daha çok hangi büyüklükteki işletmelerde toplanmış olduklarını açışa çıkartırız.

İşçi sınıfını işyeri büyüklüğü bazında işyeri sayısına, ücretle çalışanların toplamına ve üretim değerine göre de tasnif edebiliriz. Sanayide çalışan işçiler açısından yapılan bu tespiti genel anlamda işçi sınıfı açısından da yapabiliriz. Böylelikle toplam işçi sınıfı içinde sanayide çalışan işçilerin; sanayi işçilerinin payını tespit etmiş oluruz. Bu türden bir ayrıştırma yukarıda kısmen yapılmıştır.

İşçi sınıfını, doğrudan maddi üretimde olan ve olmayan diye de ayrıştırdığımızda, Marks’ın deyimiyle memleketin ne kadar zenginleşmiş olduğunu ta tespit etmiş oluruz5a.

Yukarıdaki veriler, Türkiye işçi sınıfının yarısından azının maddi değerlerin üretildiği sektörlerde çalıştığını gösterdiğine göre memleket bayağı zenginleşmiş demektir.

Türkiye’de toplam istihdam içinde işçi sınıfının payı önemli boyutlarda artmıştır.

Ekonomik faaliyet koluna göre istihdam edilenlerin toplamı içinde işçi sınıfının payı

Sektörler

1955

 

1960

 

1970

 

1980

 

1990

2000

2005

2009

Elektrik, su,gaz

 

8

13

22

44

26

91

74

78

İnşaat

407

390

662

897

893

1 364

1 107

1 249

Toptan ve perakende ticaret, lokanta ve oteller

519

670

883

1 422

2 154

3 817

4 336

4 542

Ulaştırma, haberleşme ve depolama- a

78

134

420

619

816

1 067

1 074

1 081

Mali kurumlar, sigorta, taşınmaz mallara ait işler ve kurumları, yardımcı iş hizmetleri-b

59

86

183

347

416

709

869

1 339

Toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel hizmetler-c

541

699

1 127

1 755

2 726

3 044

3 349

3 682

Toplam (a+b+c)

1 612

1 992

3 297

5 084

7 031

10 092

10 809

11 971

Sanayi, maden ve tarım proletaryası toplamı

990

1 578

2 095

2 870

3 380

4 144

4 634

4 579

Genel toplam

2 602

3 570

5 392

7 954

10 411

14 236

15 443

16 550

Ekonomik faaliyet koluna göre istihdam edilenlerin toplamı

10 482

11 945

13 768

16 523

18 539

21 580

20 067

21 277

İşçi sınıfının istihdam edilenlerin toplama oranı

24,8

29,9

39,2

48,1

56,2

66

77

77,8

Toplam faal nüfus

 

-

 

-

 

-

 

-

20 150

23 078

22 455

24 748

İşçi sınıfının toplam işgücüne oranı

 

-

 

-

 

-

 

-

51,7

61,7

68,8

66,9

İstatistik Göstergeler 1923-2009, s. 133, 136/137.

 

Bu verilere göre toplam işçi sınıfının istihdam edilen nüfus içindeki payı, 1955’te %24,8’den 1990’da %56,2’e ve 2009’da da %77,8’e çıkıyor. Türkiye’de toplam işçi sınıfının istihdam edilen nüfus içinde payının 50 senede 53 puan artması veya 2 misli artması kapitalizmin gelişmişlik ve hızlı gelişme durumunun açık ifadesidir. 1955’ten 2009’a istihdam edilen nüfus 2 misli artarken işçi sınıfı 6,4 misli artmıştır.

İşçi sınıfının toplam işgücü içindeki payına bakalım. Bu durumda işçi sınıfının toplam işgücü içindeki payı 1990’da yüzde 51,7, 2000’de yüzde 61,7; 2005’te yüzde 68,8 ve 2009’da da yüzde 66,9’a varıyordu.

DPT ve şimdi de TUİK’in verilerine ne denli güvenilir sorusuna bir cevap olsun diye resmi veri olarak açıklanan rakamların ne kadar farklı olduğunu da gösterelim. “2000 Genel Nüfus Sayımı”nda veriler şöyle: İşgücü: 1980=19 212 193; 1990=21 579 996; 2000=28 544 359.

İstihdam: 1980=18 522 322; 1990=23 381 893; 2000=25 997 141 (s. 54). Bu verilere göre de hesaplansa, sonuç değişmiyor; oranlar farklı oluyor, ama eğilim değişmiyor.

Şimdi bir de toplumun burjuva yakasına bakalım

Kapitalist toplumda burjuvazi, her ne kadar bütünsellik ifade etse de, işçi sınıfının yanı sıra diğer ve hakim ana sınıfı oluştursa da mülkiyet karşısındaki ve yönetimdeki konumundan dolayı (ideolojik olarak da) kendi arasında bölüklere ayrılır. Bizi burada ilgilendiren -aynı zamanda işçi sınıfının toplum içinde yaklaşık sayısal ağırlığını tespit etmek için de- bu sınıfın bileşenlerinin ayrıntılı ele alınması değildir. Burada burjuvaziyi işbirlikçi büyük burjuvazi ve “orta sınıf” burjuvazi olarak ele alacağız.

Önce “orta sınıf’ burjuvaziyle başlayalım.

Türkiye Toplumunda “Orta Sınıf” Burjuvazinin, Nam-ı Diğer Küçük Burjuvazinin Yeri

Tartışmasına girmeyeceğiz ama şu kadarını da belirtmeden geçmeyeceğiz. Marksizmde “orta sınıf” diye bir tanımlama yoktur, en fazlasıyla orta tabakalar tanımlaması vardır. Ama marksizmde yeri yoktur, tanımlaması yapılmamıştır diye de var olan bir şeyi inkâr etme durumumuz olamaz. Şayet kapitalist toplumda “orta sınıf’ diye bir sınıf varsa, onun “hal ve gidişine” bakarak bir değerlendirmesini yaparız. Ama aslında önemli olan bu da değil. Aslında önemli olan, “orta sınıfı”, “güçlenen” orta tabakaları öne sürerek işçi sınıfının -varlığını demeyelim de- tarihsel misyonunu, gücünü yok saymaktır. Bunu yapanları; “Elveda proletarya” diyenleri, “sanayi devrimi”yle kapitalizmi bitirenleri -böylelikle işçi sınıfını da bitirenleri, işçi sınıfının yaşam koşullarındaki değişime bakarak ve Marks döneminden kalma proleter arayarak hani işçi sınıfı diyerek onu yok sayanları; Gorz’ları, Negri’leri, yerli malı Belge’leri, akıllara durgunluk verecek pişkinlikle önce işçi sınıfının varoluş koşullarını ortadan kaldırıp sonra da sosyalizmden bahsedenleri bu yazımızda bir kenara koyuyoruz.

Büyüyen “orta sınıf” veya orta tabaka rezaleti ve gerçekler:

“Görmüş olduğumuz gibi, kapitalist üretim tarzının sürekli eğilimi ve gelişme yasası, üretim araçlarını gitgide emekten ayırarak, dağınık üretim araçlarını büyük kitleler halinde bir araya toplar ve böylece işi, ücretli işe, üretim araçlarını sermayeye dönüştürür. Ve bu eğilime, öte yandan, toprak mülkiyetinin sermaye ve emekten bağımsız hale gelerek ayrılması ya da bütün toprak mülkiyetinin, kapitalist üretim tarzına uygun düşen bir toprak mülkiyetine dönüşmesi tekabül eder.”(6)

Marks’ın bu tespitleri günümüz kapitalist toplumunun yapısına ışık tutmaktadır. Kapitalist toplum üretim araçları mülkiyeti temelinde; üretim ilişkileri temelinde kesin hatlarla ikiye ayrılmış durumdadır; bir taraftan üretim araçlarını elinde tutan azınlık ve diğer taraftan da bu araçlardan mahrum olan ve yaşamını sürdürebilmek için iş gücünden başka satacağı bir şeyi olmayan ezici çoğunluk. Bu ezici çoğunluğun varlığı toptancı bir tarzda reddedilmiyor, “kırk dereden su getirilerek” reddediliyor. Her ret, orta tabakaların hanesine yazılan bir çoğalma oluyor. Şimdi bunun nasıl yapıldığına bakalım.

Zincirlerinden Başka Kaybedecek Bir Şeyi Olmayan Sınıf, Kaybedeceği Bir Şeyleri Olan Sınıf Konumuna Getiriliyor

Yaşam koşulları değişmiş, işçi sınıfı düne nazaran bugün daha çok tüketim imkanına sahip; bir kısmının evi, otomobili var. Ev eşyası olarak buzdolabı televizyon, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi artık gösterge olmaktan çıkmış. Şimdi dünyanın dört bucağında kendi kendine Marksist olanlar, işçi sınıfının kaybedecek bir şeyleri var. Bunları kaybetmek istemeyecek, artık Marks’ın tanımladığı işçi yok. Ya ne var? Kaybedecek bir şeyleri olanlar var; yani orta tabakalaşmış olanlar var.

Bu kendi kendine Marksistler, genel anlamda mülkiyetle üretim araçlarının özel mülkiyetini birbirine karıştırıyorlar.

Bu konuda Marks ve Engels: “Komünizmin ayırıcı özelliği, genel olarak mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva mülkiyetinin ortadan kaldırılmasıdır...

Peki, ücretli iş, proleterin işi ona bir mülkiyet yaratır mı? Asla. Bu, sermaye, sadece, yani ücretli işi sömüren ve yeni sömürü için yeni bir ücretli iş arzı doğuran koşullarda çoğalan mülkiyeti yaratır. Mevcut biçimi içinde mülkiyet, sermaye ile ücretli iş karşıtlığı içinde hareket eder...

Ücretli işin ortalama fiyatı, asgari ücret, yani işçinin işçi olarak hayatta kalması için zorunlu olan geçim araçlarının toplam miktarıdır. Demek ki, ücretli işçinin faaliyetiyle sahip olduğu şey sadece onun çıplak hayatını yeniden üretmesine yeter. İnsan yaşamının devamı ve yeniden üretimi için yapılan ve geriye başkalarının işine komuta edecek hiç bir fazlalık bırakmayan iş ürünlerinin bu kişisel mülk edinilmesini, hiç bir biçimde kaldırmak niyetinde değiliz. Ortadan kaldırmak istediğimiz tek şey, sadece, işçinin sırf sermayeyi artırmak için yaşadığı, egemen sınıfın çıkarının gerektirdiği kadar yaşadığı mülkiyetin bu rezil karakteridir.”(7)

Burjuvazinin ideologları, “sol” içindeki uzmanları, kapitalizmi alternatifsiz kılmak için, onu yıkacak ve sosyalizmi kuracak sınıfı yok saymanın ve orta tabakayı güçlendirmenin yolunu işçinin kişisel kazançla edindiği otomobil ve evi, orta tabakalaşan işçi sınıfı için gösterge olarak ele alacak derecede düşkünleşmiştir.

Beyaz Yakalı - Mavi Yakalı Esprisi:

Bu konuyu yukarıda ele aldık. Beyaz yakalılar (memurlar, hizmet sektörü çalışanları, bir bütün olarak aydınlar vs.) işçi sınıfı statüsünden çıkartılarak orta tabaka statüsüne konuyor ve böylece işçi sınıfı sayısal olarak azalırken ve toplumsal misyonu eritilirken orta tabaka güçlendirilmiş oluyor.

Azalan Üretken İş - Üretken Olmayan İş Esprisi:

Bu konuyu da yukarıda ele aldık. Üretkenliği maddi değerlerin (çoğunlukla da sanayi) üretimiyle sınırlandıran burjuva ideologlar ve onların izinde yürüyen “sol”lar, sayısal olarak işçi sınıfının eridiği görüşündedirler. Gerçekten de sanayide çalışan proletaryanın sayısı giderek azalmaktadır. Ama bu, üretken işin, dolayısıyla işçi sınıfının yok olduğu anlamına asla gelmez. Bu süreç gelişen kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucudur ve gelişmenin böyle olacağını Marks şu sözleriyle ifade ediyordu:

“Bir ülke, üretken gücü, toplam ürüne göre ne kadar küçük olursa o kadar daha zengindir, tıpkı kapitalist birey için olduğu gibi: Aynı fazlayı üretmek için ne kadar daha az işçiye gereksinim duyarsa onun için o kadar iyidir. Ürün miktarı aynı kalmak üzere, üretken nüfus, üretken olmayan nüfusa göre ne kadar küçük olursa, o ülke o kadar daha zengindir. Çünkü üretken nüfusun rakam olarak göreli azlığı, emeğin üretkenliğinin göreli derecesini bir başka biçimde ifade etmektedir.”(8)

Burjuva ideologların, toplum bilimcilerinin ve onların “sol” uzantılarının bütün çabası, kapitalist sistemde yaşanmakta olan hemen her değişimi, gelişmeyi işçi sınıfının yok oluşu biçiminde yorumlamaktır. Güçlenen “orta sınıf” veya zayıflayan “orta sınıf’, sosyal devletçilerden neoliberallere varana kadar burjuva toplum bilimcileri tarafından sürekli işlenmekte, sistemin bel kemiği olarak gösterilmektedir. Güçlü bir “orta sınıf’ kapitalizmin geleceğidir. Bütün espri bu. Bu nedenle “alım gücü” biraz artan, birtakım tüketim maddesi edinme olanağına sahip olan her işçi veya memur statüsündeki işçi, mühendis, öğretmen vs. güçlenen orta sınıfın bileşenlerinden sayılmaktadır. Hal böyle olunca ortaya gerçekten de güçlü bir “orta sınıf’ çıkmaktadır.

“Orta sınıf’ veya orta tabakalar, kapitalizmde sürekli ayrışmak zorunda olan, giderek cılızlaşan, beslenme kaynakları sürekli kuruyan, ama kapitalizmin nesnel gerçekliğinden dolayı da bitmeyen bir ara tabakadır. Marks, “üretken sınıfları oluşturanların eski parçaları giderek proletaryanın saflarına katılır. Küçük bir kısmı da orta sınıfa yükselir” derken bu ayrışmadan bahsediyordu(9). Bu tabaka, Marksist literatürde küçük burjuva diye tanımladığımız tabakadır.

Marks, üretimle bağlamı içinde bu tabakanın zanaatçılar ve köylüler kesimiyle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapar:

“Kendi üretim araçlarıyla çalışan bu üreticilerin, yalnızca kendi iş güçlerini yeniden üretmekle kalmayıp bir artı değer yaratıyor olmaları olasıdır; konumları, onların kendi artı değerlerini ya da (bir bölümü, vergi vb. ile onlardan alındığı için) artı değerlerinin bir bölümünü kendilerinin sahiplenmelerine olanak verir. Ve burada, belirli bir üretim biçiminin başat üretim biçimi olduğu, ancak üretim ilişkilerinin tümünün buna bağımlı hale girmemiş olduğu topluma özgü bir durumla karşı karşıya kalırız. Feodal toplumda, örneğin feodalizmin özünden çok uzaklaşmış olan ilişkilere feodal bir biçim verilmişti; örneğin lord ile vasal arasında karşılıklı kişisel hizmet ilişkisinin izlerini taşımayan basit para ilişkilerine, feodal bir biçim iliştirilmişti... Kapitalist üretim biçiminde de durum tamamen aynıdır... Bağımsız köylü ve zanaatçı iki kişiye bölünmüştür. Üretim araçlarının sahibi olarak kapitalisttir; işçi olarak ise kendisinin ücretli işçisidir.

Bu nedenle, kapitalist olarak kendisine ücret öder ve sermayesinden kâr elde eder; yani ücretli işçi olarak kendini sömürür ve artı değeri, işçinin sermayeye borçlu olduğu haracı, kendine öder.”(10)

Buradan hareketle kır proletaryası ve yoksul köylülük dışında bütün köylü katmanlarını; küçük köylülükten büyük toprak sahiplerine kadar bütün köylüleri küçük burjuva ve burjuva olarak görmek gerekir. Bunların küçük köylülük, orta köylülüğün alt kesimi küçük burjuva konumundayken, zengin köylülüğün üst kesimi ve büyük toprak beyleri doğrudan hakim burjuva konumundadır.

Bunun ötesinde kendi üretim araçlarıyla üreten, kendi mülkiyetinde olan araçlarla ticaret yapan zanaatkârlar ve ticaret erbabı da bu kategoride ele alınmalıdır.

Sonuç İtibarıyla

Marks’ın dediği gibi kapitalizm, “kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır”(11). Bu değişim içinde kapitalist üretim biçimi, sadece meta ve artı değer üretmez, aynı zamanda bir yanda kapitalist, diğer yandan da ücretli işçi olmak üzere kapitalist ilişkiyi de üretir ve yeniden üretir (Marks).

Bu anlamda kapitalizm bu iki ana sınıf arasında kalan küçük burjuvaziyi de üretir. Sayısal olarak ne kadar üretir sorusuna yukarıda birtakım verilerle cevap vermeye çalıştık. Gerçek bir sayı peşinde değiliz. Ama en azından gerçeğe yakın bir oransal sonuç hiç de fena olmaz.

Diğer taraftan unutmamak gerekir ki, “kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizma” olan kapitalizm, aynı zamanda gelişmesinin en yüksek olduğu ülkelerde bile toplumu safi olarak iki ana sınıfa ayıramamıştır; onun diyalektiği iki ana sınıfın yanı sıra ara tabakaları da üretmeyi beraberinde getirir. Ama en önemlisi, gelişen kapitalizmin kaçınılmaz olarak işçi sınıfının çoğalmasını, büyümesini beraberinde getirmesidir(12). Aşağıdaki veriler bu gelişmenin sayısal bir sonucu olarak görülmelidir.

İşteki duruma göre istihdam edilenler, 15+ yaş

Çalışan nüfusun işteki durumuna göre sosyal bileşimi

1990

2000

2005

2009

İşçi sınıfı

Ücretli ve Yevmiyeli

7 223

10 488

11 436

12 770

Burjuvazi

İşveren

832

1 109

1 101

1 209

Küçük burjuvazi

Kendi Hesabına

4 901

5 325

4 689

4 429

Küçük burjuvazi

Ücretsiz Aile İşçisi

5 582

4 659

2 841

2 870

Kendi Hesabına + Ücretsiz Aile İşçisi

-

10 483

9 984

7 530

7 299

Toplam

Toplam

18 538

21 581

20 067

21 277

İşçi sınıfı

Ücretli ve Yevmiyeli, %

39

48,6

57

60

Burjuvazi

İşveren , %

4,5

5,1

5,5

5,7

Küçük burjuvazi

Kendi Hesabına, %

26,4

24,7

23,4

20,8

Küçük burjuvazi

Ücretsiz Aile İşçisi, %

30

21,6

14,2

13,5

Kendi Hesabına + Ücretsiz Aile İşçisi

%

56,6

46,3

37,5

34,3

İstatistik Göstergeler 1923-2009, s. 142.

 

“Ücretli ve yevmiyeli”leri bir bütün olarak işçi sınıfı olarak aldık. “İşveren” kavramına dahil olanları burjuvazi olarak kabul ettik. “Kendi Hesabına + Ücretsiz Aile İşçisi” kavramı altında kastedilenleri küçük burjuvazi olarak değerlendirdik. Bunların hepsi tartışmaya açık, birkaç örneği daha verilmeden tek başına alındığında yanlış değerlendirmeye yönlendirebilecek verilerdir. Bu durumun bilincinde olarak yukarıdaki verilerden hareket ederek Türkiye’de nüfusu işteki durumuna göre sınıflara ayırdık. Bu durumda:

İşçi sınıfının “İşteki durumuna göre istihdam edilen” nüfus içindeki payı 1990’da yüzde 39; 2000’de yüzde 48,6; 2005’te yüzde 57 ve 2009’da da yüzde 60.

Burjuvazinin “İşteki durumuna göre istihdam edilen” nüfus içindeki payı 1990’da yüzde 4,5; 2000’de yüzde 5,1; 2005’te yüzde 5,5 ve 2009’da da yüzde 5,7.

Küçük burjuvazinin/orta tabakaların “İşteki durumuna göre istihdam edilen” nüfus içindeki payı 1990’da yüzde 56,6; 2000’de yüzde 46,3; 2005’te yüzde 37,5 ve 2009’da da yüzde 34,3.

 

İşteki duruma göre işgücünün ve istihdam edilen nüfusun sınıfsal bileşimi

 

1000 kişi

1980

1990

2000

Toplam işgücü (İstihdam+işsiz sayısı)

19 212

24 727

28 544

Toplam istihdam(işgücü-işsiz sayısı)

18 522

23 382

25 997

İşçi sınıfı (Ücretli, maaşlı veya yevmiyeli)

6 162

8 991

11 314

Burjuvazi (İşveren)

 

176

313

677

Küçük burjuvazi-Orta “sınıf“ (Kendi hesabına)

4 277

5 204

5 228

Küçük burjuvazi-Orta “sınıf“ (Ücretsiz aile işçisi)

7 860

8 871

8 775

Küçük burjuvazi-Orta “sınıf“ toplamı

12 137

14 075

14 003

İşçi sınıfının toplam işgücüne oranı

32,1

36,4

39,6

İşçi sınıfının toplam istihdama oranı

33,3

38,4

46,1

Burjuvazinin toplam işgücüne oranı

0,9

1,3

2,4

Burjuvazinin toplam istihdama oranı

1

1,3

2,6

Küçük burjuvazinin-orta “sınıf“ın toplam işgücüne oranı

22,3

21

18,3

Küçük burjuvazi-orta “sınıf“ın toplam istihdama oranı

23,1

22,3

20,1

Küçük burjuvazi-orta “sınıf“ toplamının toplam işgücüne oranı

63,2

56,9

49,1

Küçük burjuvazi-orta “sınıf“ toplamının toplam istihdama oranı

65,5

60,2

53,9

2000 Genel Nüfus Sayımı, s. 54, 57.

 

Bu durumda yukarıdakinden farklı bir sonuca varıyoruz. İşçi sınıfının toplam işgücüne ve istihdam edilen nüfusa oranı sürekli artıyor; toplam işgücüne oranı 1980’de 32,1’den 2000’de yüzde 39,6’ya ve toplam istihdamdaki payı da aynı yıllarda yüzde 33,3’ten yüzde 46,1’e çıkıyor.

Aynı yıllarda küçük burjuvazinin (veya orta tabakanın-“orta” sınıfın) toplamının işgücüne oranı yüzde 63,2’den yüzde 49,1 ve toplam istihdama oranı da yüzde 65,5’ten yüzde 53,9’a düşüyor. Her halükarda bu hesaplamalardan çıkartılması gereken sonuç, işçi sınıfının sayısal olarak çoğalmasıdır, küçük burjuva tabakanın giderek önemini yitirmesidir. Türkiye toplumunda işçi sınıfının çalışabilir nüfus içindeki ağırlığının 1960’da yüzde 22’den 2000’de yüzde 46,1’e ve şimdilerde de yüzde 60’a çıkması, orta tabakanın çalışabilir nüfus içindeki ağırlığının 1960’da yüzde 76,2’den 2000’de yüzde 53,9’a ve şimdilerde de yüzde 34,3’e düşmesi kapitalizmin gelişmişlik boyutlarını göstermesi bakımından oldukça önemli bir göstergedir.

Dipnotlar

(Ayrıca belirtilmediyse sayfa numaraları Almancasına göredir.)

1-“Nihayet, büyük sanayinin olağanüstü üretkenliği, diğer bütün üretim alanlarında iş gücünün daha geniş ve yoğun bir şekilde sömürülmesiyle elele vererek, işçi sınıfının büyük bir kesiminin üretken olmayan bir biçimde çalıştırılmasını ve böylece eskiden ev işlerini yapan kölelerin şimdi de, erkek ve kadın hizmetçi, uşak vb. gibi adlar altında bir hizmetkârlar sınıfı olarak tekrar ortaya çıkmasına izin vermiş olur.” ( K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 469)

2-“Maddi nesneler üretiminin dışında kalan bir alandan örnek alırsak, bir öğretmen, öğrencilerin kafaları üzerinde iş harcamasının yanı sıra, eğer okul sahibini zenginleştirmek için de eşek gibi çalışıyorsa, üretken bir işçi sayılır. Okul sahibinin, sermayesini, sosis fabrikası yerine öğretim fabrikasına yatırmış olması hiç bir şeyi değiştirmez. Demek, oluyor ki, üretken işçi kavramı, yalnızca, iş ile yararlı etki arasındaki işçi ile iş ürünü arasındaki bir ilişkiyi anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda, tarihsel gelişmeden doğan ve işçiye, doğrudan doğruya artı değer yaratma aracı damgası vuran özgül bir toplumsal üretim ilişkisini de anlatıyor. Bu nedenle, üretken işçi olmak talih değil talihsizlik eseridir.” (K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 532)

3-“Sözüm ona ‘daha üst derece’ işçiler denen büyük kitle -devlet görevlileri asker kişiler, sanatçılar, doktorlar, rahipler, yargıçlar, avukatlar vb.- ki bunların bazıları üretken olmamakla kalmaz hatta özünde yıkıcıdır. Ne var ki, bir yandan “maddi olmayan" metalarını satarak bir yandan da halka zorla kabul ettirerek “maddi" zenginliğin çok büyük bir kısmını nasıl ele geçireceklerini çok iyi bilirler; işte bu kitle, ekonomik yönden ... (panayır cambazları) ve ... (hizmetçiler) ile aynı sınıfa sürgün edilmeyi ve yalnızca tüketimden pay alan ve gerçek üreticilerin (ya da üretim ögelerinin) sırtından geçinen asalaklar olarak görünmeyi çok tatsız buldular. Bu, o zamana dek, başında bir hale taşıyan ve hurafelere dayalı bir saygı gören işlevlere küfür etmekle birdi. Burjuvazinin ... (sonradan görme) döneminde olduğu gibi, politik ekonomi de kendi klasik döneminde devlet mekanizmasına karşı, son derece haşin eleştirel bir tutum benimsemişti. Daha sonraki aşamada -pratikte de görüldüğü üzere- bir bölüğünü tümüyle üretken olmayan bu sınıfların miras alınmış toplumsal kombinasyonunun, bizzat kendi örgütlenişinin gereği olduğunu, ondan kaynaklandığını idrak etti ve öğrendi.” (K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 145, Türkçesi, s. 163-164)

4-K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 469-470.

5-K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 370-371,381.

5a)“Bir ülke, üretken gücü, toplam ürüne göre ne kadar küçük olursa o kadar daha zengindir, tıpkı kapitalist birey için olduğu gibi: Aynı fazlayı üretmek için ne kadar daha az işçiye gereksinim duyarsa onun için o kadar iyidir. Ürün miktarı aynı kalmak üzere, üretken nüfus, üretken olmayan nüfusa göre ne kadar küçük olursa, o ülke o kadar daha zengindir. Çünkü üretken nüfusun rakam olarak göreli azlığı, emeğin üretkenliğinin göreli derecesini bir başka biçimde ifade etmektedir.” (K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 199, Türkçesi, s. 214-215)

6-K. Marks, Kapital C. 3, METE, C. 25, s. 892, Türkçesi, s. 775.

7-“Ama modern burjuva özel mülkiyet, ürünlerin üretilmesinin ve mülk edinilmesinin sınıf zıtlıklarına, birinin diğerini sömürmesine dayanan sisteminin nihai ve en tam ifadesidir. Bu anlamda, komünistler teorilerini tek bir tümcede -özel mülkiyetin kaldırılması- özetleyebilirler.

Çalışarak elde edilmiş, bizzat edinilmiş, bizzat kazanılmış mülkiyet! Burjuva mülkiyetten önce gelen küçük burjuva ve küçük köylü mülkiyetinden mi söz ediyorsunuz? Bunu ortadan kaldırmamıza gerek yok; sanayideki gelişme bunu zaten büyük ölçü de ortadan kaldırmıştır ve hâlâ da gün be gün ortadan kaldırıyor.

Yoksa modern burjuva özel mülkiyetten mi söz ediyorsunuz?” (Marks-Engels, Komünist Manifesto, s. 51-52, Akademi Yayın, Çeviren: İbrahim Okçuoğlu)

8-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 199, Türkçesi, s. 214-215.

9-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 200, Türkçesi, s. 215-216.

10-K. Marks, Artı Değer Üzerine Teoriler C. 1, METE, C. 26/1, s. 383, Türkçesi, s. 38-382.

11-K. Marks, Kapital C. 1, METE, C. 23, s. 16.

12-“İngiltere’de modern toplumun ekonomik yapısı, hiç kuşkusuz en üst düzeyde ye en klasik biçimde gelişmiştir. Ne var ki, burada bile, sınıflardaki tabakalaşma, en saf biçimi içerisinde görünmez. Burada bile, orta ve ara tabakalar, (kentlerdekine göre kırsal bölgelerde çok daha az olmakla birlikte) her yerde sınır çizgilerini silikleştirmiştir. Ama bunun bizim incelememiz için önemi yoktur. Görmüş olduğumuz gibi, kapitalist üretim tarzının sürekli eğilimi ve gelişme yasası, üretim araçlarını gitgide emekten ayırarak, dağınık üretim araçlarını büyük kitleler halinde bir araya toplar ve böylece, emeği ücretli işe üretim araçlarını sermayeye dönüştürür. Ve bu eğilime, öte yandan, toprak mülkiyetinin sermaye ve emekten bağımsız hale gelerek ayrılması ya da bütün toprak mülkiyetinin, kapitalist üretim tarzına uygun düşen bir toprak mülkiyetine dönüşmesi tekabül eder.” (K. Marks, Kapital, C. 3, METE, C. 25, s. 892)

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi