Tarihsel Mücadele Sürecinde Çerkezler

Kafkasya otoktonu olan Çerkezler, Kuzey Kafkasya’da, ataları Sind ve Meot’ların torunları olarak etnik konsolidasyonlarını tamamlayarak bugüne geldiler.

Azak Denizi ve Karadeniz’in doğu kıyıları ile Terek nehrine kadar uzanan topraklarda yaşayan Çerkezler, bu coğrafyada önemli uygarlıklar yarattılar. Çerkez ülkesi, bugünkü Gürcistan’ın kuzeyinden Don nehrine kadar uzanıyordu. Tarihsel Çerkez yurdu olan bu coğrafyada Çerkezler, antik Kuban ve Maykop kültürlerini oluşturmuşlardır. Ulusal mitolojinin arkeoloji aynasından yansıması gibi dünya kültürlerinde ender görülen özelliklere sahip olan Antik Kuban Kültürüne ve sonrasındaki Maykop kültürüne, bugün tüm dünya büyük ilgi duymaktadır.

Çerkezler, 1400’lü hatta 1500’lü yıllara kadar ilkel komünal toplum yapısına sahiptiler. Komünal toplumun en alt birimi olan klanın başlıca özellikleri totemik, egzogamik ve demokratik oluşuydu. Çerkezler, bu toplum normları kalıntılarını günümüze kadar getirmişlerdir. Çünkü Çerkezlerde, komünal toplum yapısının çözülüşü ancak birkaç yüzyıl geriye gider. Bunun sebebi, Çerkezlerin yaşadıkları coğrafyanın jeopolitik önemi dolayısıyla sürekli saldırılara maruz kalmaları, savunma amacıyla derin vadilere sıkışarak üretim araçlarını geliştirememiş olmalarıdır. Üretim araçlarının gelişmemesi ve üretim fazlasının oluşmaması sınıfsız toplum yapısının devamını sağlıyordu.

17. yüzyılda, Kafkasya’da, sınıflı toplumsal yapı oluştu. 18. ve 19. yüzyıllarda feodalite, Çerkezlerde güçlendi. Çerkezlerde feodal yapı başlıca 4 sınıftan oluşuyordu: Pşı (prens) , Workh (soylu) , Fekotl (özgür köylü) , Pşıtlı ve Wuneut (köle).

Toplumun yüzde 80’ini özgür köylüler oluşturmaktaydı.

Feodalite, Çerkez emekçi halkı üzerinde yoğun bir baskı oluşturdu. Feodaller, halkın sırtından geçinen bu asalak ve fırsatçı tabaka, halkı tarlalarda çalıştırarak sömürüyor, köleleştirerek satıyordu. Çerkezya’da Bzeyiko Savaşı olarak bilinen isyan hareketi, Çerkez ezilen sınıflarının feodaliteye başkaldırısıdır. Fransız İhtilali’nden de önce gerçekleşen bu başkaldırı, Avrupalı bilim adamlarının ilgisini çekmiştir. Heidelberg Üniversitesi Güney Asya Enstitüsü Politika Kürsüsü Profesörü E.M. Sarkisyan, bu olayı şöyle yorumlamaktadır: “Fransız İhtilali, eğitim görmüş entelektüellerce hazırlanarak yürütülmüştür. Üniversiteleri, kitapları, gazeteleri olmayan bu halk, acaba bu düşünceye nasıl gelmiş ve bu isyanı gerçekleştirebilmiştir?”

Bzeyiko Olayı, Çerkezya’nın bazı bölgelerinde başarılı olmasına rağmen ülkenin bütününü etkisi altına alamamış ve genel olarak değerlendirildiğin de Çerkezya’da feodalite devam etmiştir. Bzeyiko Olayı’na önderlik edenlerin tutarsızlıkları ve hedeflerindeki muğlaklık bunun sebepleri arasındadır.

Feodal sistemde Çerkez halkı, 12 ana boydan oluşmaktaydı. Bunlar: Bjeduğ, Çemguy, Şapsığ, Abedzex, Hatıkuay, Mamxığ, Besniy, Kabardey, Hakuç, Natıkuay, Yecerıkuay boylarıdır. Ademiy ve Jane boyları ise diğer Çerkez boylarına karışıp kaynaşmış olup bugün birer aile olarak bilinmektedirler. Çerkezler 12 boya ayrılmış olmalarına rağmen kabileler federasyonu biçiminde örgütlendiklerinden ortak bir kültür ve aşağı yukarı ortak politik gelişim çizgisi gösteriyorlardı.

Feodalitenin oluştuğu dönemde önceleri Kırım Hanlığı yoluyla, sonraları direkt olarak Osmanlı Devleti’nin yayılma girişimleri söz konusudur. Osmanlı Devleti, bu girişimlerinde araç olarak İslam dinini kullanmıştır. Bugün Kuzeybatı Kafkasya’daki Adıge Cumhuriyeti’nde bulunan Şhaguaşe nehrinin, Müslümanlığı kabul etmediği için öldürülerek nehre atılan Çerkezlerin kanlarıyla günlerce kıpkırmızı aktığı söylenir.

Aynı dönemde, Çarlık Rusyası’nın Çerkezya üzerindeki yayılmacı politikalarına başladığı görülmektedir. Çerkez emekçi halkı, gerek Çarizmin işgal politikalarına gerekse Osmanlı’nın kolonyalist baskılarına karşı, maruz kaldığı feodal baskıların da etkisiyle ulusal intihara varan bir direniş ile yanıt vermiştir.

1561 yılında Çerkez prenslerinden Yidar Temriko’nun kızı Goşenay, Rus çarı IV. İvan ile politik bir evlilik yapar. Bu evlilik, Kırım saldırılarına karşı Rusya ile ittifak kurmak amacıyla yapılan bir evliliktir. Çarlık Rusyası ise daha farklı hedeflerin peşindedir. Olaya Moskova Devleti’nin gözüyle bakıldığında Çerkezlerle yapılacak bir ittifak Doğu’ya açılan kapıların anahtarını elde etmek anlamına gelmekteydi.

Çarlık, bu politik evliliğin hemen ardından Terek nehri kıyılarına iki kale inşa eder. Bir süre sonra bu kaleleri askeri-idari bir merkez durumuna getirir. 17. yüzyılın başlarında Kuzey Kafkasya’ya ilk Rus saldırıları başlar. 1604 yılında Çerkezya’ya saldıran Rusya orduları, Stavropol’da durdurulur. Aynı yıl Dağıstan’ın Tarki bölgesine saldıran Çarlık orduları, Çeçen ve Dağıstanlılar’ın ortak savunmasıyla geri püskürtülür. Çar Petro’dan beri sıcak denizlere inme hedefinde olan Rus Çarlığı ve Orta Asya Türkleriyle birleşme amacındaki Osmanlı Devleti’nin politikaları, Kuzey Kafkasya’da çakışmıştır. Bu coğrafya, yüzyıllar boyunca bahsi geçen iki devletin çekişme alanı olmuştur.

Tarihte, Çerkez Soykırımı ve Çerkez Sürgünü olarak bilinen iki olay; Çarlık Rusya’sı, Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa’nın birinci derecede sorumlu olduğu olaylardır.

Çarlık Rusya’sı, Çerkezya’yı işgal etmek amacıyla amansız bir vahşet uygulamıştı. 1804 yılında Rus Generali Tsitsianov, Çerkezlere şöyle hitap ediyordu: “Kanım kazanda gibi kaynıyor, asilerin kanıyla topraklarınızı sulamak arzusuyla bütün organlarım sarsılıyor... Size diyorum ki benim süngü, gülle ve kan nehri metodumla topraklarınızda akan nehirlerin suyu bulanık akmayacak, ailelerinizin kanıyla boyanmış olarak kıpkırmızı akacak”.

Çerkezlerin şeytan deyimini kullandıkları General Zass, savaşlardan sonra savaş alanlarındaki Çerkez gerillaların kafalarını kestirip toplatıyor, bir kısmını mızraklara takıp sergiliyor, bir kısmını ise kaynatıp temizleyerek anatomi çalışmaları için Berlin’deki profesör dostlarına gönderiyordu.

Kuzey Kafkasya’nın işgali amacıyla uygulanan vahşeti Wassan Giray Cabağı şöyle yorumluyor: “Ruslar tarafından kullanılmakta olan yöntem, Kafkas kabilelerinin tam anlamıyla yok edilmesini amaçlıyordu... Kafkas Savaşı, bir sömürge savaşı değil, bir yok etme savaşı olmuştur.”

Baron Rozen, 16 Ekim 1833’te Çernişev’e gönderdiği raporda şöyle yazmıştır: “(...) bu ırkı yok etmek zorundayız.”

Rus askeri arşivlerinde, Kafkas Savaşı’nın bir yok etme savaşı olduğu savını destekleyen birçok tarihsel belge vardır. Örnek vermek gerekirse:

14 Nisan 1810 tarihinde Bulgakov saldırıya geçti. 200 köyü yaktı, halkı öldürdü, soydu ve bir kısmını da esir olarak götürdü.

1807-1810 yılları arasında Rus birliklerinin, Kubanötesinde yaptıkları askeri operasyonlarda, 200 kadar Çerkez köyü yok edilmişti.

1822’de General Vlasov’un emriyle, 17 büyük ve 119 küçük köy yeryüzünden silindi, hayvanları alıkondu.

Uygulanan bu vahşete Çerkez halkının verdiği tepki ise yoğun ulusal direnişti. Cesur Çerkez gerillaları (Abrekler) 200 yıldan fazla halk savaşı sürdürdüler. Çerkez Ulusal Kurtuluş Savaşı’na olan hayranlığını Karl Marks şu şekilde dile getiriyordu: “Ey dünya, ey insanlık! Özgürlüğün anlamını Kafkas dağlılarından öğrenin. Özgür yaşamak isteyenlerin neler başarabileceğini görün. Uluslar onlardan ders alsın!” Karl Marks ve Friedrich Engels, Çerkez Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı “halkın kendisinin bizzat katıldığı haklı bir özgürlük savaşı” olarak nitelemişlerdir.

Bu süreçte Kafkasya ile ilgilenen diğer devletlerin uyguladıkları politikalara bakmak, Çerkez halkının dost ve düşmanlarının ayrımına varması açısından faydalı olabilir.

12. yüzyıldan beri büyük ölçüde İtalyan şehir devletleri tarafından yürütülen Kafkas köle ticareti, 15. yüzyılda Kırım Hanlığı’nın yardımıyla Osmanlılar’ın eline geçmişti. Osmanlılar’ın teşvik ettikleri köle ticaretini Çerkezya’da sadece sömürücü feodal zümre destekliyordu. Onlar için insanları yerinde sömürmektense köle olarak satmak daha karlıydı. Yüzyıllarca devam eden köle ticareti, fizik yapısı sağlam ve kuvvetli nüfusun dışarı satılmasına neden oluyor, böylece yerli nüfusun artışını da olumsuz etkiliyordu.

1774’ten sonra Rusya’nın Kırım’ı ele geçirmek istediği anlaşılınca, Osmanlı Devleti Kafkasya ile daha yakından ilgilenme ihtiyacı hissetti.

Osmanlı Devleti, Kuzey Kafkasya konusunda ikiyüzlü bir politika izlemiştir. Bir yandan Rusya ile savaşmamaya özen gösterirken bir yandan da Çerkezleri kışkırtarak Rusya’nın güneye inmesini engellemek istemiştir. ‘Kışkırt ve yalnız bırak’ şeklinde ifade edilebilecek bu politikayla Osmanlı Devleti hiçbir zaman Çerkezlere ciddi bir yardımda bulunmamıştır.

1830 yılında Osmanlılar Çerkezya’ya silah yardımı yaparlar. Yapılan yardım 15 top, 300 fıçı barut, 4 topçu subayından ibarettir. Toplar çok eski, ağır, dağlık arazide kullanılamayacak biçimde hantal ve yedek parçasızdır.

Barut fıçılarının ise çoğu yarım gönderilmiştir. Çerkezlerle ittifak halinde olan Polonya yurtseverlerinden Teophil Lapinski bu yardımdan “Tipik Türk Yardımı” diye söz eder.

Osmanlı devleti, 1739 Belgrad ve 1774 Küçük Kaynarca anlaşmaları ile Rusya’nın Kafkasya üzerinde hak iddia etmesine yol açan maddeleri kabul etmiştir.

14 Eylül 1829’da imzalanan Edirne Anlaşmasıyla Osmanlı Devleti, Çerkezlerin bilgisi dışında hiçbir zaman sahip olmadığı Kuzey Kafkasya’yı Rusya’ya devretmiştir.

Anlaşmanın şartlarını ve Kuzey Kafkasya’nın Rusya’ya devredilmesini Çerkezlere anlatan Rus generaline bir Çerkez yaşlısının verdiği yanıt oldukça önemlidir. Çerkez yaşlısı generale şöyle demişti: “Bak general, o ağaçtaki kuşu görüyor musun? Onu sana veriyorum. Al alabilirsen!”

Geneldeki çöküşüne paralel olarak gerilemeye devam eden Osmanlı Devleti’nin Kafkasya siyaseti, 1856 Paris Anlaşması’nda, Osmanlı baş delegesinin Kuzey Karadeniz ve Kafkasya ile ilgili hiçbir siyasi problemleri olmadığını açıklamasıyla hukuken iflas etmiştir.

İngiltere ise tıpkı Osmanlı Devleti gibi, Çerkezleri kışkırtmış ve yalnız bırakmış, böylece savaşın devamını sağlamıştır. İngiltere özellikle Kuzeybatı Kafkasya’da kurduğu ajan şebekesiyle halkı kışkırtmaktaydı. İngiliz ajanları Portfolio isimli derginin bazı nüshalarını dağıtıyorlar ve bunların İngiliz Kralı’nın şahsi fermanları olduğunu söylüyorlardı. Rusya’nın güneye inerek sıcak denizlere ve Hindistan’a ulaşmasından korkan İngiltere bu amaçla Çerkezlerin direnişini kullanıyordu. İngilizlerin amacı Çerkezya’ya bağımsızlık sağlamak değildi. Orayı kendi pazarı ve stratejik dayanağı haline getirerek Rusya’nın güneye uzanmasını engellemekti.

30 Mart 1856’da imzalanan Paris Anlaşmasının ardından Palmerston, Lordlar kamarasında şöyle bir itirafta bulunuyordu: “(...) Lordlarım, Çerkezleri kendi başlarına büyük felaketlerle karşı karşıya bıraktık. Oysa biz onlardan yardım istedik ve izninizle söyleyeyim ki, onları en büyük fedakarlık ölçülerinde istediğimiz gibi kullandık”.

Fransa da diğer kolonyalist devletlerin uyguladığı politikaları uygulayarak Çerkezya’da savaşın sürmesini sağlamış fakat Çerkezlere yardımda bulunmamıştır. Kırım Savaşı’nın müttefik orduları lehine dönmesinde büyük payı olan Fransa, Paris Barış Görüşmelerinde İngiliz delegelerinin dile getirdiği Kafkasya’daki Rus kuvvetlerinin çekilmesi önerisini veto etmiştir. Oysa 1864 Çerkez Sürgünü’ne kadar Fransız ajan ve askeri görevlilerinin Kafkasya’da bulundukları, savaşın son döneminde bile Çerkezleri kışkırttıkları bilinmektedir.

Çerkezya’nın güneyinde yer alan Gürcistan ise 1801 yılında kendi isteğiyle Rusya’ya ilhak edilmişti ve böylece Çerkezya güneyden de kuşatılmış oluyordu. Gürcistan, Çerkezya’nın işgalinde önemli bir basamak olmuştur.

Kafkas Rus Savaşları boyunca gerek düşünceleri gerekse eylemleri ile Çerkez halkının yanında olanlar Polonya yurtseverleriydi. Sosyalist Rus yazar Petrasevski ise Çerkezleri yazıları ile desteklemekteydi.

Kafkas Rus Savaşları, 21 Mayıs 1864’te Çerkezlerin yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Komünizmin kurucusu Karl Marks, Çerkez Ulusal Kurtuluş Savaşı hakkında 7 Temmuz 1864’te şöyle bir yorum yapmıştı: “Rusya’nın Kuzey Kafkasyalılara uyguladığı aşırı önlemleri Avrupa’nın aptalca bir umursamazlıkla karşılaması kendileri için daha kolay oluyor. Polonya’nın özgürlükçü ayaklanmasının sindirilmesi ve Kafkasya’nın işgali olaylarını, 1815 yılından bu yana Avrupa’nın en ciddi olayı olarak değerlendiriyorum.”

Rusya, Kafkasya’yı işgal etmekle yetinmemiş, sürgün politikalarıyla Çerkezya’yı yerli halktan arındırmış, Çerkezya’yı yüzde 85’lere varan oranlarda boşaltmıştır.

Çerkez Sürgünü, çarizmin sürgün politikaları, Osmanlı’nın kolonyalist hile ve aldatmacaları ile feodallerin ihaneti sonucu eyleme geçirilmiştir.

Çerkez Sürgünü, bir kolonyalist paylaşımdır. Bu paylaşım ile Kafkasya ve Çerkez halkı paylaşılmıştır. Sıcak denizlere inme hedefindeki Rusya Kafkasya’yı işgal ederken, Müslüman nüfusa ihtiyacı olan Osmanlı Devleti, Çerkezleri kendi topraklarına çekmek istemiş ve başarılı olmuştur. Osmanlı Devleti Çerkezya’ya gönderdiği ajan ve mollalar aracılığı ile “Kafir ülkesinde yaşayanlar cehenneme gider”, “Halifenin topraklarında ölenler cennete gidecektir” şeklinde dini propaganda yapıyor, aldatmacalara başvuruyordu.

Feodaller ise Osmanlı ülkesine gitmek yanlısıydılar. Çünkü Rusya’da 1861 yılında kölelik kaldırılmıştı. Feodaller, köleliğin devam ettiği ve toplumsal konumlarını koruyabilecekleri Osmanlı ülkesine gitmeyi tercih ettiler. Kendi denetimleri altında olan emekçi halkı ise beraberlerinde Osmanlı ülkesine götürdüler. Sürgünün büyük boyutlara ulaşmasında pay sahibi olmuşlardır.

Çerkez Sürgünü, boyutları ve niteliği itibariyle aynı zamanda bir soykırımdır; zira Kafkasya’nın Karadeniz sahillerinden 2 milyondan fazla bir nüfusla gemilere doldurulan Çerkezler, Osmanlı kıyılarına üçte bir oranında kayıp vererek ulaşmışlardır. Osmanlı kıyılarındaki yığılma nedeniyle salgın hastalıklar, açlık ve ölümler baş göstermiştir. Halkın bu kötü durumundan faydalanmak isteyen Osmanlı köle tacirleri, İngiliz ajanlar ve feodaller, Çerkez çocuklarını köleleştirmişler, Çerkez kızlarını Osmanlı saraylarında cariye yapmışlardır. Bir halk için bundan daha büyük bir bela, bundan daha onur kırıcı bir durum olmasa gerektir.

Çerkez halkı, sürgün olarak geldiği Osmanlı ülkesinde, Osmanlı iskan siyaseti doğrultusunda dağıtılarak yerleştirilmiştir. Çerkez halkı, sınırlarda ve sorunlu iç bölgelerde tampon jandarma olarak kullanılmıştır.

Balkanlara yerleştirilmiş olan Çerkezler Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından 1877’de Rusya’nın isteği üzerine Osmanlı Devleti tarafından ikinci bir sürgüne tabi tutulmuşlardır. 400 bin nüfusa sahip bu halk kitlesi, Anadolu ve Ortadoğu’ya sürülmüştür.

21 Mayıs 1864’te yaşanan Sürgün Çerkez halkı açısından tam anlamıyla bir kültür ve kimlik şokudur. Çerkezlerin yok oluşuna, 21 Mayıs 1864’te start verilmiştir. Çerkez Ulusal Sorunu’nun değerlendirilmesi gereken temel, Çerkez Sürgünü’dür.

Çerkez Ulusal Sorunu Ve Kafkasya'ya Dönüş

19. yüzyılda yoğunlaşan Rus saldırıları, Osmanlı Devleti’nin kolonyalist hile ve aldatmacaları ile feodallerinin ihaneti sonucu anayurdu Kuzey Kafkasya’dan sürülen Çerkez ulusu, bugün dünyanın birçok ülkesinde asimilasyon çarklarında öğütülmektedir.

Yaşadığı sürgün sonucu Osmanlı ülkesine yerleştirilen Çerkez ulusu, sürgün olarak geldiği Osmanlı topraklarında son derece baskıcı bir ortamla karşılaşır. Çerkez tarihinin araştırılarak yazılması gibi masum bir çalışma, Sultan Abdülhamit’e ispiyonlanarak engellenir. Ahmet Mithat Hağur tarafından yazılan Çerkez Özdenleri isimli piyes nedeniyle, piyesin oynandığı tiyatro binası padişahın emriyle yerle bir edilir. II. Meşrutiyet’in ilanı ile doğan özgürlükçü ortamda Çerkezler örgütlenirler. Dernekler kurar, gazeteler yayınlarlar. Çerkezce eğitim veren bir okul açarlar. Bu dönemde kurulan derneklerden bazıları Çerkez İttihat ve Teavün Cemiyeti ile Şimali Kafkasya Cemiyeti’dir. Ulusun Kafkasya’da kalan bölümü ile yoğun bir ilişki içerisinde olan bu dernekler, Çerkez aydınlarının örgütlendikleri yapılanmalardır. Çerkezce yayınlanan Cuaze (Rehber) isimli gazete yine bu aydın kadroların düşüncelerini dile getirdikleri bir yayındır. Çerkez Örnek İlkokulu ise Çerkezce eğitim veren ve Osmanlı tarihinde ilk defa Latin alfabesini kullanan okuldur.

Sürgünün devam ettiği bu dönemde Paşe Beçmirza, Tsağo Nuri ve Şocentsuk Aliy gibi Çerkez aydınları sürgünü önlemek ve Kafkasya’ya kitlesel dönüşü sağlamak gibi bir misyon yüklenerek özverili çalışmalar yürütmüşlerdir.

1. Dünya Savaşı’nın başlaması ile dernek ve yayın organları etrafında örgütlenen birçok aydın cephelere gitmek zorunda kalmıştır. Kurtuluş Savaşı yıllarında ise emperyalizme karşı verilen ortak mücadelede Çerkezlerin de diğer Anadolu halklarıyla omuz omuza işgal ordularına karşı savaştıkları bilinmektedir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Kuvay-ı Seyyare adı altında bir gerilla hareketi oluşturan Çerkez Ethem’in mücadelesinden özellikle bahsetmemiz gerekir. Yazar Yusuf Büyükbaşaran Ethem’in oluşturduğu Kuvay-ı Seyyare için şöyle diyor:

“Kuvay-ı Seyyare’nin oluşumu ve gelişimi tarihimizin en devrimci eylemidir.”

Yunan işgaline karşı direnişi örgütleyen Ethem, aynı zamanda birçok isyanı bastırmıştı. Bolşevizme sempati duyan Ethem, Kuvay-ı Seyyare bünyesinde Bolşevik Taburu oluşturmuştu. Daha f920’de İsmet İnönü, bu tehlikeye (!) dikkat çekmişti.

Ethem, düzenli ordunun kurulmasından sonra hain ilan edilir. Burada önemli olan nokta Ethem’e Çerkez lakabının, kendisi hain ilan edildikten sonra takılmasıdır. Bu yapılırken amaç, Çerkezlerde ulusal eziklik ve kompleks yaratmaktır. Ethem olayı, Çerkezlerin Türkleştirilmesi için bir araç olarak kullanılmıştır.

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra hızla gericileşen burjuvazinin, f50’likler listesinde yargıladığı f50 kişinin 86’sı Çerkezdir. Bu, Çerkez halkının direnme gücünün nasıl sistematik bir biçimde ve devlet eliyle kırıldığını gösteren önemli bir olaydır.

Kurtuluş Savaşı sonrasında, Çerkezler savaşa yoğun bir biçimde katıldıkları için dernek, gazete ve okulları kapatılarak ödüllendirilirler(!)

Cumhuriyet Türkiyesi’nde tek partili yıllarda ‘Kuzey Kafkasya’ sözcüğü bile telaffuz edilemediği için kurulan ilk Çerkez derneğinin adı ‘Dost Eli Yardımlaşma Derneği’dir.

1961 Anayasası’nın getirdiği kısmi demokratik ortamda Çerkezler, yeniden örgütlenirler. Dernekler kurar, gazete ve dergiler yayınlarlar. 12 Mart ve 12 Eylül Askeri-Faşist Diktatörlükleri sonucu sekteye uğrayan ve kan kaybeden Çerkez Ulusal Mücadelesi, sorunlarını çözemeden bugüne gelmiştir.

Çerkez halkı, anayurdu Kafkasya’dan sürüldüğü andan itibaren dönüş talebinde bulunmuştur. 21 Mayıs 1864 tarihi hem sürgünün hem de anayurda dönüş düşüncesinin başladığı tarihtir.

Russkiy Invalid gazetesinin (1867 No:133) belirttiğine göre Türkiye’ye yerleşen 200 bin Çerkez tekrar yurtlarına dönmek için evlerini yakmıştır.

Kafkas gazetesi (1868, No:127) Çerkezlerin yeni yurtlarından memnun kalmadıklarını, serbest bırakılırsa hepsinin geri döneceğini yazıyordu.

1872 yılında İstanbul’daki Rus Konsolosluğu’na dilekçe ile başvurulup 8 bin 500 kişinin geri dönmek istediği belirtilmişti. Çar II. Aleksandır, bu dilekçenin üzerine “Dönüş olayından kesinlikle söz edilemez!” diye yazmıştı.

Osmanlı Devleti de Çerkezlerin dönüşüne soğuk bakıyordu. Osmanlı ve Rusya orduları, sınırlarda en sıkı önlemleri almışlar, kuş uçurmuyorlardı. Daha önce de belirttiğim gibi; Çerkez Sürgünü kolonyalist bir paylaşımdı ve iki devletin de çıkarınaydı. Bahsi geçen bu iki devletin, dönüşe karşı olması son derece doğaldı.

Cumhuriyet’in ilanından 1961 Anayasası’na kadar herhangi bir örgütlenme olanağı bulamayan Çerkezler, 60’lı yıllardan itibaren dernekler kurdular, dergi ve gazeteler yayınladılar. Kuzey Kafkasya ile ilgili ilk ciddi bilgiler İzzet Aydemir’in yayınladığı Kafkasya Kültürel Dergi’de bulunuyordu. Ardından yayınlanan Yamçı gazetesi deneme süresini tamamlayamadan 12 Mart Faşizmi nedeniyle kapanmak zorunda kalmıştır. Nartların Sesi gazetesi ise 12 Eylül Askeri-Faşist Diktatörlüğü tarafından kapatılmıştır. Bu iki yayın organında da anayurt ve ürettiği kültür, diasporadaki sorunlar ve anayurda duyulan özlem yoğun bir biçimde işlenmiştir. Bu arada, Dönüş Düşüncesini daha detaylı bir biçimde işleyen ve daha profesyonelce yaklaşımlar öneren Yamçı dergisi, Çerkez halkının kendi kaderini tayin hakkının bulunduğu, dönüşün bu anlamda Çerkez halkının kendi kaderini tayin etmesi olduğu ilkesinden hareketle, varılması gereken hedef olarak en kısa sürede dönebilecek herkesin anayurt Kafkasya’ya dönmesini göstermiştir.

Dönüş Düşüncesinin daha sonraları Kafdağı, Marje ve Nart gibi birçok ilerici yayın organında savunulduğu görülmektedir.

Dönüş Düşüncesinin ortaya çıktığı tarih, daha önce de belirttiğim gibi 21 Mayıs 1864’tür ve Dönüş Düşüncesi sınıfsal temeli olan bir düşüncedir. Dönüş Düşüncesi, Çerkez emekçi sınıflarının düşüncesidir. Osmanlı ülkesinde kazanacakları apoletleri ve paşalık rütbelerini yurtlarına tercih eden Çerkez feodallerin tersine Çerkez emekçi halkı vatanda kalmak yanlısı olmuştur. Ve sürgünün acısını iliklerinde hisseden Çerkez emekçileri, sürgünden sonra da dönüş talebinde bulunan kesimi oluşturmuşlardır.

Dönüşçü Düşünce, 1961 Anayasası’nın getirdiği kısmi demokratik ortamda yoğun bir biçimde tartışılmış ve hararetle savunulmuştur. Bu dönemde Dönüşçü Düşünce, demokratik açılımlarını yaparak ilerici bir niteliğe kavuşmuştur. Bu dönemden itibaren Dönüş, ‘Barışla Döneceğim’ şeklinde algılanır olmuştur. Çerkezya’daki diğer tüm halklarla eşit ve kardeşçe bir arada yaşamayı hedefleyen Dönüşçü ideoloji, Çerkez halkının ulusal sorununa üretilmiş tek çözümdür.

Çünkü Çerkez halkı açısından, 19. yüzyılda yaşanılan işgalin anlamı sürgündür. İşgal = Sürgün denklemi bize, Çerkez ulusal sorununu vatanın ve özgürlüğün kaybı temelinde değerlendirmemiz zorunluluğunu dayatır. Bu değerlendirme tarzı da bizi yine zorunlu olarak Dönüşçü Düşünceye götürmektedir, yani Kuzey Kafkasya’ya...

Dönüş talebi; vatanlarından zorla sürülerek açlık, sefalet, yokluk içerisinde tarih sahnesinden silinmesi amaçlanan bir halkın, kendi toprağında kendi kaderini kendisi tayin eden bir ulus olmasına yönelik siyasal bir harekettir.

Dönüş, tarihi bir hatanın düzeltilmesine yönelik ulusalcı-demokratik bir harekettir. Bu hareket; kendi toprağında azınlık durumuna düşürülmüş, toplumsal direnci şu veya bu nedenle kırılmış, tarihi unutturulmuş bir halkın varoluş mücadelesidir.

Dönüş, anayurt Kafkasya’da soykırım ve sürgünle müdahale edilerek durdurulmuş bir iç dinamiğin yeniden canlandırılmasına yönelik siyasal bir çözümlenmedir. Bu hareketin şoven çığırtkanlıkla hiçbir ilişkisi yoktur.

Dönüş olayı iki açıdan önemi artarak halen gündemdedir:

1) Kuzey Kafkasya’daki federe Çerkez Cumhuriyetlerinin demografik sorunları vardır.

2) Diasporada Çerkez Ulusal Varlığı tehlike altındadır.

Kuzey Kafkasya’daki Çerkez Cumhuriyetlerinin demografik sorunlarının çözülmesi ve diasporadaki Çerkez varlığının devamı tek bir eylemle, anayurda kitlesel bir dönüş hareketiyle mümkün olabilecektir. Diaspora Çerkez halkı anayurda dönmediği takdirde yok olacaktır.

Burada bir noktanın altını çizmek istiyorum. Kafkasya’ya Dönüş Düşüncesi, Çerkez halkının diasporada talep edeceği demokratik hakların önünde bir engel değildir. Yani dönüş, diasporadaki demokratik hak ve kazanımlara sırt çevirmek anlamına gelmez.

Adıge Xase, DAR, Rodina ve tüm dünya Çerkezlerini bir araya getirerek sorunlarını çözmeyi amaçlayan Dünya Çerkez Birliği gibi yapılanmalar, Kuzey Kafkasya’da var olan ve temel gündem maddesi dönüş olan örgütlerdir. Geçtiğimiz günlerde 36 Kafkas derneğinin bir araya gelerek oluşturduğu Kafkas Dernekleri Federasyonu, Çerkezce yayın ve eğitim gibi ulusal taleplerde bulunmuştur. Bu federasyona, 14 Kafkas derneği de üye olmak üzeredir.

Çerkez halkının iç dinamikleri gelişme göstermektedir. Çerkezler açısından yapılması gereken, hem Dönüşçü Düşünce’ye sarılmak hem de her zamankinden daha gür bir sesle diasporadaki demokratik haklarını talep etmektir.

Bir Çerkezin Dönüş İdeolojisine sahip olması, yaşanılan tüm coğrafyalarda ulusal mücadele vermesi anlamına gelmektedir. Bana göre, bugün bir ulusal doktrin haline gelmiş olan Anayurt Kafkasya’ya Dönüş, Çerkezya’da kurulacak bir emek iktidarının ilk adımı olmalı ve dönüş bilincine sahip diasporalı Çerkez, Türkiye’de sosyalist saflardaki yerini almalıdır.

Çerkez ulusu, ulusal mücadelesinde ve ulusal soruna ürettiği çözüm olarak anayurda dönüş konusunda tüm dünya sosyalistlerinden ilgi, destek ve yardım beklemektedir...

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi