Sayı 34 / Ocak-Şubat 2009

Mali kriz formunda patlak veren kapitalizmin dünya ekonomik krizi, derinleşerek yoluna devam ediyor. Türkiye ekonomisi de Ağustos ayı itibariyle fazla üretim krizine girdi.

Egemenler, kapitalizmin kolektif çıkarlarının bekçisi ve temsilcisi burjuva devletlerin duruma müdahalesini istediler. İşçi sınıfı ve emekçilerin daha fazla yoksullaştırması, daha ağır sefalet koşullarına itilmesi, buna karşın iflas bayrağı çekmekte olan tekellerin kurtarılması formülü çoktan devreye sokuldu. Emperyalist küreselleşme ideologlarının ve politik sözcülerinin, “Yaşasın özelleştirme”, “Devlet ekonomiden elini çeksin” sloganlarını kriz koşullarında rafa kaldırdıklarına şahit oluyor dünya.

6 Aralık 2008'de 15 yaşındaki Alexandros Gregoropoulos'un (Alexis) polis tarafından katledilmesiyle başlayan ve kısa sürede bir ayaklanmaya dönüşen olaylar; üzerinden (bu makalenin yazıldığı tarih itibariyle) iki haftadan fazla bir zaman geçmesine rağmen henüz durulmuş değil. İsyan bazen şiddetlenerek, bazen hızını kaybederek de olsa devam ediyor. Ayaklanmanın hangi rotada ilerleyeceği henüz netlik kazanmasa da, daha şimdiden dünyanın bütün ezilenleri için bir işaret fişeği olmayı hak ettiği söylenebilir.

Yunanistan Komünist Örgütü (KOE)

[Yunan-isyan’ın etkin katılımcılarından KOE’nin, ayaklanmada itfaiyeciliğe soyunan Yunanistan Komünist Partisi’ne (KKE) yönelik bu eleştirisini, taşıdığı ideolojik anlam ve değer nedeniyle siz okurlarımızla paylaşıyoruz. Yazı, aynı zamanda KKE’nin Türkiye’deki kardeş partisi TKP reformizminin de bir eleştirisi anlamını taşımaktadır, çünkü TKP de Yunanlı itfaiyecilerin ayaklanma karşısındaki tavrını birebir olumlamakta ve paylaşmaktadır. Başlık bize aittir. Yazının orijinal başlığı “Komünistlerin gözü kulağı açık olmalı”dır.]

“Politik liderlerden şiddet eylemlerini kesin bir dille kınamalarını istedim. Şiddeti, yasadışı eylemleri ve antidemokratik yaklaşımları güçlendirenleri tecrit etmek hükümetin ve tüm politik güçlerin birincil sorumluluğudur. ”

Başlıktaki soruya, Taha Akyol’un verdiği yanıtı biliyoruz. Dünya kapitalizminin infilak etmesi, onu da panikletmiş görünüyor. Var gücüyle sosyalizme yönelik her türlü sempatiye karşı gölge dövüşü başlatmış bulunuyor: “Sovyet laboratuvarındaki yetmiş yıllık uygulama da göstermiştir ki, ‘piyasa’ ve ‘üretim araçlarının özel mülkiyeti’ olmadan modern bir ekonominin işletilmesinin sihirli formülü (henüz) yoktur. Piyasa değilse ne? Bunun cevabı yok! ... ‘Piyasa’da kişiler ve şirketler tarafından bir günde milyarlarca işlem serbestçe yapılır. ‘Piyasa’yı kaldıracak bir sosyalist sistemde bu milyarlarca işlemi kimler, hangi mekanizmalar yapacak?! Cevap ‘devlet’ ise, bunu Sovyet imparatorluğu denedi, iflas etti.” (Milliyet, 23, 26 ve 28 Kasım)

En karanlık ormanın en fazla ortasına kadar gidebilirsiniz. Geriye kalanında karanlıktan çıkmaktasınız.

(Çin Atasözü)

İnsanlık, gelmekte olan yeni bir çağın şafağına yürüyor. Karanlıklar çağının yıkıntıları arasında yepyeni bir güneş beliriyor. İnsanın insanı sömürerek üretici güçleri geliştirdiği tarih, temellerinden çatırdıyor. Ölmekte olan bir tarihin küllerinden doğmakta olan yeni bir serüvenin dumanları yükseliyor. Zamanı geldi. Kapitalizmin rahminde büyüyen bebek zorunluluklar âleminden özgürlükler âlemine çıkmak için sabırsızlanıyor. Can çekişen kapitalizm, yeni bir çağın müjdesini taşıyor: Komünizm çağı!

“Zaman” prizmasından bakıldığında her “doğum günü”, zamanın iki yakasının birleşip bağlandığı bir düğüm, geçmişle geleceğin kesişip buluştuğu bir randevu yeridir. Herhangi bir zaman kesiti, herhangi bir ”gün” değil de; doğum günleri, yıl dönümleri oluşu/var oluşu veyahut da başlangıcı simgeleyen nitelikleri nedeniyle, böyle bir geçmiş gelecek diyalektiğini kendiliğinden biçimde potansiyel olarak barındırırlar:

Atılım'ın Kürt ulusal sorununda Yürüyüş'e karşı yürüttüğü teorik-ideolojik mücadeleye, Partizan müdahil olma gereksinimi duydu. Hakkıdır. Kaldı ki, böyle bir teorik-ideolojik tartışma ve mücadeleye dahil olması da memnuniyetle karşılayacağımız, istenilir bir şeydir. Diğer yandan, Partizan'ın tartışma yöntemini çok doğru ve isabetli bulmadığımızı da belirtmeliyiz. Atılım ve Yürüyüş arasındaki tartışmada tarafların teorik-ideolojik yaklaşımları arasında kendi konumunu belirliyor, oradan da tarafları elektronik terazi ile tartma yöntemiyle “eleştiriyor!” Oysa başka bir yöntem izleyebilirdi. Atılım ve Yürüyüş eleştirilerini ayrı ayrı ele alabilirdi. Bu; hem Partizan'ın kendi görüşlerini açmasını, daha anlaşılır biçimde vermesini sağlar, hem de okurun, ilgi duyanların tartışmanın tarafları arasındaki teorik-ideolojik farkları görmesini ve kavramasını kolaylaştırırdı. Partizan'ın yöntemi, kendilerinin de istemeyeceğini sandığımız bir görünüme de yol açıyor. Yazıdan, tartışan Atılım ve Yürüyüş'ün dışında bir nevi yetkili üst bir otorite, bir bilirkişi havası çıkıyor. Fakat daha önemlisi, bu yöntemin tartışılan konuları karmaşıklaştırarak, sorunların ve farklı teorik-ideolojik yaklaşımların anlaşılmasını zorlaştırıyor olmasıdır.

5. Dünya Su Forumu’nun “Farklılıkların Birleştirilmesi” ana başlığıyla, “Sürdürülebilir Kalkınma İçin Su Temini” ve “Suya Dayalı Kalkınma İçin Gerekli Mekanizmaların Temini” konuları çerçevesinde, altı temada on dört alt başlıkla, 16-22 Mart tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirileceği duyuruldu. (Forum’a ilişkin ayrıntılı bilgi, www.worldwaterforum5.org adresinden edinilebilir.) Meslek odaları, emek örgütleri, devrimci, ilerici, sosyalist kurumlar ise emperyalistlerin bu forumuna karşı Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’yla mücadeleyi örgütlüyorlar. Biz de bu zirve öncesinde su sorununu inceleyerek bu mücadeleye katkı sunmak istedik.

Forum’un başlığı “Farklılıkların Birleştirilmesi” olsa da, konunun ana teması GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) projesi kapsamında da ele alınan, suyun dünya pazarına sunulması, özelleştirme kapsamına alınarak emperyalist tekellere pazarlanmasıdır. Artık bu projenin sonuna yaklaşan emperyalist tekeller, işi daha fazla uzatmak istememektedirler. Doğaldır ki, ezilenler de bunu dikkate alarak konumlanacaklardır. Burada en önemli nokta da emperyalist ve işbirlikçi iktidarların dezenformasyonuna aldanmamak ve gerçeği bütün çıplaklığıyla görmektir.

[Ezilenlerin Sosyalist Platformu'nun Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde yayımladığı bu broşür, yerel yönetimler ve kent sorununa yaklaşımda sosyalist perspektifi ortaya koyuyor. Broşürü, taşıdığı bu güncel önem nedeniyle okurlarımızla paylaşıyoruz.]

Mart 2009 yerel seçimleri, işçi emekçi milyonları vuran ağır ekonomik kriz koşullarında geliyor. Sömürücü düzen, kendi yarattığı krizinin bedelini bir kez daha emekçilere ödetmeye çalışıyor. Yüzbinlerce işçi, işsiz kaldı. Mutfaklarda yangın var. Doğalgaz zamlarıyla, ısınma lüks oldu. Krizin bedelini ödememek için işçiler-emekçiler sokakları ısıtmaya başladı.

Hıristiyanlık, Roma kölelik düzeni içinde ortaya çıkmıştır. Başlangıçta öğretileri, yeryüzünde karşılaştıkları eziyete katlanmalarının ödülünü ahiret yaşamlarında alacaklarını vaaz ediyordu. Dünya nimetlerinden, maddi yaşamdan, zenginlik ve şatafattan, lüksten uzak durma, sufice bir yaşam, yoksul ve kanaatkâr, çileci hayatı yeryüzünün sınavı olarak öneriyordu. Kölelik düzeninin devamından yana, köleliğe katlanmayı tanrısal buyruğa karşı çıkmamanın bir gereği olarak kabul ediyordu. Köleliğe başkaldırı, sınıf çelişkilerinin derinleşmesi, halk-devlet çatışmasının sertleştiği koşullarda Hıristiyanlık içinden isyancı doktrinler uç vermeye başladı.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi