Demokratik Alevi Hareketiyle Buluşmak

2005’in Mart ayı sonunda toplanan 1. Alevi Konferansından itibaren tüm yaz boyunca demokratik Alevi hareketinin taleplerinin gündemleşmesine ve mücadeleci bir hatta devrimci-demokratik muhalefet güçleriyle daha gelişkin bir temelde buluşmasına tanık olduk. 2005 yazı, diğer muhalif-toplumsal güçler gibi, demokratik Alevi hareketi bakımından da ‘sıcak’ bir yaz oldu!...

Yüzyıllardır bu topraklarda ezilen, baskıya ve katliamlara uğrayan Aleviler üzerindeki asimilasyon, tektipleştirme —rejimin resmi mezhebi Sünni/Hanefileştirme— faaliyetleri devlet eli ve yönlendirmesiyle kesintisiz devam ediyor. Selçuklu ve Osmanlı döneminde asırlarca süren çıplak zor ve ezip yok etme politikası, Cumhuriyet döneminde de daha ince yol ve yöntemlerle sürdü, sürüyor. Cumhuriyetin kuruluşundan beri diğer ezilen halk, kimlik ve kesimlere yapıldığı gibi Aleviler de, Ittihak ve Terakki’den devralman; “tek devlet, tek millet, tek din” anlayışının her düzeyde hedefi ve mağduru olmuştur.

Devletin 1930’larda yayınlanan Gizli Dersim Raporunda; “Yavuz Selim’in gazabı olmasaydı, bugün bu güzel Türkiye’mizde tek bir Sünni’ye tesadüf etmek mümkün olmayacaktı” deniliyor. (Aktaran Erdoğan Aydın, Aleviliği Ne Yapmalı, sf.262). Pir Sultan Abdal ve onun gibi önderler şahsında halkçı, direnişçi Aleviliğin tarihsel ve güncel olarak egemenler için ne anlama geldiğinin göstergesidir bu rapor. Resmi ideolojinin kendi çizdiği sınırlar dışında Alevi kimliğini, onun özgünlüğünü tanımayacağı açıktır.

Aleviler de diğer ezilenler gibi, “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış kütle” anlayışının kurbanı olmuştur. En kutsal mekanları olan Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı’nın kapısına kilit vurulmuş, her türlü eziyeti ve kıyımı yaşamışlardır. (60’larda yeniden açılmış ve bugün müze statüsünde olan bu dergaha, Aleviler para vererek girebilmektedir.) Cumhuriyetin mayasındaki resmi-kurumsal, dünyevileşmiş din olgusu belirleyici bir faktördür. “1923 sonrası gerçekleştirilen mübadelede, Anadolu’nun Hıristiyan Türkleri Yunanistan’a gönderilirken, Yunanistan’daki Türk olmayan Müslümanların Türkiye’ye getirilmesi yoluna gidilecektir. Örneğin, Türkçe konuşup okuyan Karamanlılar Ortodoks Hıristiyan oldukları için göçmek zorunda bırakılırken, yine Hıristiyan olan Gagavuz Türklerinin gelişi engellenmiştir. Buna karşılık Türk olmayan, Türkçe bilmeyen Boşnak ve Pomak Müslümanlar (Sünni mezhebindendirler, bn) getirilmiştir.” (2). Resmi dinle halkları Türkleştirme ve Müslümanlaştırma yolu izlenmiştir.

Ezilen halkları ve inançları tektipleştirme, asimile etme anlayışı bugün de başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere sürüyor. Ancak bu resmi çizgiyi kıran gelişmeleri, egemenler adeta sonlan olarak görmektedir. Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin geldiği noktada Kürtleri kaybedilmiş olarak gören rejim, Alevilere daha kapsamlı yönelmekte, yaklaşımında biçimsel bazı değişiklikler dışında katı inkarcı tutumunu sürdürmektedir.

“Alevi kardeşlerimizin Müslümanlıktan uzaklaşmamasını sağlamamız lazım... Müslümanlık birlik dinidir. Müslümanlıkta Hanefi, Şafi, Caferi, Bektaşi bir kimlik değildir. Aleviler için de bunlar kimlik olmamalıdır.” (3). Diyanet İşleri Başkanı’nın bu sözleri de gösteriyor ki, Aleviliği çürütme ve asimile etme anlayışı değişmemiştir. Buna karşın demokratik Alevi dinamiği ve örgütlenmesi, kendi dışındaki toplumsal sorunlara ilgi gösterdiği ve düzenin resmi çerçevesinin dışına çıkabildiği oranda bu inkarcı politikaları boşa çıkarabilir.

Tarihsel gelişimi ve biçimleniş bakımından Alevilik, sömürülen ve ezilenlerin egemenlere karşı kendi sınıfsal çıkarlarına göre biçimlendirdikleri halklaşmış, direnişçi, ayrı değerler sistemine sahip inanç formundaki bir olgudur. Alevilik ve Aleviler üzerindeki tahakküm ve yok etme çabalarını, sadece farklı bir inanç olmasından dolayı sorunu dinsel ayrılıklara indirgeyip, sınıfsal karakterini görmemek materyalist tarih anlayışına aykırı bir yaklaşım olur. Buradan ne dün, ne de bugün Aleviler dışındaki diğer inanç mensuplarının tümünün egemen sınıflara dahil olduğu; ezilen, sömürülenlerin sırf Aleviler olduğu sonucu kesinlikle çıkmaz. Tersinden, özellikle de kapitalizm döneminde Alevilerin hepsinin sömürülen sınıflara ait oldukları da iddia edilemez.

Feodalizm döneminde, Alevilik gibi dünyanın farklı coğrafyalarında (Balkanlar’da Bogomiller, Batı Avrupa’da Tomas Münzer hareketi, Bahreyn’de Karmatiler vb.) ezilen halklar ve sömürülen sınıflar, kendi egemenlerine karşı ekonomik ve toplumsal çıkarları uğruna mücadeleye tutuşmuşlardır. Bu mücadele, biçimsel olarak egemen dinler içinde kalan, ama özsel olarak onu ezilenlerin sınıfsal çıkarlarına uygun olarak değişim ve dönüşüme uğratarak ilkel eşitlikçi toplumsal muhalefeti örgütleme aracı haline getirmiştir.

Friedrich Engels, Köylüler Savaşı adlı eserinde, “Feodalizm döneminde din savaşları adı verilen şeylerde bile, her şeyden önce, çok olumlu maddi sınıf çıkarları söz konusudur... Eğer bu sınıf savaşımları o çağda, dinsel bir nitelik taşıyor, eğer çeşitli sınıfların çıkar, gereksinim ve istemleri din maskesi altında gözleniyor idiyseler, bu hiçbir şeyi değiştirmez ve çoğu koşullarda kolayca açıklanır...” diyor. Alevilik de bu coğrafyanın ezilen halklarının —Türkler ve Kürtler ağırlıktadır egemenlere karşı mücadelesindeki; Tanrı-İnsan-Doğa temelli heterodoks siyasi, felsefi, kültürel boyutları olan özgün kimliğin adıdır.

Kökleri Ortadoğu, Mezopotamya ve Horasan bölgelerinde olan Aleviliğin, bu coğrafyaların özgünlüğü düşünüldüğünde mücadelesini dinsel kisve altına sokması daha da anlaşılırdır. İslam’ın ortaya çıktığı Arap coğrafyasında da toplumcu, ilkel eşitlikçi birçok fırka, mezhep, tarikat varolmuştur.

Aleviliğin kökleri, yüzyıllar ötesinden bugüne kadar olan tarihsel yolculuğu, yazının kapsamını aşacağı için buna dair daha fazla ayrıntıya girmeyeceğiz. Yalnız, Aleviliğin tarihsel arka planını netleştirmek, aydınlatmak hayati öneme sahiptir. Çünkü, bu tarihin sınıfsal bakış açısıyla okunması, devletin Aleviler üzerindeki ideolojik kuşatmasını, Alevi hareketi içindeki ayrışmaların ve buna bağlı olarak egemen düzene karşı farklı pozisyon alışların, Alevi emekçiler tarafından anlaşılır hale gelebilmesi için yaşamsal bir zorunluluktur. Devlet, Alevi sermayedarları ve bunların destekledikleri sağcı Alevi aydınları, Aleviliğin toplumsalcı, muhalif tarihini çarpıtarak onun tüm ilerici, direnişçi yönlerini iğdiş ederek “İslam içi”leştirmeye, dolayısıyla düzeniçileştirmeye çalışmaktadırlar.

Resmi ideolojinin, modern ‘Hızır Paşa’ların Aleviliğe biçtiği tarihe karşı, Pir Sultan Abdalların, Kalender Çelebilerin, Şahkulu vb’lerin önderlik ettiği isyancı, özgürlükçü Alevi tarihini öğrenmek, öğretmek gerekiyor. Materyalist tarih okumasıyla düşünsel olarak da egemenlerle ve düzen Aleviciliğiyle güncel olarak hesaplaşılmak.

Alevilik, yüzyıllar önce ortaya çıktığı ilk halinin duruluğunda değildir doğal olarak. Feodalizm dönemindeki ilkel eşitlikçiliği, üretim ilişkilerinin gelişimi ve değişimine bağlı olarak farklılaşmıştır. Bununla birlikte asırlardır süren fiziki zor, baskı, katliamlar ve egemenlerin siyasi-ideolojik kuşatması altında Aleviliğin orijininden büyük değişime uğraması kaçınılmazdır.

Burjuvaziyi tarih sahnesine çıkaran kapitalizm döneminde bu değişim daha hızlı olmuştur. Cumhuriyetle birlikte Alevilik içinde daha da artan bölünme ve ayrışmaların ana nedeni de, bu sınıfsal farklılaşmadır. Özellikle son 30-40 yılda devletin önünü açtığı bir Alevi burjuvaları tabakası türemiştir. Adnan Polat, Ali Haydar Veziroğlu, Sadık Özgür (Kale Kilit), armatör Hıdır Selek, eski ITO Başkanı MHP’li Niyazi Adıgüzel, CEM Vakfının Başkam İzzettin Doğan ve Ehl-i Beyt Vakfının Başkam Fermani Altun (Türkiye İthalat ve İhracatçılar Derneği eski başkanıdır) vs. Ayrıca son yıllarda Avrupa’da da gelişen bir Alevi sermaye sınıfı vardır. Bunların yanında da yoğunlukta sosyal demokrat partiler olmak üzere düzene göbekten bağlı Alevi “siyasi eliti” oluşmuştur.

Bugün Alevi hareketinin farklı kanallarda akması heterojenleşmesinden, çıkarların benzemezliğinden, çatışmasından kaynaklanmaktadır. CEM Vakfı (Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı), Ehl-i Beyt Vakfı vb. örgütler, Alevi sermayedarlarının çıkarlarına göre konumlanmıştır. Devlet tarafından desteklenen bu oluşumlar aracılığıyla, emekçi Aleviler toplu olarak düzenin payandası haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan özellikle CEM Vakfı, arkasındaki siyasi güç ve çok gelişkin maddi olanaklarıyla ne yazık ki Alevi ezilenleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Ne yazık ki diyoruz, çünkü, Türkiye devrimci hareketi (TDH) Alevilik meselesine yeterli ilgiyi gösterip doğru bir yaklaşım ve pratik geliştiremediğinden, Alevi emekçileri, egemenlerin ve bu düzen Alevicilerinin insafına bırakılmıştır.

‘60’lı yıllardan itibaren gelişen sol dalga, muhalif kimliklerinden dolayı Alevileri de yığınsal olarak etkilemişti. ’80 öncesinde devrimci harekette etkileşim ve yakınlaşma en tepe noktasına ulaşmıştı. Alevilerin içinde devrimci örgütlere her düzeyde kadro akışı yaşandı. Hızla politikleşen ve örgütlü mücadeleye katılan Alevilerin yaşadığı bölgeler, devrimci hareketin başlıca faaliyet alanı olmuştu. Bundan dolayı Alevilerin yoğun olarak yaşadığı “kırmızı şerit” denilen Maraş, Sivas, Malatya gibi sınır şeridi illerinde kitlesel kıyımlar yaşandı. Buralar devrimci hareketin etkin olduğu bölgeler olması dışında, ilk elden Türk ve Kürt emekçi halklarının mücadelesinin birleşmesi ve kardeşleşmesinin sağlanacağı yerlerdi. 1200’lü yıllardaki Baba İshak önderliğindeki Babai Ayaklanmaları döneminden beri Kürt ve Türk ezilenlerinin ortak mücadele ve direniş geleneği vardır. Baba İshak Amasya’dan girmiş, Adıyaman’dan çıkmıştır. Bu zemin bugün de mevcuttur. Bundan dolayı 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı, egemenler tarafından tertiplendi. Öncelikle Türk Alevileri olmak üzere tüm emekçi yığınlara Kürt ulusal kurtuluş mücadelesiyle yakınlaşmamaları için gözdağı verildi.

12 Eylül darbesinden sonra devrimci hareketin yenilgiye uğradığı tasfiyecilik ikliminde, diğer tüm toplumsal kesimler gibi devrimci hareketle Alevilerin ilişkisi iyiden iyiye zayıfladı. Aleviler, egemenlerin etkisine daha açık ve korumasız hale geldiler. ‘80 darbesinin faşist uygulamalarından en ağır biçimde nasiplenen Aleviler, her düzeyde örselendiler. Alevi kimliği, ’82 Anayasası sonrası zorunlu din dersleriyle, Alevi köylerine zorla cami yaptırılmasıyla, Türk-Islam sentezinin dayatılmasıyla vb. topyekün baskıya uğradı. Bu baskı ve sindirme, devrimci hareketin etkin olduğu yerlerde daha yoğun yaşandı. Dersim’de yoksul Alevi ailelerin çocukları, devlet tarafından zorla Bolu’ya Kur’an kurslarına gönderilerek devşirilmeye çalışıldı. Alevi emekçileri sırf Alevi oldukları için işkencehanelere götürüldü.

Dün, devrim dalgasının yükselişe geçtiği yıllarda Alevilerle “doğal” bir biçimde “iç içe geçmiş” olan TDH’nin, 12 Eylül’den bugüne Alevilerle nasıl ilişkilendiği, daha doğrusu nasıl ilişkilenemediği ortadadır! Devrimci hareket Alevileri nereye koyacağı, onunla nasıl ilişki kuracağı konusunda hem düşünsel, hem de pratik olarak esasen bir politikasızlık durumu yaşamaktadır. Alevilik meselesinin gündeme geldiği dönemlerde yaşanan gelişmenin kaydedilmesi biçiminde çıkan gazete haberleri, dergi yazıları yayınlanıyor ya da Aleviler kıyıma uğradığında devrimciler bedenlerini siper ediyor. Bunun dışında ne sistematik bir düşünce ve politika, ne de sürekliliği sağlanabilen örgütsel bir pratik geliştiriliyor.

Marksist Leninist komünistler, kuruluşlarıyla birlikte TDH’nin klasik şabloncu, formalist siyaset tarzından kopuşarak, Alevilerin politik özgürlüğü için yeni örgüt biçimleriyle mücadele ettiler. Embriyon halindeki bu yönelim süreklileştirilemediği için, ‘96 sonrasında da bu konuda bir geriye düşüş yaşandı. Kuruluş sonrası yeni gelişen demokratik Alevi hareketine ‘içerden’ müdahil olunmaya çalışılmış, belli bir yol kat edilmişti. Alevilere yönelik fiziki müdahaleler gündeme geldiğinde onların yanı başında olunarak olumlu pratikler sergilendi. Mesela; 1994 yılında Karacaahmet Cemevi’nin inşaatı R. Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce yıkılmaya çalışılmış, ML komünistler, dozerler cemevinin kapısına dayandığında günlerce ‘hazırlıklı’ biçimde Alevilerin omuzbaşlannda olmuştu. Bu dayanışma büyük sempatiyle karşılanmasına rağmen ‘sıradan’ Alevilerin bilincinde; “Dersimli gençler bizi korumaya gelmiş’in ötesine geçememişti. Salt bu tip soylu eylemlerle Alevi emekçisinin kazanılamayacağı açıktır; ama yapılan bile anlatılamıyor, anlatılmaya çalışılıyorsa da bunun bütünlüklü, sistematik bir yönelimden uzak olduğu ortadadır.

Marksist Leninist komünistlerin asgari programında da ortaya koyduğu ezilen ulus ve mezheplerin politik özgürlük mücadelesini sonuna dek savunma, buna öncülük etme perspektifi, bu kesimlerle ilişkilenişin daha yoğun ve özgün olmasını koşullamaktadır. Alevi ezilenleriyle ilişkilenişin amaç ve biçimleri de çok daha somut ve yaratıcı olmak zorundadır. İktidar hedefli mücadele yürütenlerin bu coğrafyanın ezilen, tahakküm altında tutulan en büyük topluluklardan biri olan Alevi emekçilerine yönelik doğru bir yaklaşım geliştiremeden ve onlara nüfuz edemeden politik iktidar mücadelesinde fazla bir şansı olamaz.

Alevi sorunu bir kültür-kimlik sorunudur. 15-20 milyon arasındaki Alevi nüfusu, inançlarından kaynaklı olarak yüzyıllardır her türlü baskıya, katliama uğramış, kimliklerini özgürce yaşayamamışlardır. Osmanlı ve devamından bugüne Cumhuriyet döneminde egemenlerin gadrine uğrayan Alevilerin yaşadığı ezilmişlik; bizim de derdimiz, sorunumuz olmalıdır. Kapitalizm öncesi döneme ait oluşum ve gelişim sürecinde şekillenen ilkel eşitlikçi bir kültürel miras taşıyan Aleviliğin bu niteliği, kapitalizme ait günümüz koşullarında sosyalizme ve devrimci harekete yakın olmasını beraberinde getirmektedir. Bundan dolayı TDH’nin siyaseten de, solun bu topraklardaki geleneksel öncülü olan Alevi kimliğine sahip halklarımızla politik temelde ilişkilenmesini daha duyarlı hale getirmesi zorunludur.

Ezilen, emekçi Alevilerin özgürlüklerini savunup onunla ilişkilenirken, diğer ezilen sınıfların, halkların ve başka inançlara mensup emekçilerin özgürlükleriyle karşı karşıya koymadan yapabilmeyi başarabilmelidir.

Kürt ulusal sorununa gösterdiğimiz ideolojik-politik duyarlılığı, kendi özgünlüğü içinde Alevi sorununda da gösterebilmeliyiz. Egemenlerin ve onların Aleviler içindeki uzantısı işbirlikçi kişi ve örgütlerin, Aleviliğin içini boşaltma ve bununla beraber Alevileri Kürt ulusal kurtuluş hareketiyle, devrimci hareketle karşı karşıya getirmek için gösterdiği büyük çaba düşünüldüğünde, bizim de Alevilik meselesine aynı ciddiyetle yaklaşmamız gerekiyor. Egemenlerin ve Alevi gericilerinin türlü yöntemlerle emekçi Alevi kitleleri üzerindeki kuşatması başka biçimde kırılamaz.

Devlet, başta 1924’te kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı (o dönemde adı Diyanet İşleri Reisliği’dir) gibi devasa bir kurum aracılığıyla olmak üzere, Alevileri asimile etme faaliyetini kesintisizce sürdürmektedir. Diyanet gibi yüz bin çalışanı olan bir kurumda tek bir Alevi çalıştırılmamasına rağmen, özellikle son yıllarda demokratik Alevi hareketinin gelişimiyle birlikte Aleviliğe/Alevilere çok özel bir ilgi göstermektedir.

Alevi kimliğinin reddi, inkarı temelinde onu “Devlet Müslümanlığı” içine çekmek için elindeki tüm olanakları kullanmaktadır.

Hatta bunun için Diyanet İşleri Başkanlığında özel ‘Alevilik Dairesi’ kurulmuş, başına da en deneyimli kadrolarından Abdülkadir Sezgini atamıştır.

Egemenler ve onun Alevi işbirlikçileri, Alevi emekçilerini düzen içine çekmek için bin bir yol, yöntem ve argüman kullanmaktadır. ‘90’ların başından itibaren KUH’nin en gelişkin döneminde devletin Alevilere yönelik politikalarında biçimsel değişiklik yaşandı. Alevi realitesi tanındı ama bu tanıyış; Süleyman Demirel’in ‘Kürt realitesini’ tanımasının anlamı ve değeri ne kadarsa, o kadar oldu. Devlet erkanı Hacı Bektaş-ı Veli Şenliklerine katılıp oy avcılığına çıktı, bazı düzen içi Alevi örgütlerine para akıtıldı vb... Asıl yapılmak istenense, devletin çizdiği sınırlarla Alevicilik oynatmaktır.

Aleviliği ‘İslam’ın bir yorumu’ olarak gösterip, Aleviliğe tarihsel ‘kimlik kaydırması’ yapılmaya çalışılıyor. Onun tarihsel olarak direnişçi, dayanışmacı, ilkel eşitlikçi, dünyevi yönleri tarihsel olarak törpülenerek Ehl-i Beyt ve 12 İmamlık üzerinden “İslam içi”leştirilerek düzenin bagajına atılmak istenmektedir. Bunu başarabilmek için son 10-15 yıldır medyanın desteğini de arkasına alarak kesintisiz bir faaliyet sürmektedir. Kitaplar, dergiler, TV’de tartışma programlan, gazetelerde yazı dizileri vs... Şimdi de tamamen Devlet Müslümanlığı yorumuna uygun olarak din derslerinde Aleviliği öğretme(!) hazırlığındalar.

Devletin bu “İslam içi”leştirme yönelimine teşne olup, çıkar ilişkisi içindeki “Alevi İslamcıdan (CEM Vakfı, Ehl-i Beyt Vakfı) bir yana bırakalım, Alevi kitleleri de bu süreçten etkilenmektedirler. Aleviler, yüzyılların baskı ve kıyımlarının bilinçlerde yarattığı korunma güdüsü ve yabancılaşmadan dolayı, tarihsel gelişim içinde biçimsel olarak kabul edilen egemen İslam’la/Sünnilikle bugün; “En hakiki Müslüman biziz”, “İslam’ın özüyüz” yarışma girmektedir.Bunun sonunun ideolojik-politik gericileşme olacağı açıktır. Bu yarış devam ederse, zaten Kemalizm’in etkisi ve uydurma laikliğin bekçisi olma düşüncesinden kurtulamamış olan Aleviliğin sonu olur.

28 Şubat darbesi sürecinde egemenlerin yarattığı ideolojik manipülasyon sonucunda Alevilerin ana tutumu, “laik” devlete yedeklenmek olmuştu. Ve o dönem demokratik Alevi hareketi oldukça gerilemişti. Bugün de 28 Şubat günlerindeki kadar olmasa da, AKP Hükümeti’ne karşı bu ‘umacıyı’ devamlı yaşatan ordu partisine, gericilik karşıtlığı temelinde yakın durmaktalar. Alevilik ve emekçi Aleviler için asıl tehlike, nicel olarak azalma değil; niteliksel olarak zayıflaması, kendinden başka her şey haline gelebilme ihtimalidir.

Aleviler sadece devletin ilgi ve hedef alanında değildir. Faşist MHP’sinden İslamcı kökenli AKP’sine tüm burjuva siyasi partiler ve anlayışlar, Alevileri kafeslemek istemektedir. Uluslararası arenadaki güçlerin de Alevilere olan ilgisi bilinmektedir. Başta Almanya gelmek üzere AB ve ABD emperyalistleri dışında İran’ın da Alevilere dönük hesapları ve çalışmaları vardır. 12 Eylül sonrası İranlı yetkililer Türk burjuva devletinin yöneticilerine açıktan; “Siz Sünnileştiremediniz, bırakın da biz Şiileştirelim” demişlerdi. Bizim cenahta ise bir dönem PKK’nin ciddi yönelimi dışında, pek bir şeyden bahsedilemez.

Alevilik ve demokratik Alevi hareketi, tüm içsel ve dışsal olumsuzluklara karşı egemenlerin bu kuşatmasını aşacak ve kıracak dinamiklere sahiptir. Bu, Aleviliğin temel ortak değerler sistematiğini içerip aşan ve onun tarihsel devamcısı olan sosyalizm amacına yönelmekle mümkündür.

Demokratik Alevi hareketi, ’93 Sivas Katliamı ve ’95 Gazi Ayaklanması sonrasında büyük bir gelişim gösterdi. Hareket salınımlı, alçalan-yükselen bir seyir izleyip, dönem dönem kendi gelişim mecrasından çıksa/çıkarılsa da sürekliliğini ve gelişimini devam ettiriyor.

Yurtiçi ve Avrupa merkezli olmak üzere, yurtdışında son 10-15 yılda yüzlerce dernek, vakıf kuruldu. Bunlar da Alevi Bektaşi Federasyonları (ABF) biçiminde çatı örgütlenmesi içinde bir araya geliyor. AB politikası ve düşüncesinin bu yapıların bir kısmı üzerinde belli bir etkisi bulunmasına karşın, değişik düşünce ve duruşlardan oluşmaktadır. Ayırt edici özellikleri; ‘Devlet Müslümanlığıyla, dolayısıyla devletle belli bir mesafenin olması ve kendi dışındaki özgürlük eksenli muhalif toplumsal düşünce ve hareketlere daha açık olmalarıdır. Demokratik Alevi hareketi yeni gelişen aydın ve akademisyenleriyle Alevilik üzerine ciddi tarihsel, güncel araştırma-inceleme çalışmaları yapıyor. Süreli yayınlar ve kitaplar çıkarıyor, somut demokratik taleplerinin mücadelesini veriyor.

Demokratik Alevi hareketiyle karşısındaki işbirlikçi Aleviler arasındaki siyasal, düşünsel ve öne sürdükleri talepler bakımından yaşanan farklılaşma, kendi içlerindeki çelişkileri her geçen gün daha da derinleştiriyor. 2004’te Hacıbektaş Şenlikleri Alevi-Bektaşi Federasyonu tarafından boykot edilirken, 2005 Antalya Abdal Musa Şenliklerinde ABF, devlet güdümünde olan tertip komitesiyle ayrışarak, ayrı bir program yaptı. Devlet ve dinin toplumsal işlevine uygun olarak Aleviliği sadece dinsel, folklorik bir hale sokmak istediğinden, demokratik Alevi hareketi hem ona, hem de onun işbirlikçilerine karşı iki cephede mücadele vermek zorunda.

Özcesi; demokratik Alevi hareketi ve onun etkisindeki Aleviler kendi aydınlanmasını yaşarken, bir yandan da daha gelişkin biçimde yeniden yapılanıyor. Kendi demokratik taleplerini tartıştırıp gündemleştirirken, buna bağlı olarak sonuç alıcı hamleler yapmaya çalışıyor.

26-27 Mart 2005 tarihinde yapılan “1. Alevi Konferansı” sonrasında 20 Nisan-12 Eylül 2005 tarihine kadar süren, “Zorunlu Din Dersleri Kaldırılsın” talepli imza kampanyasından bu yana, Aleviler ve onların demokratik talepleri daha da gündemleşti. Bu kampanyaya birçok demokratik kitle örgütü destek verirken, başta yıllardır Alevi emekçilerin oylarını akıttığı CHP olmak üzere burjuva partiler ve devlet tarafından bu demokratik talep, sessizlikle boğulmaya çalışılıyor. Zorunlu din dersi işkencesi, 12 Eylül askeri faşist cuntasının hayata geçirdiği bir uygulamadır.

Bir dine ve onun bir mezhebine ayrıcalık tanıyan bu uygulama, sadece Alevi emekçilerinin sorunu değildir. İlköğretimden ortaöğretim sonuna kadar öğrencilere sıra üstlerinde namaz kıldırma, sure ezberletme yöntemiyle yapılan bu ağır manevi işkenceye tüm devrimci, demokrat güçler karşı çıkmalıdır. En başta da komünistler karşı çıkmalıdır. Zaten bu uygulamayla ilgili madde yasalaştığı sırada faşist generaller; “Dinden uzaklaşan gençler komünist oluyor” mealinde şeyler söylüyorlardı.

Demokratik Alevi hareketinin talepleri sadece zorunlu din derslerinin kaldırılmasıyla sınırlı değildir. Başta kimliklerinin tanınması olmak üzere, cemevlerinin yasal olarak kabul edilmesi, ibadethane olarak kabul edilmesi (‘kültürevi’ diyor devlet, bazıları da ‘cümbüşevi’ diyerek Alevileri aşağılıyor), Diyanet İşleri Başkanlığının lağvedilmesi vb. bir dizi güncel demokratik talepleri var.

Cemevleri ve dedelik, seyitlik, çelebilik gibi Aleviliğe ait toplumsal ünvanlar, 677 sayılı kanunla yasaklanmıştır. 1925 tarihli bu kanun, Mustafa Kemal’in ünlü “İnkılap Kanunlarından birisidir. Altında Alevi kitlelerin belli bir kıymet biçtikleri CHP’nin imzası vardır.

1925’ten bugüne hemen hiç değişmeden gelen 677 sayılı kanunun adı; “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Şeddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun”dur. Bu kanun, isminde ifade edildiği üzere tekke ve zaviyeleri lağvetmekle kalmıyor. Cami ve mescit dışında kalan “tüm” ibadet merkezlerini yasaklıyor. Böylece cemevleri de yasaklanmış oluyor. Kanun ayrıca, “şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek” gibi unvanların da yasaklanmasını öngörüyor. Böylece, Alevi mezhebinden halkımızın inanç önderi durumundaki “dedelik, seyitlik, çelebilik” gibi kurumlar, “üfürükçülük”le, “falcılık”la bir tutulup yasaklanıyor.

Gerek Diyanet İşleri Başkanlığının, gerekse Başbakanlık’ın Alevi mezhebinin taleplerine yönelik inkarcı yaklaşımlarını dayandırdıkları yasal temel, işte bu yasa oluyor. Çıkarıldığı dönem içinde Osmanlı hilafetinin dayandığı tekke ve zaviyeler gibi kurumlan kapatmak gibi ilerici bir içeriği olsa da, 677 sayılı yasa, Alevi mezhebinin inkarına yönelik zihniyeti kurumlaştıran gerici bir yön de taşıyor.

Alevilerin geniş destek verdikleri, ‘hilafetin’ ve şeriat düzeninin dayanağı olan kurumların kapatılması için çıkarılan bu yasanın içine, Alevi inancını bastırmanın yasal dayanaklarını yerleştirmek, ancak Kemalizme yakışacak bir politik sahtekarlık örneği olarak tarihe geçmiştir.

12 Eylül generallerinin hazırladığı 1982 Anayasası, Alevilere dönük bu inkarcılığı koruma altına alıyor. Anayasanın 174. maddesinde aralarında 677 sayılı kanunun da bulunduğu bir dizi kanun sıralanarak, bunların “İnkılap Kanunları” arasında olduğu ve bu kanunlar hakkında “Anayasaya aykırılık” iddiasında bulunulamayacağı belirtiliyor.

Dolayısıyla “Cemevlerinin Alevilerin inanç merkezleri olarak tanınması” talebi, aynı zamanda 677 sayılı kanunun yeniden düzenlenmesi talebini de içeriyor ve gündeme getiriyor.

Ezilen bir kimlik olan Aleviliğin demokratik taleplerini tüm diğer ezilen kesimlere gösterdiğimiz, göstermemiz gereken duyarlılıkla sahiplenmeliyiz. Karşılıklı güven ilişkisinin başka türlü kurulamayacağı açıktır. Dışarıdan bilinç taşıyarak, kendi içinde yaşadığı ‘Aydınlanma’ sürecine sınıfsal aşı yapılmalıdır. Bu olmazsa, büyük oranda sahte laisizmle ve Kemalizm’le malûl günümüz Aleviliğinin düzen sularında boğulması, demokratik Alevi hareketinin de düzene geri sıçraması kaçınılmazdır. Komünist basının daha önce dile getirdiği gibi, “Marksizm-Leninizm’i ezberlemiş reformistlere, devrimin gelişim çizgisi ve öncünün gelişim biçimleri sorunlarını, belirli tarihi, toplumsal ve politik şartlarda gerçekleştirilmiş şu veya bu devrimin kabaca kopya edilmesine indirgeyen şematik, formalist ve idealist zihniyet ve pratiklerle, teorik-ideolojik çoraklıklarla kesin bir kopuşma, temel ilkelere sımsıkı bağlı kalarak Marksizm-Leninizm’in ‘somut’a, ‘yerel’e, ‘ulusal’a, ‘özgün’ olana yaratıcı uygulanması kararlılığı, cesareti ve pratik anlayışı’nın gereği olarak da emekçi Alevilerle daha niteliksel, eylemli bir ilişkileniş içinde olmak gerekiyor.

Stratejik ve taktiksel düzlemde emekçi Alevilerle ve demokratik Alevi hareketini devrime kazanma isteği ve çabası, TDH’nin iktidar olma iddiasının çapının da göstergesi olacaktır.

Sonuç olarak, Alevilik sorunu ve emekçi Alevilerin kazanılmasına dair şunlar söylenebilir:

Bu konuda tarihsel bilgimizin çok yetersiz olduğu düşünüldüğünde, özel bir tarih okumasına ve bilgi donanımına ihtiyacımız var.

Buna bağlı olarak, başka coğrafyalardaki devrimci ve komünist hareketlerin deneyimlerini, benzer sorunlara dair yaklaşımlarını inceleyerek Aleviliğe yaklaşımımızı teorik ve siyasi olarak sağlam bir düzleme oturtmamız gerekiyor.

Somut bir durum olan Alevi ‘Aydınlanmasına ML ilkelerin yol göstericiliğinde devrimci düşünsel müdahale gerçekleştirilmeli. Dergi, kitap, broşür çalışmalarıyla birlikte toplantı, panel vb. örgütlenmeli, dışımızda olan bu tip etkinliklere de katılmalıyız.

Alevi emekçilerinin ilerici, demokratik tüm taleplerini sahiplenmeli, demokratik Alevi hareketinin içinde yer alan örgütlerle birlikte zorunlu din derslerinin kaldırılması, cemevlerinin ibadethane olarak tanınması, Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması taleplerinin aktif yürütücüsü olmalıyız. Demokratik Alevi örgütleriyle, onların aydınlarını ve inanç önderleriyle devamlılığı olan düşünsel, siyasal ilişkiler kurup geliştirmeliyiz.

 

Dipnotlar:

1) Aktaran Erdoğan Aydın, Aleviliği Ne Yapmalı, sf.262

2) age, sf. 204

3) Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun 9 Temmuz 2005’te Milliyet’te yayınlanan söyleşisinden

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi