Cepheleşme Siyaseti: Kendini Hissettiren Bir İhtiyaç

“Cephe sorunu”, son aylarda giderek ilerici, devrimci hareketin ilgi odağı konulardan birisi haline geldi. Nisan ve özellikle Mayıs ayında ilerici-devrimci hareketimizin değişik bileşenleri, bir şekilde cepheleşmek ihtiyacını dillendirdiler, benzer ya da farklı görüşler ileri sürdüler. Hatta çağrılar yapıldı.

Kuşkusuz “cephe sorunu”, yeni gündeme gelen bir konu/sorun değildir. Değişik koşullar altında cephe sorunu güncelleşmiş, çağrılar, girişimler yapılmış; genellikle sonuç alıcı olmayan çabalar harcanmıştır. Şunun altı çizilebilir: Ezenler ile ezilenler arasındaki mücadelenin sertleştiği ve ezilenlerin kendini yakın bir tehdit altında gördüğü ya da ezenlere karşı mücadele isteğinin büyüdüğü koşullar altında; siyasal savaşımda “savunma” ya da “saldırı” aracı olarak cephe sorunu hem işçiler ve ezilenlerin ileri, mücadele bilinci uyanmakta olan kesimleri arasında, hem de ezilen sınıfların ve toplumsal kesimlerin öncü örgütlenmeleri düzeyinde güncelleşmekte, tartışmalara ve arayışlara neden olmaktadır.

Bugünkü cepheleşme tartışmalarının 2006 yılının Eylül-Ekim sürecinden başladığı tespit edilebilir. Bunun nedenlerinden birisi, Terörle Mücadele Yasası'nda yapılan değişikliklerin ilk uygulama örneği olarak geliştirilen Eylül saldırılarının göğüslenmesi ve püskürtülmesi sorunudur. İlerici-devrimci hareket Atılım-ESP vb. şahsında saldırıların kendisini hedeflediğini sezmiş ve anlamış, dayanışma biçimi altında birleşik bir yanıt vererek cepheleşme istek ve eğilimini yansıtmıştır. Yine cepheleşme eğiliminin aynı süreçte PKK'nin ateşkes ilanını takip eden dönemde de belirgin bir şekilde açığa çıktığı tespit edilebilir. Ateşkes, barış ve siyasi çözüm söylemi etrafında özellikle genişleyen bir aydın kesimi arasında cepheleşme eğilimi çarpıcı biçimde kendini Ocak-Şubat süreci boyunca gösterir. “Türkiye Barışını Arıyor” Konferansı, bu eğilimin kendini ortaya koyuşunun bir göstergesidir.

Hrant Dink'in alçakça katledilişine karşı bir protesto, bir sahipleniş, bir yüzleşme ve ırkçılığa karşı antifaşist bir meydan okuyuş olarak uğurlama töreni, cepheleşme eğiliminin kendisini bir kitle tavrı düzeyinde güçlü bir şekilde ortaya koyuşudur. Diğer yandan buna paralel olarak bu görkemli gösteriden güç ve umut alan aydınlar tarafından ırkçılığa ve faşizme karşı cepheleşme ihtiyacı yaygın biçimde dile getirilir. “Faşizme karşı omuz omuza” sloganını ve talebini vurgulamaları dikkat çeker.

Bu dönem özellikle, faşist sömürgeciliğin bir yandan gerillaya karşı imha-tasfiye saldırıları geliştirmeye çalışırken, diğer yandan da ulusal kitle hareketini DTP şahsında ezerek sindirmeye çalıştığını görüyoruz. Cepheleşme eğilimi en başta Newroz kutlamaları gelmek üzere Mart sürecindeki etkinliklerde az-çok belirgin biçimde yansır.

Eylül saldırıları karşısında ortaya çıkan ve cepheleşme eğilimini yansıtan dayanışmacı birleşik karşı koyuş duruşu, kendisini hem HÖC'e yönelik Aralık saldırıları karşısında gösterir; hem de bu aynı eğilim, 13 Nisan yargılanmasında, sokakta ve mahkeme salonunda geliştirilen, yargılayan savunma tavrıyla dayanışma biçiminde kendini ortaya koyar.

Cepheleşme eğiliminin, bu dönemde kendini en çarpıcı biçimde İstanbul 1 Mayıs Taksim kutlama hazırlıkları ekseninde ortaya koyduğunun altını çizmeliyiz. Burada cepheleşme eğilimi hem işçilerin-ezilenlerin mücadele bilinci uyanan kesimleri arasında ve hem de özne-örgütler (siyasal parti ya da sendika vb.) düzeyinde güçlü biçimde yansımaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşamakta olduğu süreğen yapısal kriz, bu defa da cumhurbaşkanlığı mevzisi için mücadele ekseninde bir rejim krizi biçiminde patlar. Ordu partisi verdiği muhtırayla cumhurbaşkanlığı seçimini engelleyerek yeni bir darbe sürecinin temel adımını atar. AKP bunu, erken seçim ve cumhurbaşkanını halka seçtirecek anayasa değişikliği ile göğüslemeye çalışırken, egemen sınıfların safları arasında süregelen mücadele ve dalaş, iki ayrı cepheyi daha keskin hatlarla belirginleştirir. Bir yandan Irak-Kürt Bölgesel Yönetimi üzerinde askeri tehdidin tırmandırıldığı, keza gerillaya karşı imha-tasfiye saldırılarının yaygın bir şekilde sürdürüldüğü; diğer yandan Kürt ulusal kitle hareketini faşist sömürgeci terörle boğma, büyük kitlelerin umudunu kırma amaçlı ırkçı saldırıların devam ettiği ve keza %10 barajı yetmezmiş gibi yasalarla oynanarak Kürtlerin temsiliyetinin engellenmeye ve sınırlandırmaya çalışıldığı; Terörle Mücadele Yasası'nı takiben Batı'da devrimci-ilerici hareketi ezme, tasfiye yöneliminin geliştirildiği; Kürt-Türk, dinci-laik kutuplaşmalarının tırmandırıldığı, özellikle Kürt-Türk kutuplaşması ekseninde bir gerici iç savaş tehlikesinin yükseldiği koşullar altında seçim sath-ı mahalline girilmesiyle birlikte, bir “üçüncü cephe” ihtiyacı, istek ve yönelimi ilerici-devrimci hareketin hemen belli başlı kesimleri tarafından dilendirilmiştir.

Gerek yapısal krizin rejim krizi biçiminde patlak vermesi, egemen yönetici sınıfların iki kesimi/“cephesi” arasında şiddetlenen çelişkiler; gerek devletle özgürlük isteyen toplumsal kesimler, ezilenler arasında sertleşen çelişkiler; gerekse de seçim sath-ı mahalline girilmesinin politikaya ilgi ve duyarlılığı hem işçiler ve ezilenler, hem öncüleri arasında arttırması nedeniyle “cephe” tartışmalarının en yüksek düzeyde güncelleşmiş olmasında bir terslik yoktur. Bilakis politik mücadelenin toplumsallaşma ve keskinleşme gidişatına ve mantığına uygundur. Örneğin, seçimler sonrasında cephe tartışmalarında bir geriye düşüş ve öncelik kaybı olması bu gerçeği değiştirmez. Bununla birlikte önderlik ve iktidar mücadelesi iddiasında olan güçler bakımından yukarıda çok ana hatlarıyla tablosunu çizdiğimiz nesnel bir toplumsal politik gerçeklik olarak “cepheleşme eğilimi” gündemde kalmaya devam edecek, keza iddia sahipleri bu eğilimin devrimci önderlikten beklentilerini düşünsel ve eylemli düzeyde yanıtlama görev ve sorumluluğuyla karşı karşıya olacaklardır.

“Cepheleşme eğilimi”nin ve “sorunu”nun gündemde kalmaya devam edecek oluşu, bu yazının amacını da belirlemektedir. Marksist Leninist komünistler, nesnel toplumsal politik bir gerçeklik olarak “cepheleşme eğilimi”ni daima hesaba kattılar, politik savaşımın gelişim seyri içerisinde her somut durumda bu eğilimin komünist öncüden beklentilerini, taleplerini düşünsel ve pratik olarak yanıtlamaya çalıştılar. Burada “cepheleşme eğilimi”nin öncüden beklentilerinin daha etkin, daha bilinçli ve kasıtlı, daha iradi biçimde yanıtlanması için “sorun” belli başlı yönleriyle incelenecek, komünist öncünün “cepheleşme siyaseti” açıklanacaktır. Kuşkusuz önderleşme hattını güçlendirmenin de bir gereğidir bu.

Tarihsel Perspektif

'60'lı yıllarda ilerici-devrimci halk hareketindeki yükselişin güçlü yanlarından birisinin içerdiği, barındırdığı cepheleşme damarı olduğunu söyleyebiliriz. TİP gerçeği bu eğilimi yansıtır, Dev-Genç de öyle. İşçi, gençlik ve köylü hareketlerini kapsayan yükselen halk hareketi içerisinde devrimcilik- reformculuk eğilimlerinin döllenip olgunlaşması, iki eğilimin ayrışması ve kopuşması biçiminde cereyan eder. Bu doğal ve kaçınılmaz olduğu kadar anlaşılır bir durumdur da. '70'lerin başlarında cereyan eden devrimci çıkış, iktidar bilincinde ve yöneliminde bir sıçrayış anlamına da gelir. '71 devrimci hareketinin sözüyle eyleminin birliğinde cisimleşen devrimci iradesinin sarsılmazlığı, onun en güçlü yanlarının önde gelenidir. Keza iktidar iddia ve perspektifi için de geçerlidir bu. '71 devrimci çıkışını, bilindiği gibi yenilgi izler. Devrimci yapıların önderliklerinin imhası, bu yenilginin devrimci hareketin daha sonraki süreçlerinde derin etkiler yaratan temel bir özelliğidir. Devrimci hareketin önderliklerinin imhasının yarattığı kırılma, yenilgi sonrası yeniden şekillenen '74-'80 antifaşist devrimci yükselişinde yer alan devrimci yapılarda iktidar perspektifi ve devrimci irade zaafı; devrimci kendiliğindencilik biçiminde yansır. Devrimci-ilerici hareketin değişik kanallarında birleşme ve cepheleşme eğilimleri yer yer ortaya çıksa da, bu dönem devrimci hareketler için bir bölünmeler, parçalanmalar dönemi olarak tarihe geçer.

12 Eylül faşist darbesinin açtığı dönemde, ağır saldırılar altında bir anti-faşist direniş cephesi görevi ve sorunu gündeme gelirse de, harcanan değişik çabalara ve hatta “Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi” ilan edilmiş olmasına karşın, devrimci hareket bu dönemde de cepheleşme yeteneği gösteremez.

Cephe sorunu, işçi hareketi ve Kürt ulusal hareketinin atılım içerisinde olduğu '90'ların başında ve daha sonra '90'ların ortalarında tartışma gündemine gelir. Onun da ötesinde, '90'ların ikinci yarısında cepheleşmeyi çağrıştıran kimi girişimler ilan edilir. Bütün bunlara karşın denilebilir ki, '74'lerden günümüze devrimci-ilerici hareket, cepheleşme yeteneksizliğiyle maluldür. Esasen cepheleşme yeteneksizliği bir sonuçtur. Daha temeldeki zafiyet, iktidar iddiası, bilinç ve yöneliminin büyük ölçüde zaafa uğratılarak, iddiasızlaştırılmış olmasıdır.

Politik mücadelenin bütün belli başlı sorunları kuvvet kullanılarak çözülür. Kuşkusuz bu, sömürücü sınıflar egemenliğinin, iktidarının kırılması/yıkılması söz konusu olduğunda daha da çok geçerlidir. Amaçlarına ulaşabilmek için durmaksızın kuvvetlerini büyütmek, siyasal partilerin temel bir özelliğidir. Partilerin amaç birliği içerisinde oldukları başka parti ve güçlerle değişik kapsam ve içerikteki işbirliği biçimleri de ihtiyaç duyulan kuvvetleri oluşturmaya yöneliktir. Bu nedenlerledir ki, bir bakıma daha büyük kuvvetleri birleştirmek, daha büyük sorunların çözümüne el atmak ve büyük mücadelelere girmek anlamına da gelen cepheleşme perspektifine sahip olmak ve cepheleşme yeteneğini geliştirmek; iktidar iddiası, hedef, yönelim ve perspektifi olan her akımın “olmazsa olmaz” temel bir karakteristik özelliğidir. İktidar iddia ve yönelimindeki derin zaaf, mücadele biçimlerine yaklaşımdan tutalım da örgütlenme sorunlarına, politika yapış tarzından politik düşünüş tarzına değin politik mücadeleyle ilgili hemen tüm alanlara yansır. Taşlaşmış grupçu bencillik, kitlelerden kopuk yapılar, kendini amaçlaştırmak ya da devrimci amaçlara bağlılığın erozyona uğraması ve giderek cepheleşme yeteneği yoksunluğunun gelenekselleşmesi, adeta politik kültür haline gelir.

Devrimci hareketin kimi zaaf ve zayıflıklarını yansıtan yukarıdaki tabloya “cephe sorunu”na doktriner yaklaşımları da eklemeliyiz. Devrimci-ilerici hareketin kimi kesimleri iktidar iddia ve perspektifinden yoksunluğun bir yansıması olarak, cephe konusunda ilgisiz iken diğer kimi kesimlerine ise reçeteci, dogmatik ya da doktriner yaklaşımlar egemendir. Teorik körlük de çok ciddi bir sorundur. Kimileri dogmatik, doktriner yaklaşımları nedeniyle cephe sorununu bilinmez bir geleceğe ertelemiş, kimileri yerli yersiz “emek cephesi” çağrıları yapabilmiş ya da cephe sorununun ortaya atıldığı yerde “sınıfa karşı sınıf” lafazanlığıyla günün devrimci görevlerini anlamaktan ve yanıtlamaktan ne denli uzak olduklarını göstermişlerdir.

Devrimci kendiliğindenciliğin bütün bu görüngülerinden kopuşmak ve devrimci yenilenme, devrimci-ilerici hareketin iddialı hale gelebilmesinin ön koşulları arasındadır. Esasen cepheleşme sorununun bir siyasi nesnellik olarak öznelerin gündemine geldiği her durum, aynı zamanda böyle bir devrimci yenilenme ve değişim ihtiyaç ve gerekliliğini zorlamaktadır.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Bugün siyasi bir nesnellik olarak devrimci-ilerici hareketin gündeminde olan ve öznel olarak çözücü şekilde yanıtlanamayan cepheleşme sorunu demek ki, diğer şeylerin yanı sıra devrimci-ilerici hareketin iktidar iddiası, perspektif ve yönelimi kazanması, keza içinden gelmekte olduğu tarihi aşma, kopuşma ve ileri sıçrama, aynı zamanda devrimci-ilerici hareketin politik zihniyetinin yenilenmesi sorunudur. Bütün bunlar, devrimci-ilerici hareketin cepheleşme yeteneği kazanma yolundaki gelişiminin oldukça ağır ve sancılı ilerleyişini de açıklayıcıdır.

Cepheleşme Eğiliminin Farklı Görünümleri

Yukarıda ana çizgileriyle özetlediğimiz devrimci-ilerici harekete dair en çarpıcı etkinliklerin 8-10 aylık tablosunda farklı biçim ve düzeyleriyle cepheleşme eğiliminin yansımalarını görüyoruz. Cepheleşme eğilimi, kendini işçilerin ve ezilenlerin mücadele bilinci uyanan kesimlerinin siyasal refleksi ve duruşu olarak gösteriyor. Bu, işçilerin ve ezilenlerin mücadele bilinci ve azminin, kendini eylemli bir şekilde ortaya koyan, ileri çıkış anlarında gerçekleşiyor. H. Dink katliamının olduğu günün akşamı harekete geçen 10-15 bin kişi ve keza uğurlama törenine katılan yüzbinlerin duruşu, cepheleşme eğiliminin kitle düzeyinde açığa çıkan çok çarpıcı bir görünümüdür.

Tarihi Ermeni katliamı sorunuyla yüzleşen, yüzleşmeyi göze alan ve ırkçı-faşist rejime meydan okuyan onbinler ve yüzbinler, ne sınıfsal açıdan ve ne de ideolojik-politik bilinç ve duruşu açısından homojendir. Tam da bu nedenledir ki, kitle hareketi bazında cephesel bir fotoğraf sunar. Kitlesel bazda da, ama kuşkusuz ki, yapısı içerisinde değişik özne-örgütleri ve bunların hareketin oluşumuna etki ve katkılarını da barındırır.

H. Dink uğurlamasında sahneye çıkan yüzbinlerin, toplumumuzda muazzam bir özgürlükçü demokratik potansiyelin var olduğunu göstermiş olmasının altı kalınca çizilmelidir.

Günümüzde devrimci önderlik adına hareket eden politik öznelerin önünde duran cepheleşme sorunu; diğer şeylerin yanı sıra bir boyutuyla, özünde, toplumumuzdaki işte bu büyük potansiyelin harekete geçirilmesi ve aktive edilmesiyle, devrimci-ilerici hareketin büyük atılımının ateşlenmesi ve örgütlenmesi sorunudur.

Kitle düzeyindeki cepheleşme eğilimi, hemen her önemli politik kitle hareketinde görülür. 2007 İstanbul-Taksim eksenli 1 Mayıs kutlaması aynı zamanda kitle düzeyindeki türden cepheleşme eğilimini de açığa çıkardı. Kürt ulusal demokratik hareketi açısından ele alındığında Newroz gösterileri kitle/halk düzeyinde cepheleşme eğiliminin çok çarpıcı örnekleridir.

Cepheleşme eğiliminin kendisini ortaya koyduğu diğer bir düzey, devrimci-ilerici politik özneler dahil sendikalar, yöre dernekleri, kadın ya da gençlik örgütleri vb. örgütler ve örgütlü güçler arasındaki ortak iş yapma, eylem birliği, birlikte mücadele, kısa ya da nispeten uzun vadeli işbirlikleri biçiminde yansıyan eğilimdir. Geride kalan 5-10 yıllık dönemde, özellikle de son yıllarda faşist sömürgeciliğe karşı mücadelede belli roller oynayan envai çeşit platformları, ikinci düzeydeki cepheleşme eğiliminin yansımaları olarak değerlendirmek gerekir.

Bu eğilimin bileşenleri, parçaları durumundaki özne-örgütleri var olan toplumsal-sınıfsal karakterlerle bağıntılı biçimde düşünmek, Marksist materyalizmin gereğidir. Toplumda kitle hareketi olarak var olan, siyasal-sınıfsal eğilimleri temsil etmek iddiasındaki politik, sendikal vb. örgütlü kuvvetler arasındaki işbirliklerinde somutlaşan cepheleşme eğilimi, bu “birleşik özne”nin yaratılması/inşası yönelimi olarak algılanabilir ve algılanmalıdır. Cepheleşme sorununun bu yönünü anlaşılır ve daha da anlamlı kılan, cepheleşmenin konusu olan toplumsal hareketlerdir. Şimdi onlara biraz yakından bakalım.

Cepheleşmenin Konusu Olan Hareketler

Belirli zaman ve mekan koşulları altında cephe sorununun ele alındığı her durumda öncülerden ayrı bir nesnellik olarak bir kitle bilinci ve mücadele eğilimi olarak değişik toplumsal talepler ve hareketler üzerinde durulması gerekir. Çünkü esasen cepheleştirilmesi gereken, tam da söz konusu toplumsal hareketlerdir. Örneğin, mevcut koşullar altında Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da cephe sorunu söz konusu olduğunda şu hareketlerin üzerinde durulmalıdır.

Sermayenin neoliberal saldırı programına ve faşist diktatörlüğe karşı işçilerin ve emekçi memurların, işsizlerin ve kent yoksullarının hem işsizliğe yoksulluğa karşı durumlarını iyileştirmek, sömürüyü geriletmek ve insanca bir yaşam için, hem de sendikalaşma ve sendikal haklar, söz, basın, örgütlenme ve demokratik eylem hakkı yani politik özgürlük için giriştikleri mücadelelerin ve hareketlerin karmaşık toplamı olarak işçi-emekçi hareketi. Dağınık ve parçalı olması, ilerici- devrimci bir önderlikten yoksunluğu işçi-emekçi hareketini zayıf düşürmektedir. İşçi-emekçi hareketinin kitlesel tabanının darlığı ve öncülük iddiasında olan yapılardan kopukluğu en zor sorunlar olarak çözüm istemektedir.

Kürt ulusunun en başta kır ve kent yoksulları olmak üzere, Kürt halkının büyük kitlesini kapsayan ulusal varlığının ve ulusal demokratik haklarının kabulü için yürüttüğü mücadelenin ve örgütlenmelerin toplamı olarak Kürt Ulusal Demokratik Hareketi. Ulusal demokratik hareket bugünkü Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da faşist sömürgeciliğe karşı özgürlük mücadelesinin hareket halindeki en etkin ve en büyük gücüdür. Ulusal demokratik hareketin kendisini demokratik barış talebi ekseninde ortaya koyduğu, kolektif varlığını ve ulusal demokratik haklarını kabul ettirmeye çalıştığı vurgulanmalıdır.

Demokratik Alevi hareketi de cephe sorununa konu olan bir diğer toplumsal harekettir. Gerek Alevi inancının ve varlığının kabulü, gerekse de demokratik taleplerinin kabul edilmesi için Alevilerin geliştirdikleri örgütlenmelerin ve mücadelelerin toplamı olarak tanımlanabilir. Hareketin yükselen, düşen, dalgalanan yapısı belirgindir.

Kitle gücü ve örgütlülük düzeyi dalgalansa da başta YÖK ve eğitim düzenine olmak üzere faşist rejime, emperyalizme ve işbirlikçi kapitalizme karşı gençliğin örgütlenmeleri ve mücadelelerini kapsayan demokratik gençlik hareketi; konumuz bağlamında ek olarak alınması gereken bir diğer toplumsal gerçekliğimizdir.

İşçi-emekçi, aydın kadınların, ikinci cins olarak kadınların eşit haklara sahip olması ve toplumsal eşitliği için çifte baskı ve sömürüden kurtuluşu yolunda giriştikleri örgütlenme ve mücadelelerin toplamının oluşturduğu demokratik kadın hareketi de cephe sorununun kapsamı içerisindedir.

Keza kırda neoliberal politikaların yarattığı yıkım ve tasfiyeye karşı kır yoksullarının ve emekçi köylülerin giriştikleri mücadeleler, örgütlenmeler, cephenin kapsamını kırsal alana doğru genişleten, cephenin kırdaki ihmal edilemez güçlerine işaret etmektedir.

Bütün bu hareketlere Filistin, Irak, Afganistan emperyalist-siyonist işgaline karşı ve direnişler ile dayanışmak için girişilen mücadeleler, keza NATO'dan çıkılması, emperyalist üslerin sökülmesi, emperyalist baskı ve sömürüye karşı gelişen emekçi yurtseverliğinde somutlaşan antiemperyalist hareket ve çevre hareketi, nükleer karşıtı hareketler, savaş karşıtı hareketler vb. de eklenmelidir. Yukarıdan beri vurguladığımız gibi “cepheleşme siyaseti” toplumsal siyasal bir sorun olarak, bütün bu hareketlerin yön ve hareket birliğinin sağlanması, taleplerinin belirginleştirilmesi ve bir program şeklinde birleştirilmesi, keza taleplerin karşılanmasının, sorunların köklü ve kesin çözümü hedefine yöneltilmesi vb. gibi konular, cepheleşme çalışmasının düşünsel ve pratik olarak çözmesi gereken sorunlardır.

Cepheleşmenin konusu olan bütün bu toplumsal hareketlerin her biri farklı, özgün toplumsal siyasal yapılardır. Bunların hepsinin cepheleşme sürecinde benzer ya da eşit roller oynayabileceği de söylenemez. Geniş tabanının harekete geçtiği koşullar altında Batı'da gelişecek, yükselişe geçecek işçi-emekçi hareketinin birleştirici ve sürükleyici gücünün başat olacağından kuşku yoktur. Zaten denilebilir ki, bir politik nesnellik olarak cephe eğiliminin en zayıf yanı tam da burada, Batıdaki işçi-emekçi hareketinin zayıflığı biçiminde ortaya çıkmaktadır. Devrimci ilerici öznelerin kitle bağlarının ve kitle desteğinin cılızlığı ise aynı sorunun türevi kabul edilebilir.

Devrimci ilerici hareketimizde cepheleşme sorunu dendiğinde öncelikle akla gelen, ezilen sınıfların ve toplumsal kesimlerin öncü örgütlenmelerinin arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi olmaktadır. Kuşkusuz bu da önemlidir. Ancak bir ilerici devrimci örgütler/partiler cephesi değil, ama onu da içerip aşan iktidar hedef ve perspektifine sahip, yani faşist diktatörlüğü yıkmayı hedefleyen bir özgürlük ve demokrasi cephesini yaratma yönelimi, hesapların yukarıda sıraladığımız gerçek toplumsal-sınıfsal hareketler üzerine yapılmasını gerektirir.

Verili Durumu Değiştirme Aracı Olarak “Cephesel Taktikler”

Tek tek konu ve sorunlar üzerine yerel ya da “ulusal” ölçekte eylem birliklerinden tutalım da, merkezi düzeyde kurulmuş çok taraflı ve nispeten uzun süreli güç ve eylem birliklerine; bir politik parti ve örgütler cephesine, klasik anlamda bir politik cephenin kuruluşuna varıncaya dek siyasal mücadele gerçekliği içerisinde açığa çıkmış sayısız biçimlerdeki güç ve eylem birlikleri, ittifaklar cephesel taktikler olarak anlaşılabilir, tanımlanabilirler. İşçi sınıfı ve ezilenlerin, egemen sınıflara karşı mücadelelerinin ortaya çıkardığı ortak mücadele, demokratik ya da devrimci işbirliğinin bütün değişik düzeylerini ve biçimlerini tanımak, kabullenmek ve pratik bir yaklaşım göstermek devrimci Marksist yaklaşımın gereğidir.

Ezilenlerin farklı siyasal-örgütsel nitelikteki hareketlerinin ve bu hareketlerle özne-örgütlerin ilişkilenişlerini olduğu gibi, farklı formda ve farklı siyasal-sınıfsal nitelikte özne örgütlerin ilişkilenişini ve bu farklı siyasal-sınıfsal nitelikteki toplumsal hareketlerin ve özne-örgütlerin ortak hedef ve amaçlar doğrultusunda birlikte hareketlerini cephesel taktikler olarak tanımlıyoruz. “Cephesel olan”, farklı siyasal-sınıfsal güçlerin kendi varlıklarını, hedef ve amaçlarını, ayrı yapılarını korurken ortak hedef ve amaçlar için birlikte hareket etmeleridir. “Ortak hedef ve amaçlar için birlikte hareket” cepheseldir. Demek ki, “cephesel” kavramı belirli bir nitelikteki politik ilişkileniş biçimini tanımlamaktadır.

“Cephesel taktikler”, siyasal-toplumsal mücadelede çarpışan kuvvetler arasındaki ilişkilerin somut gidişatında güç yetmezliği durumundan ya da daha fazla-daha büyük güç gereksiniminden doğmaktadır. Belki de burada özellikle vurgulamalıyız ki; bütün bu cephesel taktikler ile çarpışan kuvvetler arasındaki ilişkinin verili durumuna müdahale edilmeye çalışılmakta ve durum ileri ci- devrimci güçler, sömürülen ezilen yığınlar lehine değiştirilmeye çalışılmaktadır. İster sömürücü egemen sınıfların sertleşen ve kapsamlılaşan saldırılarını göğüslemek, püskürtmek ve etkisizleştirmek; isterse de ezilen-sömürülen sınıfların, ilerici-devrimci güçlerin egemen sömürücü sınıflara karşı mücadelesinin atılımı ve ileri sıçrayışını sağlamak üzere gerçekleşsin. Her iki durumda da cephesel taktikler, ezilen-sömürülen sınıfların ve toplumsal güçlerin, ilerici-devrimci siyasi parti ve örgütlerin daha büyük, daha geniş güçlerini, daha büyük çaplı ve sert, daha ileri mücadeleler için birleştirmek anlamına gelir. O halde şu sonucu çıkarabiliriz: Cepheleşme arayışı ve yönelimleri genel olarak mücadele isteğinin, mücadele bilinç ve kararlılığının büyümesinin bir yansımasıdır; çarpışan kuvvetler arasındaki ilişkinin verili durumuna müdahaledir.

Cepheleşme taktikleri, en çarpıcı biçimde klasik örneklerde tanık olduğumuz gibi belli sınıfsal- siyasal güç ilişkilerinin belirli bir andaki dizilişine, verili durumuna etkin bir şekilde müdahale anlamına gelir. Buradan bakıldığında demek ki, cepheleşme çaba ve girişimleri, başarılı cepheleşme taktikleri, irade ve inisiyatif kazanmak demektir. Öyle ki, ezilenler cephesinde kuvvetlerin mücadele mevzilerindeki dizilişin değiştirme irade ve inisiyatifi, ezenlerle ezilenler arasındaki mücadelenin genel tablosunu değiştirici sonuçlara yol açar. O halde şu da tespit edilebilir ki, cepheleşme taktiklerinin hareketin ilerleyişinin ihtiyaçlarını karşılayan başarılı hamleleri, aynı zamanda ezilenler cephesinde ilerici-devrimci önderliğin sıçrama momentleridir.

Bir başka şekilde anlatmak gerekirse, cepheleşme adına geliştirilen girişimler, “birlikler” eğer çarpışan siyasal kuvvetler arasındaki ilişkiler üzerinde anlamlı değişikliklere yol açmıyorsa, hiç değilse girişimde bulunarak birleşen kuvvetlerin temsil etmek iddiasında oldukları toplumsal sınıf ve kesimlerle ilişkileri bakımından olumlu bir değişimin itici gücü olamıyorlarsa, bu türden girişimler ve birlikler cepheleşme taktikleri olarak çok da anlamlı değillerdir.

Çarpışan politik kuvvetler arasındaki ilişkilerin verili durumuna müdahale bakımından anlamlı cepheleşme taktikleri ve girişimleri, yalnızca kendisine konu olan kuvvetlerin mücadele mevzilerindeki dizilişinde meydana getirdiği değişikliğin kazandırdığı politik enerji ve mücadele gücü nedeniyle değil, aynı zamanda bizatihi cepheleşme taktiğine ve girişimine başvuran politik öznelerin temsil etmek iddiasında oldukları sınıflar ve toplum kesimlerinde yaratacağı etkinin açığa çıkaracağı “yeni kuvvetler” nedeniyle de çarpışan siyasal-sınıfsal taraflar arasındaki kuvvet ilişkilerini zorlar, değiştirir. O halde şu iki sonucu da çıkarabiliriz:

İlk olarak; demek ki, cepheleşme taktik ve girişimleri, hazır kuvvetlerin ilişkilenişi ve mücadele mevzilerindeki konumlanışlarında meydana getireceği değişikliklerle, onların mücadele gücünü etkinleştirir, güçlerini limitine varan biçimde seferber etmesini ve değerlendirmesini zorlar.

İkinci olarak; demek ki, cepheleşme taktikleri ve girişimleri bizzat böyle bir etkinlik içerisinde olan öznelerin temsil etmek iddiasında oldukları toplumsal sınıfların ve kesimlerin saflarındaki potansiyel imkanları hem büyütmeyi ve hem de açığa çıkartarak harekete geçirmeyi öngörür, hedefler, görev edinir. İlerici-devrimci hareketimizin zayıflıkları dikkate alındığında -örneğin işçilerden, ezilenlerden, kitlelerden kopukluk ve onların gücüne güvensizlik- cepheleşme girişim ve taktikleri söz konusu olduğunda, özellikle bu yanın, yani cephesel taktik ve girişimlerin ana görevinin, işçilerin, ezilenlerin saflarındaki mücadele ve harekete geçme eğilimini, isteğini büyütmek, bu istek ve eğilimle birleşerek harekete geçirmek olduğunun altını çizmeliyiz.

Şunu da ayrıca eklemeliyiz: Cephesel taktik ve girişimlerin çatışan toplumsal-siyasal güçler arasındaki ilişkinin verili durumuna müdahale olmasının bir anlamı da karşı tarafın (cephenin) her şeyden önce toplumsal desteğinin azaltılması, kitlelerden tecrit edilmesi olmak üzere güçsüzleştirmek gibi bir görevi ve yönelimi de vardır. Çelişkilerden yararlanmak, hedefi daraltmak vb. gibi yönelimler, cephesel taktiklerin kapsamı içerisindedir.

Siyasal Kültürümüzde Yenilenme Eğilimi

Yukarıda özetlediğimiz işbirlikçi kapitalist düzen, sermaye egemenliği ve faşist rejimle çatışan sınıfsal-siyasal ya da toplumsal hareketlerin yansımaları olan öncü ya da kitlesel örgütlenmelerin süreç üzerinde rolleri itibariyle aynı ya da eşit değildir, ancak mücadelede anlamlı yerler tutan her birini cepheleşme çalışmasının özne-örgüt muhatapları olarak kabul edilmeleri gerekir. Özne-örgütler düzeyinde cepheleşme çalışması ve yönelimi aynı zamanda sınıfsal-siyasal ve toplumsal hareketlerin cepheleştirilmesi siyasetinin türevi olarak görülebilir. Günümüz koşulları altında bu düzeyi ile cepheleşme söz konusu olduğunda hiç kuşku yoktur ki, ilerici-devrimci hareketin siyasal kültürünün radikal biçimde yenilenmesi ihtiyacı yakıcı bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.

Ülkemizde ilerici-devrimci hareketin siyasal kültürünün şekillenmesinde '74-'80 döneminin önemli bir rolü vardır. '70 yenilgisinin bir sorunu olarak yaşanan irade kırılmasının, kendini iktidar iddia ve perspektifinin erozyonunda gösterdiğine işaret etmiştik. 1960-1990 döneminde uluslararası düzeyde yaşanan parçalanma eğiliminin etkisinin de bir yansıması olarak '74-'80 sürecinin bir bölünmeler, parçalanmalar dönemi olarak yaşanması ve keza kendini Marksist, sosyalist, M-L vb. tanımlayan partiler ve siyasi yapılar arasındaki çatışmalara varan sert rekabet ortamı, siyasal kültürümüzde birleşme ve birleştiricilik yoksunluğu ortamı zafiyetini de şekillendirir. İlerici-devrimci parti ve örgütlerde kendilerinden farklı düşünen parti ve örgütlerle işbirliği birlikte çalışma, iş ve güç birliği anlayışı, yönelimi, deneyimi ve kültürü gelişmemiştir. Hatta şu söylenebilir ki; birçok durumda birbirine daha yakın parti ve örgütler arasında daha agresif bir rekabet ve ilişki, çelişki gerçekliği yaşanmıştır.

'80 darbesinin açtığı azgın gericilik döneminde, örgüt yapıları daralmış, parti ve örgütlerin kitlelerle ilişkileri tasfiye edilmiş, öyle ki, bir konservatif durum içerisinde '74-'80 döneminde şekillenen siyasal kültürün kimi sivrilikleri kendiliğinden törpülense de ana yapıları adeta kireçlenmişti. '80'lerin ikinci yarısından sonra gençliğin, işçi sınıfının mücadelesindeki gelişmelerle de bağıntılı biçimde devrimci ilerici yapıların toparlanma, örgütsel-siyasi çıkış arayışına yöneldiği koşullar altında, ilerici-devrimci parti ve örgütler arasında temaslar-eylem birlikleri gündeme gelmiştir. '90'lı yıllardan günümüze devrimci-ilerici hareket bir geçiş dönemi yaşamaktadır. En genelde devrimci hareket, yapısal kriz koşullarında bir yeniden yapılanma sürecinin içerisinden geçmektedir. '70'li, '80'li yıllara damgasını vuran siyasal kültür, '90 sonrasının yeni tarihsel koşulları altında değişip çözülmekte, dönüşüme uğramakta ve yeniden yapılanmaktadır. Bu bakımdan, örneğin '90'ların ikinci yarısından itibaren, ama özellikle de 2000'li yıllarda güncel olarak eylem birliği, birlikte mücadele ve ortak çalışmanın en yaygın görünüşü olan platformlar aynı zamanda yeni siyasi kültürün işbirliği ve ortak çalışma, birleşme ve birleştiricilik, ortak çalışma ve mücadele için esneme, belirli sorunlarda ortak paydaları öne çıkarmak vb. unsurlarıyla şekillenmektedir.

Birlikte çalışma, önsel olarak taraflar arasında güveni gerektirir. Birlikte çalışma-ortak mücadele tarafların politika tarz ve anlayışıyla, ilişki tarzıyla birbirlerini tanımaları, karşılıklı güveni oluşturmaları gerekir. Yaygın platform biçimindeki örgütlenmeler bir bakıma ilerici-devrimci parti ve örgütlerin, keza işçi-memur sendikaları ve özgürlükler mücadelesinde yer alan değişik örgütlenmelerin, kadrolarının ilişki içerisinde olduğu, ortak çalışma ve mücadeleyi ürettikleri, cepheleşme kültürünün oluşup şekillenmekte olduğu potalar rolünü oynamaktadır.

Burada siyasal kültürümüzün zayıf bir yanı olarak bir gerçekliğe, hatta bir kanamaya parmak basmakta yarar var. Ortak-birlikte düzenlenen (örneğin platformların) eylem ve etkinlikler söz konusu oldu mu, düzenleyici olan özne-örgütlerin her biri bu ortak eylem ve etkinliklerle “kendi” eylem ve etkinlikleri gibi ilişkilenmemeleri oldukça düşündürücüdür. Ortak eylem ve etkinliklerin bizzat öznesi olan örgütlenmeler tarafından sahiplenme, seferber olma, asılmada açığa çıkan bu kabul edilemez durum/tavır, derinlere kök salmış bencilce grupçu yabancılaşmayı, aptalca bir dar görüşlülüğü ve bir iddia zafiyetini yansıtmaktadır. Kuşkusuz bunların aşılması bir zorunluluktur. Dahası eylem birliği, ortak çalışma ve mücadele söz konusu oldu mu, bu zaafın aşılması yönelimi özne-örgütler için bir inandırıcılık ve tutarlılık sınavı ve ölçütü olacaktır.

Hegemonya Sorunu

Birden fazla toplumsal siyasal gücün ya da örgütsel-öznenin bir araya geldiği ve birlikte mücadele ettiği, ortak-birleşik çalışmalar geliştirdiği her durum kendi içerisinde bir “hegemonya” sorununu barındırır. Bu durum siyasal-toplumsal bir gerçeklik olarak ve işbirliği yapan kuvvetlerin ya da öznelerin iddiaları, süreçler üzerindeki rol ve etkilerinin, katkılarının eşitsizliği nedeniyle böyledir.

O halde, cepheleşme taktiklerinin gündeme geldiği her durumda hegemonya mücadelesinin meşruiyeti kabul edilmelidir. Yani özne taraflardan herhangi birisi, kendisi için meşru gördüğü “hegemonya” yönelim ve arayışını, iddiasını muhatapları için de aynı derecede meşru bir hak olarak görebilmelidir.

Siyasal savaşımda “hegemonya” ve önderlik sorununun söz konusu olduğu her durumda kesinkes bilinmelidir ki; “hegemonya”, önderlik “verilmez”, “bağışlanmaz”, “tartışılmaz”!

İlerici-devrimci hareketimizde belki de en yanlış kavranan ve uygulanan konuların başında “hegemonya sorunu” gelir. Her politik özne-örgüt, kendisi için hegemonya arayışı ve yönelimini doğal ve meşru görmenin ötesinde, bunu yalnızca kendisinin hak ettiğini düşünüp inanmakla da kalmaz, hatta diğerlerinin bunun kendisinin bir ayrıcalığı olarak kabul etmelerini alttan alta, gizliden gizliye ister, bekler! Kuşkusuz bu oldukça sekter bir yaklaşımdır, özsel olarak dayatmacı ve bozguncudur.

Marksist teorinin gereği odur ki, devrimci süreçleri aslına uygun açıklayabilme ve bir sürecin öncüden, özneden beklentilerini anlama ve karşılama yeteneği ve gücü en gelişkin olanlar, en önde ve en iyi mücadele edenler hegemonyayı üstlenebilirler. Sınıf mücadeleleri tarihi de bunu doğrular. Demek ki, politik iktidar mücadelesinde hakikaten iddialı olanlar “hegemonya” mücadelesi adına ayak oyunlarına, politik entrikalara tenezzül etmek, dönüp bakmak şurada kalsın bunları kesin bir kararlıkla reddederler. İşçi sınıfı ve ezilenlerin kurtuluşu adına önderlik ve hegemonya iddiasına sahip olanların, bu iddialarını işçi sınıfı ve ezilenlerle ilişkilenişlerinde ve keza egemen sınıflara karşı mücadelede duruşları ve tuttukları yerle mücadelenin devrimci önderlikten beklentilerini anlama, açıklama ve yanıtlama yetenekleriyle ortaya koymaları, hak etmeleri gerekir.

Ezilenler cephesinde yer alan toplumsal-siyasal hareketlerin egemen sınıflara, yürürlükteki düzene ve iktidara yönelmeleri ve keza yürürlükteki düzene ve egemenlik sistemine yönelen ezilen diğer toplumsal-siyasal kesimlerin hareketleriyle birleşme eğilim ve yöneliminde olmaları da tabiidir. Birleşme eğilimi de doğal ve meşru olduğuna göre, ezilenler cephesinde yer alan ve hegemonya mücadelesinin bilinçli tarafı olan örgüt-öznelerin hegemonya mücadelesini tam olarak hareketi amaçlarına yöneltmek, hareketin başarısını güvencelemek gibi yüksek ilkesel temellere dayandırmaları, devrimci bakımdan teorik ve pratik olarak doğru ve gereklidir. Özne-örgütlerin kendi varlıklarını ve kendi çıkarlarını hareketin gelişinin ve gidişatının ihtiyaçlarının ve hareketin genel çıkarlarının üstünde tuttuğu her durum bir yabancılaşma içerir. Ve tabii, harekete zarar verir. Grupçu bencillik, örgüt kibri, bahsedildiği türden bir yabancılaşmadır. Bu illetin kötü ünü ve kökleri, ilerici-devrimci hareketimizin birkaç on yıllık tarihine uzanır. Halihazırda devrimci-ilerici hareket kuşkusuz ki, bu grupçuluk yabancılaşmasından yakasını kurtarmış değildir. Büyük işçi, emekçi, ezilen halk kitlelerinden kopukluk, yabancılaşma ve güvensizlik var olmaya devam ettiği sürece, grupçu bencillik güçlü bir yaşam alanı bulmaktadır.

Burada sonuç olarak şunu vurgulamamız gerekir: Cephesel taktikler, özne-örgütler ile ilişkilenişte durumlara göre değişen düzeyde grupçu bencillikle mücadeleyi süreğen biçimde içerir. Fakat bu mücadele mutlaka cephesel taktikleri güçlendirecek tarzda yürütülmeli, hareketin ilerletilmesinin amaç ve gerekleri grupçuluk eleştirisini yönetmesi güvenceye alınmalıdır.

“Hegemonya sorunu” bağlamında burada altı çizilmelidir ki, cepheleşme yönelimi aslında aynı zamanda özne-örgüt tarafların, önderlik iddialarını belirli ölçüler içerisinde birleştirilmesi unsurunu da kapsar. Belki de ilerici-devrimci hareketimizde sorunun en az, en kötü anlaşılan yanı da burasıdır. Tarihteki örnekleri cephelerin “kuruluşu”nun, işçi sınıfı ve ezilenlerin bir önderliğe kavuşmalarına denk geldiğine tanıklık eder. Demek ki özne-örgütlerin cepheleşme yönelim ve çabaları ezilenler cephesinin birleşik önderliğinin inşası eğilimini taşır, bu görevi gerçekleştirmeye yönelmiştir. Cepheleşme taktiklerinde, cepheleşme ilişkilenişi içerisine girmekte olan kuvvetler, çarpışan siyasal-sınıfsal güçler ilişkisine yalnızca fiziki kuvvetlerini birleştirerek değil, aynı zamanda harekete önderlik etme kapasitelerini sentezleyerek birleştirme eğilimi içine girerler. Harekete önderlik etme kapasitelerini sentezleyerek, etkinleştirerek birleştirme ve bir ortak irade oluşturma eğilimi, tarafların herhangi birisinin kendisini dayatmasını reddeder.

Cepheleşme taktikleri, bu yoldaki girişim ve çabalar, dayatmaları baştan dışladığı kadar keza daha baştan gönüllü işbirliğini, güveni, güven içinde işbirliği ve ortak çalışmayı, sabırlı inandırma çabasını, birbirinden öğrenmeye, almaya açıklığı vb. kapsar.

Cepheleşme taktikleri, ilişki tarzının bütünüyle hareketin ilerleyişinin/ilerletilmesinin ihtiyaçlarını yanıtlamaya yöneltilmeli, cepheleşmenin gerekleri bakımından çözümlenmeli, kavranmalı ve kurulmalıdır. Bu, devrimci önderlik iddiasının gereğidir.

“Üçüncü Cephe” Sorunu

“Üçüncü Cephe” kavramı, güncel cephe tartışmalarının odağına yerleşmiş bulunuyor. ÖDP'den EMEP'e, HÖC'den DTP'ye ilerici-devrimci hareketin yazınında, “Üçüncü Cephe” kavramı Nisan-Mayıs döneminde özel bir önem kazandı. “Üçüncü Cephe” üzerinde kısaca da olsa durmalıyız. “Üçüncü Cephe”den önceki iki cephe, egemen sınıf içerisinde çatışan iki eğilimin taraflarını tanımlamaktadır. Bu “cephe” ya da taraflardan biri, merkezinde TSK'nın durduğu Generaller+CHP+MHP militarist-şoven statükocu güçler “cephesi”dir. Bu “cephe” bir yandan laik- şeriatçı, laik-dinci, diğer yandan aynı zamanda Türk-Kürt kutuplaşmasıyla militarizmin ve şovenizmin etkisi altındaki toplumsal güçleri Genelkurmay'ın liderliği altında cepheleşmeye, saflaştırmaya çalışmaktadır. Bu cepheyi, statükocu, şoven, faşist, militarist güçler cephesi olarak tanımlayabiliriz.

Diğer cephe, merkezinde gerçekte TÜSİAD'ın durduğu ama güncel siyasal şekillenmede sanki merkezinde AKP duruyormuş gibi görünen TÜSİAD-AKP; AB'ci, küreselleşmeci, “değişimci” güçler cephesidir. DP de bu cephede/tarafta değerlendirilebilir. Kuşkusuz bu cephede yer alan güçler de Türk milliyetçiliği ve şovenizminin ideolojik alanı içerisindedir.

Bununla birlikte, AB'ci, TÜSİAD'cı, emperyalist küreselleşmeci değişim çizgisinin tanımlayıcı ve yönlendirici argümanı değildir şovenizm.

Egemen sınıflar saflarındaki bu iki cenah yeni oluşmuş bir durum değildir. Bu saflaşmanın 2002 seçimlerinden günümüze izi sürülebilir. Bu iki kesim arasındaki iç iktidar mücadelesinin gerilen- gevşeyen, şiddetlenen-yumuşayan gelgitli seyri 2007 içerisinde özellikle

Cumhurbaşkanlığı/Çankaya eksenli mevzi savaşında keskinleşerek en yüksek düzeyine ulaşmıştır. Denebilir ki, Genelkurmay Başkanının 12 Nisan tarihli konuşması ve AKP'nin simge isimlerinden Abdullah Gül'ü Cumhurbaşkanlığına aday göstermesiyle birlikte Nisan sonunda Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu ve onu izleyen 27 Nisan muhtırasıyla birlikte egemen sınıflar saflarındaki iki cephe en yalın, en keskin, en çıplak biçimini almıştır.

Kuşkusuz her iki cephe de karşı devrimcidir. Fakat bu nedenle de egemen sınıfların iki cephesini ve aralarındaki farkı önemsiz bir ayrıntı gibi görmek, sunmak yanlıştır. Gerçekte de zaten her iki karşı devrimci cephenin işçi sınıfı ve ezilenlere, halklarımıza karşı oluşturduğu güncel tehlike aynı ya da eşit değildir. İşçi sınıfı ve ezilenler, halklarımız için daha büyük tehlikeyi askeri faşist cephenin oluşturduğu gözden kaçırılmaması gereken temel bir gerçekliğimizdir.

“Üçüncü Cephe” kavramı, işte siyasal güçler tablosunda bu iki karşı devrimci, sömürücü sınıflar cephelerinin belirginleştiği koşullar altında, onların alternatifi; bizzat onlara karşı olarak işçi sınıfı ve ezilenlerin özgürlük ve demokrasi güçlerinin “birleşik”, örgütlü mücadelesi olarak anlaşılmış ve tanımlanmıştır.

“Üçüncü cephe” kavramı yukarıda özetlediğimiz tablo içerisinde güncel olarak bir tarif ve anlatım kolaylığı sağlamaktadır. Bununla birlikte bazı mahsurlar da taşımaktadır. Tarihsel örneklerde cepheler genellikle, cephelerin varoluşuna neden olan tayin edici sorunlardan hareketle tanımlanmaktadır. “Vatan Cephesi”, “Birleşik Halk Cephesi”, “Emek Cephesi”, “Barış Cephesi” vb. gibi. Kuşkusuz bizce de “Üçüncü Cephe”nin iradi biçimde şekillendiği koşullar altında, onu tanımlayıcı ismi de belirginleşecektir. Burada dikkat çekmek istediğimiz şey tanımın, hareketin gerçekliğini yansıtması, gerçeği doğru biçimde kavramlaştırmasının önem ve gerekliliğidir.

Örneğin, günümüzde ezilenlerin faşizme karşı mücadele eden belli başlı güçlerini kapsayan bir cepheleşme, pekala “ezilenlerin özgürlük cephesi” biçiminde tanımlanabilir.

Burada tabii ki, isim konusuna yalnızca bir fikir edinilmesi bakımından değinilmektedir. İsim, ciddi ve sorumlu bir cepheleşme arayış ve yöneliminin çaba ve tartışmasının öncelikli bir konusu olamaz. İsmi onu tanımladığına göre doğaldır ki, cephenin tanımının bizatihi kurucu iradeler tarafından yapılması gerekir.

“Üçüncü Cephe”nin sahneye çağrılması, “Üçüncü Cephe”nin bir ihtiyaç olduğunun vurgulanması, keza “Üçüncü Cephe”nin kurulması, inşası çağrılarından ne anlaşılabilir, ne anlaşılmalıdır?

Örneğin, “Üçüncü Cephe” var mıdır, yok mudur? Hemen ve doğrudan “kurulabilir” mi?

Öncelikle yanıtların ikili bir nitelik taşıdığının altını çizmeliyiz. Günümüzde Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da hareket halindeki çatışan siyasal-sınıfsal güçler gerçekliğinin oluşturduğu resme baktığımızda, nasıl ki belirgin çizgileriyle egemen sınıfların iki ayrı cephesini görüyorsak, benzer biçimde bir “Üçüncü Cephe”yi de görüyoruz. Demek ki, “Üçüncü Cephe” bir siyasal-toplumsal gerçekliktir, bir siyasal toplumsal gerçeklik olarak var. Bu siyasal-toplumsal gerçeklik iki düzeyde somutlaşmaktadır. Birinci düzeyde; işçilerin, emekçi memurların, işsizlerin, yoksulların işbirlikçi kapitalizme, faşist rejime ve emperyalist küreselleşmeye karşı politik özgürlük ve insanca onurlu bir yaşam mücadelesinin toplamı olarak işçi, emekçi hareketi; Kürt ulusal demokratik hareketi; demokratik gençlik hareketi ve neoliberal yıkım programına karşı köylülüğün direnişini vb. sayabiliriz.

İkinci düzeyde ise, bütün bu ezilenler hareketinin örgütsel yansımaları olan özne-örgütler arasındaki eylem birliklerini, işbirliklerini ve keza bu özne örgütlerin ayrı ayrı her birinin etkinlikleri dahil bütün bunların toplamını sayabiliriz.

Bu iki düzeyde gördüğümüz “mücadelelerin” toplamı, bir siyasal-toplumsal nesnellik olarak, ayrı bir taraf olarak koordine ve organize olmamış olsalar da nesnel olarak aynı tarafta yer almakta, aynı hedeflere yönelmekte ve bir cephe meydana getirmektedirler.

Peki, bu durumda “Cephe Sorunu” nedir?

Cephe sorununun böyle bir nesnellik üzerinde kavranması, çözümlenmeye çalışılması Marksist materyalizmin de gereğidir. Eğer klasik Marksist bir formülasyon kullanmak gerekirse, önümüzdeki gerçekliğin, yani bütün yansımaların ve düzeyleriyle siyasal-toplumsal bir nesnellik olarak var olan cepheleşme eğiliminin bilimsel sosyalizmin, devrimci teorinin aydınlatıcı ışığıyla değiştirilip yönlendirilerek “soylulaştırılması” demektir.

Bu gerçeklik zemini üzerinde cepheleşme sorunu, bu gerçekliğin bir parçasını oluşturan özne- örgütler arasındaki ilişkinin mevcut verili durumunu, ezilenler cephesinin birleşik önderliğini ve omurgasını oluşturacak yönde değiştirerek düzenlemek, özne-örgütler arasında işbirliğini bir cephenin kuruluşuna doğru itmek demektir. Özne-örgütler arasındaki ilişkinin tanımlanan değişimi, bunların ortak cephe ve iradelerini yansıtan öznenin cephesel düzeyini (“Cephesel özne düzeyi”), amaç ve hedef birliği olan öznelerin kendi varlıklarını devam ettirirken aynı zamanda bir birleşik varlık, “birleşik özne” meydana getirmeleri demektir. Bu birleşik öznenin inşa süreci tarihsel bir anda cepheye konu olan toplumsal-siyasal hareketlerin, yukarıda özetlediğimiz işçi-emekçi hareketi; Kürt ulusal hareketi, demokratik kadın hareketi, vb. taleplerinin belirginleştirilmesi ve formülasyonu, bu hareketlerin ortak amaç ve hedefler doğrultusunda ortak bir merkez altında koordinasyonu ve birleştirilmesi, cepheleşme hareketinin dayanacağı cephesel omurganın örgütsel inşası, hareketin taktiğinin ve mücadele tarzının saptanması keza birleşik bir hareketten bahsettiğimize göre, birleşik bir iç hukukunun oluşturulması vb. gibi sorunların tümünün bir süreç içerisinde düşünsel ve pratik çözümünü kapsar. Demek ki, “Cephe sorunu”nun öyle bir hamlede, bir girişimde üstesinden gelmek mümkün değildir.

Bu gerçekler ışığında baktığımızda demek oluyor ki, “Üçüncü Cephe” ilerici-devrimci hareketimizin, özne-örgütlerin önünde uzanan temel bir görev, diğer bir ifadeyle de, kazanılıncaya kadar da elde edilecek bir amaçtır. Bunun bir hamlede elde edilemeyeceği besbellidir. Keza bu sorun çağrılarla da çözülemez. Hatta zamansız çağrılar, tam tersine süreç üzerinde olumsuz roller de oynayabilir. Elbette ki kimin, kimlerin çok fazla “gelin cephe kuralım” çağrısı yaptığının da çok özel bir anlam ve değeri yoktur. Bu sorunun/konunun muhatabı herhangi bir özne-örgütün durumu- konumu ancak onun düşünsel ve pratik etkinliklerinin toplamında, cepheleşme/cepheleştirme yönelim ve yeteneğinde çözümlenebilir.

Sonuç olarak, burada herhalde şunun altını çizmeliyiz: Komünist öncü günlük çalışmalarında belli başlı yönleriyle kapsamlı ve tutarlı bir “cepheleştirme siyaseti” geliştirir ve belli koşullarda süreci hızlandıracak hamleler yapar. Cephe sorununun aydınlatılmasına yönelik propaganda çalışmasından ve cepheleşme/cepheleştirme siyaseti bağlamında günlük çalışmalarında alabileceği ve atması gereken pratik durumlardan ayrı olarak, özne-örgütler düzeyinde bir cephenin merkezinin ve omurgasının kuruluşu ve cephenin kuruluşunun ilanı anlamında somut bir cephe çağrısını yapmak söz konusu olduğunda, bu siyasi hamlenin önem ve ağırlığına uygun bir hareket planının hazırlanması ve sorunun doğasına uygun bir hareket tarzının giderilmesi elzemdir.

Cepheleştirme Siyasetinin Üç Yönü-Üç Bileşeni

Marksist Leninist komünistlerin kendi varoluş gerçekliğini devrimci ve komünist hareketin Rönesans'ı olarak tanımlamalarının, kimi ilerici-devrimci çevrelerde rahatsızlıklara yol açtığı biliniyor. Bunu anlayabiliyoruz. Fakat vurgulamak zorundayız ki, Birlik Devrimi, devrimci-ilerici hareketimizin varoluş formu olan devrimci kendiliğindencilikle sistematik hesaplaşmanın kopuş ve sıçrama momentini oluşturmaktadır. Devrimci amaçlara bağlılığı kötürümleştiren, kireçlenmiş, kendi kendisinin amacı haline gelmeye yüz tutmuş, gününü doldurmuş eski grup yapılarının atomizasyonu, devrimci amaçlara bağlılığın tutku düzeyinde yeniden inşası, kazanılan iktidar perspektifi ve iddiası vb. devrimci hareketin Rönesans'ı olma gerçekliğinin yansımalarıdır. Kazanılan birleştiricilik yeteneği Birlik Devrimi'nin mayasının oluşturucu kimyasal maddelerinden birisi olduğu kadar, yukarıda sıraladığımız karakteristik özelliklere de içerilmiştir. Marksist Leninist komünistlerin cepheleşme, cepheleştirme yeteneğinin temelinde işte bu birleştiricilik harcı bulunmakta, devrimci amaçlara tutkulu bağlılığın yeniden kuruluşu ile ve kazanılan iktidar iddia, yönelim ve perspektifi tarafından olgunlaştırılıp tamamlanmaktadır. Bütün bunlardan olarak şunu söyleyebiliriz: Cepheleşme, cepheleştirme yaklaşım ve yönelimi, marksist leninist komünist partisinin kuruluşundan itibaren onun varoluşunun bütün süreçleri boyunca tanımlayıcı çizgilerinden birisi olarak kendini gösterir. Cepheleşme, cepheleştirme yeteneği, yönelim ve pratiği, politik önderlik ve politik mücadele tarzının ayırıcı bir çizgisidir.

Marksist Leninist komünistler cepheleşme, cepheleştirme çalışmasını bütün tarihleri boyunca üç ana doğrultuda sürdüregelmişlerdir. Bunları sırayla özetleyebiliriz:

İlerici-devrimci parti ve örgütler, keza sendikalar, çok değişik form ve içerikteki dernek örgütlenmeleri vb. özne-örgütler arasındaki ilişkilerin cepheleşme yönünde düzenlenmesi, itilmesi ekseni.

İşçi-emekçi hareketi, Kürt ulusal demokratik hareketi, demokratik kadın ve gençlik hareketi; emperyalist savaşa, işgale, NATO'ya, üslere, vb. karşı anti-emperyalist hareket, çevre ve emekçi köylü hareketleri, toplumumuzdaki bütün bu demokratik-ilerici hareketlerinin gelişimlerinin desteklenmesi, amaç, talep ve hedeflerinin netleşmesi, oportünist gerici etkilerden kurtulmaları, bütün bu demokratik-ilerici toplumsal hareketlerin karşılıklı etkileşiminin koordinasyon ve hareket birliğinin sağlanması çaba ve yönelimi olarak cepheleştirme; eleştiri hakkını koruyarak moral ve eylemli bir biçimde destekleyerek her birinin yanında cepheleşme hattı korunmuştur.

İşçi sınıfı ve ezilenlerin saflarındaki mücadele potansiyelinin büyütülmesi, açığa çıkartılması ve harekete geçirilmesi, yani demek ki, bir bütün olarak ezilenlerin mücadelesinin kitlesel temelinin genişletilmesi yönelimi düzeyinde de cepheleşme çalışması sürdürülmüştür. Burada, bu üçüncü nokta üzerinde ayrıca durma gereği duyuyoruz.

Her politik öznenin az-çok kitleleri kazanma yönelimi vardır. Biz, cepheleşme çalışmasının bu boyutunda, bu gerçekliği de kapsamanın yanı sıra, öncü ile kitlelerin ilişkilenişi tarzında daha özel bir duruma işaret etmek istiyoruz. Komünist öncünün kuruluş belgelerinde, “öncü, ileri işçilerin birliği”ne ve keza, “kitlelerle birlikte politika”, “kitle politikası”na yapılan vurgular bunu anlatmaktadır. Öncü-ileri işçilerin birliği kuşkusuz ki, işçi sınıfının içerisindeki pozisyonu böyle olan, ama ideolojik-politik birlik içerisinde de olmayan işçilerin, işçi sınıfının en acil ve en yaşamsal çıkarları için sermayeye, ya da sermaye iktidarına karşı birliği “cephesel” bir nitelik taşır. Komünist öncü kendisi gibi düşünmeyen öncü, ileri işçilerle, işçi sınıfının çıkarları için işbirliği yapmayı, birlikte-ortak çalışmayı öngörmektedir. Yani kendisi gibi düşünmeyen ileri-öncü işçileri, işçi hareketinin “atomik özne”leri olarak kabul etmekte, onlara kendisini sekter ve buyurganca dayatmak yerine sınıf demokrasisi zemininde bulaşarak işbirliği ve ortak çalışmalar içerisinde sosyalist sınıf bilincini geliştirmeyi, komünist öncünün ideolojik-politik çizgisine kazanarak örgütlemeyi içermektedir.

Komünist öncünün öncü-ileri işçilerle işbirliği, birlikte, ortak çalışmalar zemininde dönüştürme, kazanma yönelimi varoşlar/semtlerdeki çalışmalar için de geçerlidir. Semtler farklı toplumsal kesimlerden ezilenlerin bulunduğu yerleşim alanları olduğu içindir ki, bu sorun daha karmaşıktır. Ama semtlerde ezilen, sömürülen toplum kesimlerinin öne çıkan mücadeleci öncü, ileri ögelerinin “birleştirilmesi” sorunu vardır. Burada da “işbirliği”, “birlikte çalışma” vb. kitle politikası geçerlidir. Keza aynı şekilde ortak çalışmalar zemininde dönüştürme, değiştirme, kazanma çizgisi için de geçerlidir bu.

Buraya “kitlelere hücum”un aynı zamanda mücadele bilinç ve isteği uyanmakta, kitleleşmekte olan işçiler ve ezilenler ile komünist öncünün somut mücadeleler zemininde buluşmasını, işbirliğini kapsadığını da eklemeliyiz. Öncünün kitlelerle buluşması hemen ve doğrudan kitlelerin öncünün program ve çizgisine kazanılması anlamına gelmez. Önce, öncü ile kitlelerin işbirliği, bir çeşit eylem birliğinin açığa çıkması, böyle bir zeminde kitlelerin öncüyü sınaması çok daha mümkündür. “Kitlelere hücum” rotası öncünün kitlelerle bu tür işbirliğini olabildiğinde geliştirmeyi öngörür, gerektirir.

Cepheleşme, cepheleştirme çalışmasının üç ana doğrultusu Marksist Leninist komünist öncünün bütün kolektif yapılarının ve denebilir ki, hatta bütün yapıcılarının önüne ancak her günkü devrimci çalışmalar içerisinde ele alınabilecek sayısız görevler koymaktadır. Yani demek oluyor ki, komünist öncünün hiçbir yapısı ve yapıcısı kendini cepheleşme, cepheleştirme siyasetinin dışında göremez. Burada özellikle vurgulamak istediğimiz, komünist öncünün işçi sınıfı ve ezilenlerle, kitlelerle sürekli temas halinde olduğu “sinir uçları”nın, “uç beylik”lerinin, bütün günlük çalışmaları bakımından kitlelerdeki mücadele potansiyelinin büyütülmesi, var olan mücadele eğilimleri ile onları ilerletebilecek bir tarzda birleşilmesi çalışması, yalnızca cepheleşme, cepheleştirme yöneliminin değil, ama aynı zamanda öncünün önderleşmesi çizgisinin patlama noktasıdır. Tam da burada cepheleşme, cepheleştirme çalışmasının üçüncü başlık altında vurguladığımız doğrultusu, öncünün kitlelerle ilişkisinin ilkesel olarak doğru kuruluşunu tanımlar, vurgular. Komünist öncü kendisini kitlelere dayatmaz, dikte etmez. Kitlelere tepeden bakan kibirli, kendini beğenmiş, kitleleri sürü gören bürokratik önderlik anlayışını reddeder. Komünist öncünün önderlik anlayışı, kendine olduğu gibi işçi sınıfı ve ezilen milyonlara, uyanıp harekete geçme eğilimindeki kitlelere güvenir. Kitle kuyrukçuluğunu, kitlelerin geri eğilimleriyle uzlaşmayı reddeder. Komünist öncünün önderlik anlayışı özsel olarak kitlelerin harekete geçirilerek, mücadeleye sokularak devrimci bakımdan dönüştürülebileceği, ancak bu yoldan sosyalist sınıf bilinci ve örgütlülüğünün geliştirilebileceği gerçekliğine dayanır.

Fabrikalar, işletmeler ve atölyelerde, semtlerde, okullarda ve köylerde devrimci kitle çalışmasında ve sınıf mücadelesinde komünist öncünün “sinir uçları” ve “uç beylik”lerinin kitlelerle temas halinde olduğu bütün bu alanlarda cepheleştirme siyaseti üç ana doğrultusuyla birlikte, günlük devrimci çalışmanın gündemi ve konusudur. Komünist öncünün kitleler içerisinde kök salacak yapıları cepheleşme çalışmasının kendi alan ve düzeylerinde özne örgütlerle ilişkilerini düzenlenmesi düzeyinde ve özne örgütlerin işbirliğini sürekli kitlelere yönelterek de sürdürmekle yükümlüdürler. Kuşkusuz aynı şey, cepheleşme çalışmasının ikinci başlığı altında verdiğimiz toplumsal hareketlerle ilişkilenme, onlarla işbirliği ve destekleme, onları öngörülen hatta doğru itme vb. çalışmalar bakımından da geçerlidir. Bununla birlikte konunun, temel bir yönüne ayrıca dikkat çekmek gereğini duyuyoruz.

Yukarıda yeri geldikçe üzerinde durduğumuz toplumsal hareketler, farklı siyasal sınıfsal niteliktedir. Doğal olarak komünist öncü, işçi hareketi dışındaki hareketlerle cepheleşme siyasetinin gerektirdiği şekilde ilişkilenir. Komünist öncü kendini işçi sınıfına ait gördüğü içindir ki, temsil ettiği sınıfın hareketine bağlanması, sınıf temeline oturması, ideolojik-teorik ve siyasal sınıfsal varlık koşulu olduğu kadar, cephe siyasetinin başarısının koşulları arasındadır.

Deneyimler, cepheleşme siyasetinin özne-örgütler düzeyinde eylem birlikleri vb. biçimindeki uygulanışında yer yer; zaman zaman görüşmeler-tartışmalar sonuçlanıncaya değin bekleme, hareketsiz kalma biçiminde tutukluğa neden olduğu ya da böyle anlaşıldığı örnekler açığa çıkarmıştır. Komünist öncü, diğer özne-örgütler ile mücadelenin her somut durumunda eylem birliği, işbirliği, ortak çalışma imkanlarını zorlarken, aynı zamanda duraksamadan kendi kuvvetlerini harekete geçirir. Komünist öncü, aynı sorun zemininde zamandaş olarak gelişecek kendi güçlerine dayalı eylemler, hareketler ile gerektiği her durumda diğer özne-örgütler ile birlikte-ortak geliştirilecek eylem ve etkinliklerin eşgüdümünü sağlar. Cepheleşme siyasetinin müttefikleri bekleme biçimindeki bir oportünist tuzağa dönüşmesine izin verilemez, verilmemelidir.

Diğer yandan deneyimler, cepheleşme siyasetinin sanki öncünün bağımsız çizgisinden ayrı bir şeymiş, onun alternatifiymiş gibi algılayan yaklaşım ve tavırlara da tanıklık etmektedir. Kuşkusuz “cepheleşme siyaseti” komünist öncünün “bağımsız çizgisi”nin yansımasından, türevinden başka bir şey değildir. “Cepheleşme siyaseti” ile “bağımsız çizgi”, biri diğerinin alternatifi iki farklı şeymiş gibi anlaşılması kimi durumlarda “çizgi bağımsızlığı” adına “cepheleşme siyaseti” adına öncünün kendi kuvvetlerini harekete geçirmesinde zaafa yol açabilir.

“Cepheleşme siyaseti”, Komünist öncünün ezilenlerin mücadelesinin tam merkezine konumlanma yönelimidir. “Kitlelere hücum”un olduğu gibi, önderleşme iddia ve yöneliminin de gereğidir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi