22 Temmuz Seçimleri Aynasında Kadın Ve Politika

İlkel komünal toplumda henüz işbölümünün ortaya çıkmadığı aşamada özel uzmanlaşmış yönetici bir sınıftan söz edilemez. Emek üretkenliğinin artarak, ortaya fazla ürünün çıkması ve artı ürünün mülk edinilmesinin gündeme gelmesiyle birlikte bu artı ürünü denetleyenlerin ayrıcalıklı bir konuma yükselmeleri söz konusu oldu. Üretim sürecine doğrudan dahil olmayan bu ayrıcalıklılar, uzmanlaşmış bir yönetici tabaka oluşturdu.

Özel mülkiyetin ve sınıfların ortaya çıkışı, zor aygıtının devreye girişi ve devletin ortaya çıkışıyla birlikte “yönetme” eylemi siyasallaşır. “Yönetmek” işi artık bir zor ve egemenlik aracı olan devlet aracılığıyla gerçekleştirilir. Egemen sınıfların ezilen sınıflar karşısında sınıfsal çıkarlarını korumak üzere ortaya çıkan zor aygıtı; sınıf olarak ezilen sınıf ve kesimleri “yönetmek” işinin dışında bırakmakla kalmaz, aynı zamanda baskı altına aldığı kadın cinsini de tümüyle bu işin dışında tutar.

Lenin politikayı; devlet işlerine, yönetimine, devlet faaliyetlerinin biçim, görev ve içeriğinin belirlenmesine karışmak, belirlemek olarak, tanımlar.

Devlet, hakim sınıfın zor ve egemenlik aygıtı olduğuna, “yönetenler” ve “yönetilenler” ilişkisi yarattığına göre, hakim sınıflar, söz konusu “karışma” eyleminin biçimlerine sınırlamalar getirmeye çalışırlar. Burjuvazi bakımından politika, burjuva düzenin ve hakimiyetinin kendi çıkarları doğrultusunda yeniden üretiminden ibarettir. Bu sebeple işçilerin, emekçilerin ve ezilen cinsin/kadınların politikayla ilişkilenişlerini, kendi egemenliklerini yeniden üretme süreçlerine dahil etme biçimleriyle sınırlamaya çalışırlar. Örneğin, birkaç yıl da bir gerçekleştirdikleri seçimlerle işçi ve emekçilere sundukları partileri onaylatmak, “rızasını almak” bu yöntemlerin başında gelir. Hatta biricik yöntemleri de olduğunu söyleyebiliriz. İşçileri, emekçileri ve bilcümle ezilenleri bu orta oyununda birer oy pusulasıyla sürece dahil edildiklerine inandırmaya çalışırlar. Onların dilinde bunun adı da demokrasidir. Ve bu demokrasi oyununda ezilenlerin en ezileni kadınlar, tarihsel olarak oy verme hakkına erkeklerden sonra sahip oldukları gibi; bu hakkı kullanmaları da burjuva demokrasisinin geri olduğu ülkelerde daha belirgin olmak üzere genellikle erkeğin tercihleri doğrultusunda gerçekleşir. Yapılan araştırmaların sonuçları oy verme eyleminde; geri kapitalist ve burjuva demokrasisinin gelişkin olmadığı ülkelerde, kadınların çoğunlukla kendi tercihleri doğrultusunda hareket edemediğini açığa çıkarmıştır. Zira bırakalım “yönetme” işini, genel olarak toplumsal, siyasal yaşamdan cins olarak dışlanmış kadınların siyasal yaşamın bir bileşeni olarak oy verme eylemi de, erkek egemen değer yargılarının gölgesinde gerçekleşir. Dolayısıyla da kadınların babasının, ağabey ya da erkek kardeşinin, -evlendikten sonra da eşinin- siyasal tercihi doğrultusunda oy kullanması normal bir durummuş gibi dayatılmıştır.

Burjuvazinin bütün bu çaba, sınırlandırma ve demagojilerine karşın ezilenlerin politikayla ilişkilenişleri, asla bu orta oyununda figüranlık yapmakla sınırlı kalmamıştır, kalmaz da. Çünkü işçi ve emekçi yığınlar, değişik çıkar ve talepleri için eyleme, harekete geçtikleri her an, devlet denilen baskı aygıtıyla da karşı karşıya gelirler. Bu karşı karşıya gelişlerde, çatışmalarda ezilenler değişik araç ve biçimlerde burjuvazinin çizdiği sınırların dışına çıkarak, devlet işlerine kendi yöntemleriyle müdahale ederek politik yaşama katılmış olurlar.

Burjuva egemenliğinin yeniden üretimi, sürdürülmesi olan burjuva politika; ezilenlere, yürütülen mücadeleler sonucu verili rejimin çerçevesi içinde alan açmak zorunda kalırken, ezilenlerin en ezileni kadınları bir cins olarak tümüyle öteden beri bu alanın dışına hapsetmek istemiş, kadın haklarına dönük demokratik düzenlemelere etkin mücadelelere rağmen büyük direniş göstermiştir. Bütünüyle erkek egemen bakış açısına göre şekillenmiş olan burjuva siyasette kadınların politik yaşama katılımı engellenmiştir. Kuşkusuz bu durum bir çırpıda ortaya çıkmamıştır. Binlerce yıllık bir sürece yayılan tarihsel kökenlere sahiptir. Toplumsal iş bölümün gerçekleşmesi, özel mülkiyetin ortaya çıkışının ardından miras hukukunun devreye girmesiyle kadının ikincil konuma itilişinin serüveni de başlamıştır. Kadının toplumsal yaşamdan dışlanarak eve hapsedilmesinin, bu binlerce yıllık serüvenini çözümlemek ilkel kominal toplumdan başlayan ve bugünde hâkimiyetini sürdüren toplumsal örgütlenmelerin incelenmesi gerektirir ki, yazıda buna girilmeyecektir.

Burjuvazi için politik alan erkeklere aittir ve özellikle yönetici görevleri -kendi sınıfından da olsa- kadınlarla paylaşmak, iktidar alanlarının daralması anlamına gelir. Bu nedenle, kadın ancak erkeğin istediği alanda/yerde ve onun çizdiği çerçevede politika yapabilir. Mecliste kadın sayısının -niceliğin bir nitelik oluşturacağı düzeyde, örneğin kadınların eşitliğe ve çoğunluğa ulaştığı sayıda- artması, kadının politika sahnesinde etkin bir kuvvet olarak yer alması iktidarın belirli ölçülerde de olsa paylaşılması anlamına gelir ki, burjuvazinin buna tahammülü yoktur. Bazı gelişmiş kapitalist ülkelerde parlamentodaki kadın milletvekilleri oranı yüzde 40’ların üzerine çıkmış, kimi ülkelerde kadın kotası uygulaması yasa ve Anayasalarda yer almamıştır. Ama bu kazanımların hiçbiri verilmemiş, kadınların yükselttiği hak mücadelesinin bir ürünü olarak kazanım hanesine yazılmışlardır.

Bugün açısından burjuva siyasette ister burjuva kadınların bu sahnede yer alış düzeyi ve biçimi bakımından olsun, isterse de genel olarak kadınların seçme ve seçilme hakkı bakımından olsun, öncelikle bu hakların kadınların mücadelesiyle elde edildiğinin altını tekrar çizmekte yarar var. Zira burjuvazi kendi sınıfından da olsa kadınların siyasetteki yerini belirli düzeyde tutmayı tercih eder. Düne kadar burjuvazi için kadının siyaset sahnesindeki yeri vitrinlik malzeme düzeyindeydi. Kadın ancak belirli bir etkinliğe ulaştığı burjuva parlamentolarda ise, burjuva egemenliğinin yürütülmesinde bu özsel bir değişiklik yaratmadı. Kuşkusuz kadınların bir özne olarak etkinleşmeleri ileri bir adım oldu, ama aynı kadınların ezici çoğunluğu burjuva partilerden seçildikleri için burjuvazinin sınıf çıkarlarının sürdürülmesinin ve kadınların burjuva boyunduruk altında tutulmasının sürdürücüleri oldular. Ve biliniyor ki, seçim döneminde kadınların oyları peşindeki burjuva partiler için kadınlar; imaj için dizayn ettikleri vitrinlerin dolgu malzemesi oluyorlar/olmaya devam ediyorlar.

Bu bakış açısının şekillendiği politik yaşam, gerek parlamento da, gerekse de siyasi partiler içerisinde karar alma mekanizmalarına doğru gidildikçe, zaten çok sınırlı olan kadınların sayısının da hızla düşüşüne tanık olur. Burjuva siyasette karar mekanizmalarında kadınların herhangi biçimde etkin olmaları, yer almaları erkek egemen siyasetin tahtını etkileyeceği için genel olarak istenmez. Ve bu durum, tümüyle yapısal bir sorundur. İster Türkiye Cumhuriyeti tarihi bakımından olsun, isterse de burjuva demokrasisinin en gelişkin örnekleri bakımından olsun, kadınların genel olarak siyasal yaşamdan soyutlanmasının karar mekanizmalarında yer alış düzeyi oldukça çarpıcıdır. Örneğin, 1935-1977 yılları arasında parlamentoya 69 kadın girebilmiştir, bunların ise yalnızca 2’si hükümetlerde görev alabilmiştir. 1977’den bu güne; yani son 30 yılda ise, bu konuda kayda değer bir gelişmeden söz etmek mümkün değil.

Burjuva meclise girmeyi başaran kadınların etkin bakanlıklarda yer alışının istisna ötesi bir durum olduğunu söylemek isabetli olacaktır. Zira geleneksel olarak kadınlarla özdeşleşmiş alanların politik devamı olarak sayabileceğimizi somut olarak da kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanlığı, kadın vekillere zimmetlenmiş gibidir. Bir zamanlar İmran Aykut’un Çalışma ve Sosyal Güvenlik, “asena” Akşener’in İçişleri Bakanlığı ise istisna duruma birer örnek olmaktan öte bir anlam taşımaz. Erkek egemen burjuva siyasetin kendi sınıfından kadınlara biçtiği rolün mantığı açık olsa da; kadın milletvekillerinin de kendilerini bu geleneksel “Kadın görevleri” olarak tarif edilecek alanların sorumlusu olarak görmeleri ve görev almaları da trajik bir durum arzeder. Burjuva mecliste, kendilerini kadınların temsilcisi, burjuva yasalar çerçevesinde kadınların demokratik taleplerinin savunucusu olarak gören milletvekiline pek rastlanmaz. Ancak, meclis ortamını “güzelleştirme”, “yumuşatma”, “kavgaları azaltma” görevlerini büyük bir şevkle yüklenmişlere sıklıkla rastlanır. Burjuva siyasetteki, genel olarak kadına, dair yapılan bu görev tanımına 22 Temmuz seçimlerinin ortaya çıkardığı tablo üzerinden bakmakta yarar var.

Kadın Adaylar Ve Seçim Listeleri

Tüm burjuva partiler, henüz liste oluşturma aşamasındayken, “Kadın aday sayısı arttırılacak, kadın adaylardan başvuru ücreti alınmayacak, kadının siyasetteki yeri değişecek” vb. türden hayli iddialı(!) sözler sarf ettiler. Listeler açıklandığında bu iddialı söz yığınlarından geriye bir yığın soru işareti ve burjuva kadınlar cephesinden hayal kırıklığı dışında bir şey kalmadı.

AKP 62, CHP 50, ANAP 88, DP 55, MHP 35, CP 119 kadını milletvekili adayı olarak gösterdi.

Açıklanan listelerle birlikte tüm burjuva partilerin kadın kitlelerine yönelik işkembeden atışlarına da nokta konulmuş oldu. Hani bu seçimlerde kadın aday sayısı arttırılacaktı, kadın adaylardan başvuru ücreti alınmayacaktı, kadının siyasetteki yeri değişecekti?! Açıklanan listelerin ortaya çıkardığı tablo, burjuva partilerin bu alanda da ikiyüzlü tutumlarının kanıtı oldu. DYP ile evlenme girişimi fiyaskoyla sonuçlanan ANAP’ın dışında, ki onunda seçimlere katılmamış olması nedeniyle aday adaylarından başvuru ücreti alıp almamasının bir önemi kalmamıştır; başta CHP, AKP, DYP olmak üzere tüm partiler bazı göstermelik indirimler dışında kadınlardan başvuru ücreti aldılar. Bu gerçeği görmek için aşağıdaki tabloyu görmek yeterlidir.

Hemen hemen seçim dönemindeki temel demagojilerden biri, kadınların politikaya ilgisiz oldukları ve yeteri sayıda başvuru yapmadıkları biçiminde olmuştur. Bu safsatanın, hiç değilse 22 Temmuz seçimlerinde bir hükmü kalmadı. Kadın aday sayısının arttırılması konusundaki tartışmalarında etkisiyle küçümsenmeyecek sayıda kadın, milletvekili aday adaylığı başvurusunda bulundu. Dolayısıyla burjuva partilerin bu doğrultudaki demagojileri, gerçekler karşısında paslı bir silaha dönüştü. Bu gerçek, rakamların dilinde de bütün çıplaklığıyla görülebilir. 22 Temmuz seçimlerinde milletvekili aday adaylığı için başvuran kadın sayısı 3 bin 347’dir. Ancak, yalnızca 753’ü listelere alınmış ki, bu, listelerde kendine yer bulan erkeklerin başvurusu karşısında %13 gibi bir rakama tekabül etmektedir.

Toplam aday sayısı ile kıyaslandığında kadın aday sayısının azlığının yanı sıra, daha da önemlisi söz konusu adayların hangi sıralarda gösterildiğidir. Örneğin AKP 62 adaydan yalnızca 12’sini ilk üç sırada gösterirken, “İrticaya karşı laiklik”, “Terörü tekin” söylemleriyle kadınları miting alanlarının temel kuvveti olarak örgütleyerek AKP karşısında elini güçlendirmeye çalışan CHP, 50 kadın adaydan sadece 13’ünü ilk üç sıradan aday gösterdi. Diğer partilerin durumu da pek farklı değil. Bu rakamlar ANAP’ta 88’e 25, DP’de 55’e 8, MHP’de 35’e 5, GP’de 119’a 30’dur.

Görüldüğü üzere burjuva partilerin aday listelerine girmeyi başarabilmiş karınların ezici çoğunluğu listelerin en alt sıralarında, yani seçilemeyecek yerlere konularak; bir kez daha burjuva siyasette kadına geçit verilmemiştir. 8 seçim bölgesinde 6 partinin birinci sıradaki toplam kadın aday sayısı yalnızca 21 iken, erkek adaylardan birinci sırayı alanların sayısı ise 465!

CHP’ye başvuran kadın adayların yüzde 5.28’i, AKP’ye başvuranların yüzde 2.64’ü, ANAP’a başvuran adayların yüzde 3.59’u, GP’ye başvuran adayların yüzde 3.06’sı listelerde yer bulabilmiştir.

MHP ve DP’in durumu kendi nitelikleriyle daha bir uygunluk arzeder. MHP’ye başvuran kadın aday adaylarının yüzde 1.99’u, DP’ye başvuran kadın aday adaylarını ise yüzde 1.75’i listelerin ilk üç sırasında yer bulabildiler.

Rakamlar sorunun, başvuran kadın sayısından değil, erkek egemen bakış açısından kaynaklandığını kanıtlıyor. Üstelik bu partilerin hiç değilse bir bölümü, “Kadınlara kota” uygulamasını savunuyorlardı. Kağıt üzerinde CHP yüzde 25, ANAP yüzde 33, DP yüzde 10 olarak belirlemişti kotayı. Ne var ki, parti listelerinin görünümü, söz konusu partilerin tüzüklerine sadakat bakımından sınıfta kaldıklarının da resmi oldu. Kota uygulamasına biçimsel tarzda yer vererek durumu savuşturanların yanında bir de, “kadınlar mal mı ki kota veriyorsunuz?” diyen bir anlayışa sahip olan AKP var. Kulağa hoş geliyor değil mi? Kadınlar mal değil! Kadını yüceltme demagojisine sığınarak gerçekleri gizlemeye çalışan Erdoğan ve partisi AKP’nin gerçek yaklaşımı nedir? Sahiden AKP kadını mal olarak görmek istemediği için mi kota uygulamasına karşı çıkıyor?

Bütün burjuva partiler gibi AKP’nin de kadının burjuva parlamentodaki yeri, parti organları içindeki etkinliği, iktidar aygıtlarında tutacağı yer vb. konulardaki yaklaşımları erkek egemen bakış açısıyla şekillenmiştir. Dolayısıyla kadının etkinliği konusundaki pratikleri de bu bakış açısıyla yön verdiği ikiyüzlü politikaların icrasından ibarettir.

Burjuva siyasette kadın ile erkek arasında yapılan ayrımcılığın önemli bir görünümü de, aday belirleme kıstaslarında açığa çıkmaktadır. Kadına seçme seçilme hakkının tanınmasının ardından değişik seçim dönemlerinin verileri incelendiğinde, bunun da yapısal bir sorun olduğu rahatlıkla görülebilir. Örneğin, “1935-1977 döneminde görev yapan kadın parlamenterlerin yüzde 68.1’i üniversite mezunu, yüzde 27.5’i lise veya dengi bir teknik okul mezunu olup, ilkokul eğitimi görmüş olanların oranı yüzde 2.9’dan ibarettir.”(1)

1935-1977 yıllarında kadınların genel olarak eğitim düzeyleri düşünüldüğünde bu rakamların hayli yüksek bir düzeyi gösterdiği rahatlıkla söylenebilir. “1980’e değin parlamentoya giren 69 kadının 47’si üniversite mezunu (yüzde 68) ve bunlardan 10’u lisansüstü derece sahibi. Bazıları yabancı ülkelerde okumuş, bazıları birkaç üniversite bitirmiş, birçoğu birkaç yabancı dil biliyor.”(2)

Bugün açısından da kadın milletvekili adayları ile erkek adaylar arasında bir kıyaslama yapılacak olursa, milletvekili belirleme kıstaslarındaki belirgin ayrımcılığın devam ettiği gerçeği karşımıza çıkar. Erkek adaylar için neredeyse önşartsız bir kabul söz konusu olduğu halde; kadın adayların on parmağında on marifet olması istenir. Parlamentonun tarihi boyunca sayısız ilkokul mezunu erkeğin parlamentoya girmiş olması, bu ayrımcılığın çok açık göstergesidir. Şirin Tekeli’nin deyimiyle; kadın adaylardan, milletvekillerinden “Seçkinin seçkini” olmaları istenir. 22 Temmuz seçimlerinde gerek genel olarak adayların, gerekse de seçilmiş kadınların özgeçmişleri incelendiğinde ezici çoğunluğun akademisyen, avukat, mali müşavir, kaymakam gibi meslek gruplarından geldikleri görülecektir.

Burjuva partiler, kadın aday listelerini oluştururken tıpkı bir sermayedar gibi hareket ederler. Pazarlama esastır. Dolayısıyla öne çıkacak isimler, “Hangi kadın daha çok sansasyon yaratır” sorusu yanıtlanarak belirlenir. Bir propaganda malzemesi olarak değerlendirilen kadınların isimleri çarşaf çarşaf yayınlanır. Medyatik isimler allanıp pullanarak medyanın ilgi odağı haline getirilmeye çalışılır. Aday belirlemede, vitrin oluşturma temel alındığından, partinin genel çizgisi, ilkeleri vb.’ni rafa kaldırmada da herhangi bir beis görülmez. Örneğin 2002 seçimlerinde, gözünün esas olarak politik islamın etkisi altındaki kesimlerin oyuna dikmiş olan AKP’nin, türbanlıların yanı sıra mankenleri vb. de öne çıkarması hatırlardadır. Keza 22 Temmuz seçimlerinde de sözüm ona “Önyargıları kırmak” adına, bu kez hiç türbanlı kadın aday göstermemesi, aday gösterdiği kadınların da değişik çevrelerden olması, kadınları siyasal amaçlarını gerçekleştirmenin aracı olarak kullanma isteğini yansıtıyordu.

Hemen belirtmeliyiz ki, AKP’nin kadınlar karşındaki ikiyüzlü tutumları bu kadarla da bitmiyor. Seçimler öncesinde, henüz listeler açıklanmamışken; Erdoğan’ın listelerinde “Gençlere, kadınlara ve engellilere” özel yer verecekleri üzerine esip üflemelerinin ardından AKP Konya İl Örgütü’nün yaklaşımı, bu gerici-dinci partinin gerçeğini gözler önüne sermesi bakımından oldukça çarpıcıdır. Bilindiği gibi, liste savaşları, koltuk kapma yarışı erkeklerin kendi aralarında yürüttükleri mücadelede bir dizi kirli yöntemi kullanmalarına da neden olur. Bu koşullarda, erkeklerin kendi aralarında yürüttükleri kariyer, koltuk kapma savaşına bir de kadınların dahil edilmesi erkekler bakımından pek kabul görmez. Dolayısıyla kendi aralarında didişen erkekler, kadınlara karşı anında birleşirler. Ki, zaten bunun tarihsel, toplumsal temeli her zaman mevcuttur.

Bu konuda sayısız örnek sıralanabilir. Ancak, biz kendimizi AKP Konya İl Örgütü’nde yaşanan bir örnekle sınırlayacağız. AKP’nin 22 Temmuz seçimleri öncesinde “gençlere, kadınlara ve engellilere” listelerinde “Yer verme” politikasında yukarıda değinmiştik. Konya İl Örgütü’nün erkekleri kafa kafaya vererek, “Nasıl yaparsak durumu erkeklerin lehine değiştiririz?” sorusuna yanıt aramışlar. Sonunda müthiş bir çözüm “keşfetmişler”! Radikal gazetesine bu durumu değerlendiren il yönetimi; hem genç, hem kadın, hem de engelli bir adayla bu durumu aşacaklarını belirtmiş. Yani 3 aday yerine 1 adayla vaatlerini yerine getirdiklerinde 2 kontenjanın erkeklere kalmasını sağlayarak! Bu müthiş(!) buluşun üzerine ne söylenebilir ki?!

Burjuva partiler için seçim dönemlerinde nasıl ki, her şey rahatlıkla oya tahvil ediliyorsa, kadın oylarını avlayabilmek için de bütün yollar mubahtır. Bırakalım partide herhangi bir geçmişi olup olmamasını, siyasi olarak neredeyse zıt kutuplarda duran kimi popüler isimlere adaylık teklifleri yapılmasının tek nedeni budur. Keza, kadın adaylara ilk sıralarda yer verme konusunda alabildiğine ketum davranan burjuva partilerin, özellikle “Bin umut bağımsız kadın adaylar”ın olduğu illerde aday arayışlarına girmelerinin başka bir izahı olmasa gerek.

Burjuva Partiler Kadını Keşfetti!

Kadın oylarının farkında olan ve bu oyları avlamanın en iyi yolunun hemcinslerini devreye sokmak olduğunu bilen burjuva partiler, genel olarak siyasi faaliyetlerinde, ama özel olarak da seçim çalışmalarında bu dinamik gücü sonuna değin değerlendirmeye çalışırlar. Kadınları propaganda çalışmalarında kullanmak üzere sorumluluğu olan, fakat yetkileri olmayan alanlarda görevlendirirler. Hatta öyle ki, kadınların parti üyeliğinin en fazla teşvik edildiği dönemlerde de bu gerçek değişmez. Burjuva partilerde aktif olarak çalışan kadınlardan en etkin olanlarını dahi kadın kolları vb. ile sınırlandırılmaları, doğrudan ve yalnızca buraya yönlendirilmeleri tesadüf olmasa gerek. İktidar aygıtlarında, karar mekanizmalarında kadına alan açmak söz konusu olduğunda alabildiğine cimri olan burjuva partiler, siyasi çalışmanın her türlü hamaliyesini kadınların omuzlarına yıkmakta son derece “cömertler!” “Kadınlar çiçektir, başımızın tacıdır, buyursunlar çalışsınlar”, söylemleriyle kadınları kandırmaya çalışırlar. Öyle ya, seçim çalışmalarında canını dişine takarak, ev ev, sokak sokak, yüz yüze propaganda yapan parti militanlarını kim istemez ki!

2002 seçimlerinde AKP’nin, kadınların dinamizminden nasıl yaralandığı hatırlansın! Kadınlardaki potansiyeli fark eden AKP, kadınların evlerinden çıkıp çıkmaması konusundaki fikirlerini bir çırpıda değiştirerek, seçim çalışmalarının temel kuvveti olarak kadın emeğini değerlendirmişti. AKP kadar başarılı olamasalar da, diğer burjuva partilerin de aynı yolu izlemeye çalıştıklarını biliyoruz. Nasıl ki, kapitalizm ucuz işgücüne ihtiyaç duyduğunda kadının evinden çıkmasını teşvik ettiyse, burjuva partiler de siyasal faaliyetlerinde kadın emeğini yağmalayabilmek için, kadının evinden çıkmasını özel olarak örgütlemeye çalışıyor. Örneğin 2007 başından Haziran ayına kadar geçen 6 aylık dönemde AKP Kadın Kolları, 5 binin üzerindeki toplantıda 224 bin kadınla bir araya gelerek, hükümetin kadın ve çocuk konusundaki politikalarını anlatmış.(3)

Peki, kadınları bu kadar aktif çalıştıran AKP, karar mekanizmalarında kadına ne kadar yer veriyor? AKP lafta “Kadınların yönetim organlarında yüzde 30 ile temsil edilmesini” savunuyor. Fakat, AKP’nin seçim çalışmalarında belirleyici rol oynayan kadınlar, parti yönetiminde varlık gösteremiyorlar. Toplam 850 ilçe yönetiminin yalnızca 5’inde kadınlar var.(4) Yine AKP’nin 81 il başkanı arasında hiç kadın il başkanı yok. CHP’nin 81 il başkanından sadece 3’ü, ANAP’nın ise sadece 1’i kadın. Burjuva partilerin il kadın başkanlarının oranı ise sadece yüzde 2 gibi komik bir rakamdır.(5)

KA-DER Neden Şaşırıyor?

Burjuva partilerin, listeler oluşturmadan önce yürüttükleri onca demagoji ve tantananın ardından adaylık için başvuran kadınların yalnızca yüzde 13 gibi bir kısmını kabul etmesi ve yine “kadın hakları” mücadelesinde yer almış kadınların üzerinin çizilmesi, KA-DER (Kadın Adayları Destekleme Derneği), Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu ve burjuva partiler içinde aktif siyaset yürüten bazı kadınlarda, büyük bir hayal kırıklığı ve şaşkınlık yaratmıştı. Öyle ya, listeler oluşturulmadan çok önce kolları sıvamış ve nispeten geniş bir çevreden destek bulmuşlardı. Kampanyaya destek verenler arasında kimler yoktu ki! Yazarlar, sanatçılar, kadın patronlar...

Bu kadın örgütleri aynı şaşkınlığı, seçim sonrası kadın milletvekili sayısının yüzde yüz arttığı safsatasıyla bayram ederken kabinede, yalnızca bir kadına bakanlık verilmesiyle dumura uğrayarak da yaşadılar. Gerçekten de kadın sayısı 24’ten 50’e yükselerek yüzde yüz arttı. Ama bu “Yüzde yüzlük” artışın rakamların küçük oluşuyla ilgili olduğu çok açık.

Oysa “Yüzde yüzlük artış”tan daha çarpıcı olan gerçek, 550 milletvekilinin yalnızca 50’sinin kadın olduğudur. Gerçek bir oranlama kaygısı taşıyanların kadın milletvekillerinin parlamentodaki oranının hepsi hepsi yüzde 4.4’ten yüzde 9’a yükseldiğini görmeleri gerekir. Üstelik bu 50 kadın milletvekilinden 7’si son sıralarda aday gösterilen AKP’lilerden oluşuyor. AKP beklenenin üzerinde oy almasaydı bu kadınlar da bugün parlamentoda olamayacaklardı.

Kadın oylarına göz diken burjuva partilerin her seçim öncesi kadın adaylar, kadın hakları vb. konusunda deyim uygunsa bir çuval laf etmeleri, yalanın, sahtekarlığın değişik versiyonlarının yaşam alanlarımıza sızdırılması yeni olgular mıdır? KA-DER’in 2002 seçimlerinden çıkardığı ders; “Siyasi partilere son dakika uyarısı! Beni unutanı bende unuturum!” şiarıyla yürüttüğü kampanyasını 2007’de, “Meclis’e girmek için erkek olmak şart mı?” şeklinde değiştirmesi midir? Yoksa yıllardır tekrarlanan bu ortaoyununun farkında oldukları halde bile bile lades mi diyorlar?

Açık ki KA-DER ve Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu gibi oluşumlar, burjuva siyasette burjuva kadınların da yer alması politikası üzerinden yürümektedirler. Ancak, stratejileri 22 Temmuz seçimlerinde burjuva partilerin kadın oylarını avlayabilme macerasında tam bir dolgu malzemesine dönüşmüştür.

Burjuva partiler, politikayı erkek alanı olarak görürler ve eylemlerine bütünüyle bu bakış açısı yön verir. Bu alanı kadınlara açma lütfunu (!) gösterdiklerinde de kıstaslarını tamamen sınıfsal bakış açılarına uygun olarak oluştururlar. Dolayısıyla, burjuva politika sahnesine, kapitalist sistemin, erkek egemen bakış açısının “kadın” temsilcileri çıkabilir ancak. Burjuvazinin, kapitalist sistemin ideolojik olarak yeniden üretilmesi çabasına katkı sağlayabilecek “kadınlara” ihtiyacı vardır. Biyolojik olarak kadın, fakat ideolojik duruş itibariyle erkekten daha erkek kadınların elinden tutmasının nedeni de budur. Onların “demirleydi” ünvanını hak edecek Theatcer’lere, gözünü kırpmadan mazlum halkların üzerine bombalar yağdıracak “Condilere”, ırkçı-faşist duruşunu “Asena” lakabıyla tescillemiş Meral Akşener’lere, 1000 operasyonu açıktan savunacak Çiller’lere, “Nikahsız kadınlara ölüm” anlamına gelecek yasaları erkeklerden önce savunabilecek Nimet Çubukçu’lara alan açması bundandır.

İşçi, emekçi, ev emekçisi kadınların, Kürt kadınlarının sorunlarını, bazı demokratik taleplerini burjuva sistem içinde dahi olsa mücadelesini yürütecek, sözcülüğünü yapabilecek kadın vekil adaylarının burjuva cenahta rağbet görmemeleri, hatta ve hatta engellenmelerinin temel nedeni de budur. Burjuva parlamentonun kapıları ancak, erkek egemen sistemin önünde el- pençe divan duracak, ruhunu bütünüyle erkek egemen bakış açısına teslim etmiş, eylemini kapitalizmin hizmetine hasretmiş kadın görünümlü fanilere açılır. DP’nin 11 kadın adayıyla yapılan bir röportajda “Meclise geldiklerinde ne yapacakları” sorusuna, yalnızca bir milletvekili adayının “Kadın hakları için mücadele edeceği” biçiminde yanıtlaması -ki o da, sözümona mücadelesini yürüteceği bir dizi konunun yanı sıra bu başlığı da eklemiş- son derece çarpıcıdır.(6) Diğer milletvekili adayları ise dil ucuyla bile olsa, kadınlarla ilgili hiçbir “vaatte” bulunma ihtiyacı duymamış; böylece bir şeyi gündemlerine dahi almamışlardır. Burjuva siyasette kadının adı yoktur. Vitrindeki kadın vekillerde bu yok sayma politikasının yürütücülüğüne talip olmuşlardır.

Bütün bu gerçeklere rağmen sorun, “Meclisteki kadın sayısının arttırılıp arttırılamaması” tartışmasına sıkıştırılabilir mi? Hemen vurgulamak gerekir ki, bu kalıba sıkıştırılmış bir tartışma sorunun sınıfsal yanlarını gölgeler. Ayrıca; bu tip bir tartışmanın kendi içinde böyle bir hedefi de her zaman vardır. Ancak, tersinden yani rakamları yok sayan bir tartışmanın da eksik olacağını belirtmeliyiz. Zira, böyle bir yaklaşımda genel olarak kadın ile erkek arasındaki ayrım kararabilir. 22 Temmuz seçimlerinde geçmiş dönemlerden farklı olarak burjuva kadınların, daha kitlesel tarzda mecliste yer alma istek ve çabalarını, çok açık ki onların bu alanda aktif rol alma, dünkü edilgen duruşlarını değiştirme girişimi olarak görmek gerekir. Ki, bu anlamda sağlayacakları niceliksel artışın burjuva kadınlar cephesinden bir kazanım olacağını reddedemeyiz. Fakat, yukarıda da vurguladığımız gibi, bu durum genel olarak kadın-erkek eşitliği bakımından, bir başka ifadeyle toplumsal bölünmüşlüğü ortadan kaldıracak, sorunu çözecek, bir değişim anlamına gelmez. Dolayısıyla burjuva parlamentoda sayılara sıkıştırılmış bir tartışmanın, aynı zamanda bilinçli bir tercih olduğunun altını çizmeliyiz. Hiç kuşku yok ki, KA-DER, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu gibi kadın örgütlerinin sorunu bu biçimiyle gündeme getirmelerinde de sınıf tavrı temel bir yerde durmaktadır. Ayrıca, bu kadın derneklerinin geniş kadın kitlelerinin oylarını burjuva partilerin kanallarına akıtma görevini üstlenme gerçeğiyle de uyum içerisinde olduğu reddedilemez. Bu gerçeğe rağmen burjuva kadınların siyasetteki keşif kolu olan söz konusu kadın örgütleri, bir kez daha erkek egemenliğinin yasak duvarına çarpmaktan kurtulamadılar.

İşbirlikçi Sermaye Ne İstiyor?

İşbirlikçi sermayenin kadın aday sayısının yükseltilmesi yönlü telkinleri bütünüyle sistemi yenileyerek, emperyalist-kapitalist burjuvaziye entegre sürecini hızlandırmaya dönüktür. Daha çok kadın aday ile milletvekili piyasası hareketlenecek, aday sayısı artacak, parlamentodaki kadın sayısı çoğalacak, “bıyıklılar” görüntüsü de değiştirilecektir(!) Çünkü Türk burjuva meclisinin görüntüsü “Avrupa standartlarının çok gerisindedir! Bu tablo emperyalist burjuvazi karşısında, Türkiye’nin imajını zedelemektedir!

TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın 22 Temmuz seçimleri öncesi döne döne, “Kota uygulamasının lüks değil, acil bir ihtiyaç olduğu”nu vurgulaması, “Fermuar yöntemi” vb. önermesinin nedeni de budur. Fakat burjuva partilerin kadın vekil sayısının biçimsel olarak dahi olsa arttırılmasına tahammül edemediği bir kez daha görüldü. İşbirlikçi sermayenin tüm çabalarına rağmen, “Avrupa standartlarına uygun” bir parlamento görüntüsü oluşturulamadı. Zira kadın milletvekili sayısındaki artış Türk burjuva meclisini, 133 ülke arasında 122. sıradan 101. sıraya yükseltti. Hepsi bu!

1930’da belediye meclisleri, 1934 yılında millet meclisi seçimlerinde, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması kuşkusuz önemli burjuva reformlardandı. Seçimler şahsında burjuva biçimsel eşitliğe ve bu çerçevede bir ilerlemeye tekabül ediyordu. Bugün TÜSİAD ve KA-DER günün ihtiyaçlarına bağlı olarak, -gerçekte 1934’lerden pek de ileri olmayan- iddialı çıkışlar yapıyorlar. Fakat hiçbiri gerçek bir ilerleme sağlayacak bir dinamizm taşımıyor. Bu biçimsel eşitliği pratik-toplumsal bir eşitlik yönünde küçük küçük da olsa ilerletenler, işçi ve ezilenlerin sosyalist-devrimci ve anti-faşist temsilcilerinin kimi bölükleri oluyor. Nitekim 22 Temmuz seçimlerinde yaşananlar da bundan ibarettir. En çok kadın milletvekiline sahip oluşuyla övünen AKP’nin yaygaraları, demagojiden ibarettir. Çünkü toplam milletvekili sayısı üzerinden yapılacak küçük bir işlem meclisteki partiler içinde ancak üçüncü sırada yer aldığı gerçeğini açığa çıkaracaktır. Birinci sırayı ise 8 kadın milletvekiliyle DTP’nin alması, aslında bu konudaki ideolojik-politik farkın açık göstergesidir.(7)

Seçme ve seçilme hakkının verilmesinden sonra oluşan ilk parlamentoya (1935) 18 kadın vekil girer. 18 rakamı, dönemin toplam milletvekili oranlanmasında yüzde 4.5’e denk düşmektedir. Bu oranın günümüze kıyasla görece yüksek olmasında burjuva düzeni sağlamlaştırmaya çalışan M. Kemal’in zorlamalarının özel bir payı vardır. Geride kalan onca yıla rağmen oranın hemen hemen hiç artmamış olması, hatta yer yer yüzde 3’lere kadar gerilemesi, burjuva siyasette kadının yerini göstermesi bakımından yeterince açıklayıcıdır. Sözkonusu kanunlara karşın durum böyledir, çünkü erkek egemen bakış açısıyla şekillenen burjuva düzenin çarkları buna ayarlı, başka türlü dönemiyor.

1935-2007 döneminde Türk burjuva parlamentosundaki kadın milletvekillerinin sayılarını gösteren Tablo-2 bu gerçeği çıplak biçimde ortaya koyuyor. Burjuvazinin bazı Avrupa ülkelerinden dahi önce kabul etmekle övündüğü Medeni Kanun nasıl ki, kadının siyaset arenasında varoluşunda özsel bir değişiklik yaratmadıysa, biçimsel kota vb. uygulamaları da burjuva siyasetin erkek çehresini değiştirmeye yetmiyor. Sorun, erkek egemen bakış açısı üzerinde yükselen yapısal bir sorundur.

Burjuva Siyasetin Dışında Kalanlar

Son yıllarda, her seçim öncesinde kadınların siyasetteki etkisinin arttırılmasına ilişkin yapılan tartışmalar dikkate değer. Elbette bu tartışma ve girişimlerin bir yanını kadınların siyasette aktif olma isteği oluştururken; diğer yanını da burjuva partilerin ya da genel olarak seçim yarışındaki partilerin, kadın oylarını kendi partilerine kanalize etme ihtiyaç, istek ve çabaları oluşturmaktadır.

Burjuva partilerin bu noktada erkek egemen bakış açılarına dair tutumlarını değerlendirmeye çalıştık. Ancak hemen vurgulamalıyız ki, seçimler kapsamında kadınlarla ilgili olarak söylenmesi gerekenler bundan ibaret değil. “Burjuva partilerin dışında kalan, ilerici, demokrat yurtsever ya da küçük burjuva reformist partilerin bu konudaki pratikleri kelimenin gerçek anlamında ayrıksı bir tablo ortaya çıkarıyor mu?”, sorusu yanıtlanmak zorundadır.

Bu konuda yapılacak bir karşılaştırmada, DTP ve o kökenden gelen partiler bakımından bir ayrıksılıktan rahatlıkla söz edilebilir. Ancak hemen vurgulamalıyız ki, bu ayrıksılık kadının yerine dair varolan tablo içerisindeki bir kıyasta böyledir. Zira DTP geleneğinden partilerin pratikleri de henüz eleştiriden azade olma düzeyine ulaşabilmiş değil. Çünkü bu alanda olması gerekenle DTP’nin durumunu karşı karşıya koyduğumuzda, yönetim mekanizmaları ve seçilme durumunda erkek egemen bakışın bir başka versiyonu karşımıza çıkar. Kuşkusuz DTP’nin bugünkü tablosunu öncellerinden aldığı mirastan bağımsız ele alamayız. Hatta bugünkü tablonun -yıllara yayılan ilerlemelerle- önemli bir gelişmeye tekabül ettiğini de söylemeliyiz. Kurucuları arasında hiç kadının bulunmadığı (1990), “programında (1994) ‘Kadın hakları’ sosyal pratikler ana başlığı altında ve beslenme, konut sorunu gibi konulardan sonra ele alınan”(8), 30 kişilik parti meclisinde yalnızca bir kadının bulunduğu HADEP’ten (1994) bugünlere gelmiş olması, kuşkusuz hatırı sayılır bir gelişmedir. 1995 seçimlerinde “Yüzde 10 barajı aşılabilseydi, listelerini yalnızca bir kadını parlamentoya gönderecek biçimde oluşturmuş HADEP’ten”(9), neredeyse sadece ‘şehit eşi veya yakını’ olan kadınları aday gösterebilen oluşumlardan bugünlere gelinmesi, katledilen yolun değerini de gösterir. Listeler incelendiğinde erkek egemen bakış açısının, 1999 seçimlerinde de sürdüğü görülecektir. Bir parantez açarak aynı yıl gerçekleştirilen yerel seçimlerde HADEP’in kazandığı 39 belediyeden üçünün kadın olduğunu belirtelim.

3 Kasım 2002 seçimlerinde ilk kez kadın kotasının uygulanmasıyla bariz bir değişim yaşandı ve DEHAP listelerinde yüzü aşkın kadın yer aldı. Daha da önemli olan, bunların yarısına ilk üç sırada yer verilmiş olmasıydı. 28 Mart yerel seçimlerinde de biri il belediye başkanı olmak üzere kadın belediye başkanı sayısı 9’a yükseldi.

Görüldüğü üzere, DTP öncellerinin seçimler konusundaki pratikleri pek de iç açıcı değildir. Yine, aynı geleneğin devamcısı olan değişik partilerin gerek programlarında, gerekse söz konusu partilere sunulan faaliyet raporlarında, erkek egemen bakış açısının değişik versiyonlarını görmek mümkün. Bütün bu raporlarda yürütülen tartışmalardan görülecek bir başka gerçek ise, bugünkü görece olumlu tablonun yurtsever kadınların yürüttükleri mücadeleyle kazanıldığıdır.(10)

22 Temmuz seçimlerinde DTP’de genel olarak aday belirleme sürecinin sancılı geçtiği ve bunun listeler açıklandıktan sonra da kısmen sürdüğü biliniyor. Hatip Dicle’nin bu durumu; “Yaşanan bir deprem ve sonrasındaki artçı sarsıntılara” benzetmesi perdenin arkasında yaşananlara dair yeterince fikir vermişti. Anlaşılan söz konusu deprem, her zaman olduğu gibi önce kadınları vurdu! Peki, kadın adayların sayısının arttırılması için yoğun bir çaba harcayan, emek veren, bunun için toplantılar düzenleyen DTP’li kadınlar, neden amaçlarına ulaşamadılar? DTP’nin tüzüğünde bütün organlarda kadınlara konulan yüzde 40 kota uygulaması ne oldu da “Bin umut bağımsız adayları”nın belirlenmesinde karaya oturdu?

Burada sakın kimse “nitelik” vs. üzerine kurulacak beylik laflara sığınmasın. Pekala biliniyor ki, Kürt Hareketi’nin saflarında mücadele rüştünü ispatlamış ve o meclisi fazlasıyla dolduracak Kürt kadını mevcut. Bu nedenle, DTP’de ortaya çıkan bu durumun da erkek egemen bakış açısından beslendiği, bunun bazı bölgelerde feodal-aşiretçi değer yargılarına boyun eğme, batı ve birçok Kürt ilinde ise inceltilmiş erkeklik biçiminde nüksettiği rahatlıkla söylenebilir. Kadının özgürleşme serüveninde kendi formunda çok değerli, parlak örnekler yaratan kadınların, bu olup bitenleri sineye çekmelerine inanmak güç. Kürt kadınlarının adeta tırnaklarıyla kazıyarak ulaştıkları mevzilerdeki etkinliklerinin, varoluşlarını erkek egemen bakış açısının barikatlarına takılması son derece üzücüdür. Peki, sayısız örnekle, “Politikanın erkekler dünyasına ait olduğu” safsatasını paçavraya çeviren yurtsever kadınların; listelerdeki durumu, “Elbette yetersizdir ama…” şeklinde özetlenebilecek cılız ve şartlı bir itirazla karşılamalarına ne demeli? Belki 22 Temmuz öncesi kurulan bu ürkek cümleler eylem anının hassasiyeti olarak yorumlanabilirdi. Ancak, bugün Kürt özgürlük mücadelesinin değişik alanlarında görev almış Kürt kadınlarının, bu kaba ya da inceltilmiş erkeklik konusunda takınacakları tutum önemli olacaktır.

22 Temmuz seçimlerinde “Bin umut bağımsız adayları” içinde yer alan kadınların seçilebilir yerlerden gösterilmesi ve bugün 8 kadının meclise taşınmış olması olguları üzerinden elbette atlamıyoruz. Ancak altını bir kez daha çizmek isteriz ki, ortaya çıkan tabloyu burjuva partilerin pratikte ortaya çıkardıkları tabloyla kıyas içerisinde tartışmıyoruz. Tartışmanın buradan yapılmasının da her bakımdan yanlış olacağını düşünüyoruz. Burada temel alınması gereken, DTP’nin tüzüğünde varolan yüzde 40 kadın kotası ve “Pozitif ayrımcılık” ilkeleridir. Bunun dışındaki değerlendirme ve kıyasların yolu, siyasette erkek egemen bakış açısına çıkacaktır.

Bitirmeden önce konuya EMEP açısından da bir yönüyle bakmakta fayda var. EMEP’in, kadın sorunu ve çözümüne dair teorik yaklaşımları, bu alanda söylemiyle pratiği arasındaki makasın açılması, diğer bazı ilerici-antifaşist partilerle kıyasta durumu daha da vahim kılar. 22 Temmuz seçimlerinde EMEP’in gerek “Bin umut adayları” kapsamında, gerekse de parti olarak seçimlere girdiği yerlerde ortaya çıkardığı tablo, bu konuda kamuoyunda yürütülen tartışmalardan bile kendi durumuna dair bir sonuç çıkarmadığını gösteriyor. Zaten EMEP’in tüzüğü de bu konudaki duruşunu açıkçı resmediyor.

“Emek Partisi üyesi kadınlar, kadınlara özgü sorunların çözüm ve kadın sorunları ile ilgili çalışmalar yürütmek üzere kadın kolu kurar. Kadın kolu kurulmasına Genel Yönetim Kurulu (GYK) karar verir. Genel Yönetim Kurulu, Kadın Kolu faaliyetini sürdürmek için kendi içinden yeterli sayıda üyesini görevlendirir. İl ve ilçelerde kadın kolu kurulmasına il ve ilçe yönetim kurulları karar verir. Her il ve ilçede kadın kolu kurulması zorunlu değildir, il ve ilçe yönetimleri tarafından gerekli görüldüğü takdirde kurulur...” (EMEP Tüzüğü’nden)

Aslında bu satırlar, EMEP’in kadının siyasetteki rolünü nasıl gördüğünü gayet iyi açıklıyor. Bu satırlara dair kurulabilecek cümleler bir fazlalık olsa da, yine de bazı noktaların altını çizmekte yarar var. Öncelikle yukarıdaki satırlara dair dikkat çekilmesi gereken nokta, bir siyasal partinin kadınlar arasındaki faaliyetin özgünlüğünü görememesidir. Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyeti bir yana bırakalım, her şey GYK kararı ile kadın kolu faaliyetinin başlatılması ile sınırlandırılmıştır. Yüzyıllardır köleliğe mahkum edilen kadın cinsinin siyasal yaşama çekilmesi için tüzüksel olarak alınması gereken tedbirler, EMEP’te tümüyle ters- yüz edilerek; kadın kollarının kurulması il ve ilçe yönetimlerinin kararına bırakılmıştır. Genel olarak siyasette varolan erkek egemenliğinin EMEP örgütlerindeki varlığı dikkate alındığında ve EMEP tüzüğünün sorunla çok geri noktalardan ilişkilendiği gerçeği EMEP’te kadınların temsiliyeti, yönetim organlarındaki yerine, düzeyine dair de bir fikir veriyor. Dolayısıyla 22 Temmuz seçimlerinde tıpkı burjuva partilerde olduğu gibi EMEP listelerinde de kadının yerinin olmaması “anlaşılır” oluyor. EMEP’in, kadının özgürleşmesi üzerine söylediği, yazıp çizdiği bir dizi genel doğru yaşamın yeşilinde sözcükler yığınına dönüşür.

Sonuç Yerine

22 Temmuz seçimleri özelinde yola çıkarak farklı renk ve niteliklerden siyasi partilerin kadınların siyasetteki yerine dair yaptığımız değerlendirmede rakamlar şunu söylemektedir: Burjuva siyasette ve partilerde, çok daha baskın olmak üzere de onun dışında kalan ilerici, yurtsever, antifaşist partilerde de kadınlara pek yer yok. Bu durum, burjuva partilerin pratiğinde erkek egemen bakışın açık kaba örnekleriyle karşımıza çıkarken; diğerleri bakımından erkek egemenliğinin inceltilmiş biçimlerinin ardına gizlenmeye çalışılıyor. Burjuva partilerde kadının aktif siyasal yaşamda vitrinin ötesine geçememesi ve oy deposu olarak görülmesi; sınıf karakterinin bir parçası olurken; diğer partilerde de bazı parlak cümlelerin ardına gizlenmiş, pratikte erkek egemen bakış açısının ötesine geçemeyen yaklaşımlar sergileniyor.

Bu nedenle, burjuva partilerin sahtekârlıkları, ikiyüzlü politikaları geniş emekçi kadın kitleleri nezdinde teşhir edilmeyi beklerken; diğer küçük burjuva, ilerici, demokrat ve yurtsever partileri tutarlı davranmaya davet etmenin yanı sıra, asıl görevin bu partilerin saflarında mücadele eden kadınlara düştüğünün altını çizmeliyiz. Partilerin pratikteki tutumlarını sorgulamak, sorularını çoğaltmak ve varoluşlarının bu partiler içerisindeki anlamını öyle ya da böyle tartışmadan, erkek egemenliğinin bütün görünümlerine karşı mücadele etmeden yürümek mümkün mü? Kimi ilerici-antifaşist ve küçük burjuva devrimci partilerle komünistlerin sorunla ilişkilenişlerinin ayrıca incelenmeye değer olduğunu bitirirken belirtelim.

 

Tablo 1: Siyasi partilere başvuran aday adayları, oranları, talep edilen başvuru ücretleri*

Parti adı

Aday sayısı

Kadın aday sayısı

Oranı

ücreti

AKP

3542

440

12,4

2000

ANAP

2120

697

32,9

500

CHP

1850

300

16,22

3000

DYP

2618

458

17,5

2000

 

GP

2000

980

49

1000

 

MHP

2700

251

9,3

500

 

SP

2940

147

5

1000

 

SHP

376

74

19,7

50

 

*Hürriyet Gazetesi

 

 

Tablo 2: TBMM’de ‘Bıyıksızlık’ oranları*

Yasama dönemi

Kadın oranı (%)

Kadın vekil

Toplam vekil

Dönem(1935-1939)

4.5

18

399

Dönem(1939-1943)

3.7

16

429

Dönem(1943-1946)

3.5

16

455

Dönem(1946-1950)

2.0

9

454

Dönem(1950-1954)

0.6

3

472

Dönem(1954-1957)

0.7

4

535

Dönem(1957-1960)

1.4

8

587

Dönem(1960-1965)

0.7

3

450

Dönem(1065-1969)

1.8

8

450

Dönem(1969-1973)

1.1

5

450

Dönem(1973-1977)

1.3

6

450

Dönem(1977-1980)

0.9

4

450

Dönem(1983-1987)

3.0

12

399

Dönem(1987-1991)

1.3

6

399

Dönem(1991-1995)

1.8

8

450

Dönem(1995-1999)

2.4

13

550

Dönem(1999-2002)

4.0

22

550

Dönem(2002-2007)

4.4

24

550

Yeni seçim sonucu

8.9

50

550

*24 Temmuz 2007 Radikal

 

Dipnotlar

1- Şirin Tekeli, Kadınlar İçin, s. 84, Alan Yayıncılık

2 - Age. s. 300

3 - Milliyet gazetesi

4 - 28 Mart 2006 tarihli Milliyet Gazetesi

5 - 13 Temmuz 2007 tarihli Evrensel Gazetesi

6 - 1 Temmuz 2007 tarihli Milliyet Gazetesi

7 - DTP yüzde 40 (20 milletvekilinden 8’i kadın)

CHP yüzde 9.0 (99 milletvekilinden 9’u kadın)

AKP yüzde 8.7 (341 milletvekilinden 30’u kadın)

DSP yüzde 7.6 (13 milletvekilinden 1’si kadın)

MHP yüzde 2.8 (70 milletvekilinden 2’si kadın)

8 - Handan Çağlayan, Analar, yoldaşlar, tanrıçalar, İletişim Yayınları

9 - “Bu seçimlerde yüzde 10 barajı aşılabilseydi; Adana, Adıyaman, Bitlis, Hakkari, İçel, Batman, Tunceli gibi illerin aday listelerinde tek bir kadın bulunmuyordu. Diğer illerin listelerine giren kadınlarsa seçilebilir sıraların çok altında yer alıyorlardı. Diyarbakır listesinde 5. ve 10. sıralarda, İstanbul’da (1. bölge) 4. ve 5. sıralarda ve Mardin’de 2. sırada kadınlara yer verilmişti. Bu kadınların ortak özelliği ‘şehit eşi/yakını’ kimliğini taşımalarıydı. Seçilme olasılıkları bulunmamakla birlikte Sivas, Niğde ve Kayseri listelerinin ilk sıralarında kadın adaylara yer verildiği de eklenmelidir.” (Age. s. 143)

10 - “Kadın etkinliklerini parti etkinliklerinin dışında görme ve örgütsel anlamda desteklememe, yine maddi kaynak aktarımına ilişkin alınan kararlara rağmen ‘Siz artık kollaştınız ayaklarınızın üzerinde durun’ mantığıyla kollara fon aktarılmaması...”

“Mevcut yönetimin kadına olan yaklaşımı geri feodal, dar yaklaşımlarının aşılamamasından kaynaklı kadın çalışmamız zorlamaktadır.”

“Yönetiminle olan sorunların başında yönetimin kadını güç olarak görmemesi ve kadını irade olarak kabul etmemesi..."

“Mevcut il yönetimi teoride kadını tanıma ve irade olarak görme olsa da pratikte kadın yaklaşımı dar, feodal geri olmakla birlikte temel güç değil, daha çok yedek güç olarak görmektedir.”

(HADEP 4. Olağan Kadın Konferansı’ndan aktaran Handan Çağlayan, age. s. 148-149)

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi