Kent Gerçeği: Yerel Yönetimlerde Sosyalist Programın Temelleri*

Sunu

Bu kısa broşür, sosyalistlerin kent sorunu ve yerel yönetimlere yaklaşımının bazı temel hususlarını ele almaktadır. Kapitalist iktidar ile yerel yönetim, işçi sınıfının iktidarı ile yerel yönetim arasındaki ilişkinin doğru kavranması ve bu konuda her türlü yanılgının aşılması, yanı sıra sosyalist iktidar perspektifi ve programının bazı temel hususlarının karartılmasına karşı işçi ve emekçileri, devrimcileri, devrimci marksizmin görüş ve önerileriyle eğitimine ve proletaryanın bilimsel sosyalist dünya görüşü ile silahlandırılmasına katkı amacını taşımaktadır.

Bir yerel seçim öngününde bu her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. İnanıyoruz ki, sosyalistler, seçim faaliyetinde atacakları her adımda bu temel düşüncelerden güç alacaklardır.

Emeğin Bayrağı ve İşçinin Yolu olarak özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde kent ve yerel yönetim sorununa ortak yaklaşım ve bakış açımızı sunuyoruz. Bunu her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz, komünistlerin tek bir potada erimesi ve devrim mücadelesinin ilerletilmesinde önemli bir adım olarak görüyoruz. Broşürün önemi bu nedenle de kendiliğinden anlaşılacaktır.

Kent Gerçeği Ve Yerel Yönetimlerde Sosyalist Programın Temelleri

Eğer görünüşe inanacak olursak, yerel seçimlerin konusu kent ve belde yönetimlerinin, yani yerel yönetimlerin belirlenmesidir. Yine bize anlatılanlara göre, tamamen demokratik tarzda, kentler kendi yönetimlerini seçeceklerdir. Hatta sosyal demokrat, demokratik solcu vb. partiler başta gelmek üzere, düzen partileri, kulaklarımızı tırmalayan büyük bir gürültüyle, yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olduğunu anlata anlata bitiremiyorlar. Ne işbirlikçi kapitalist üretim tarzının eseri olan kapitalist kent gerçeğinden, ne devlet iktidarının ve kentin iktidarının işbirlikçi tekelci burjuvazinin tekelinde olduğundan ve ne de uzlaşmaz sınıf karşıtlarıyla bölünmüş sosyal yapının kent gerçeği ve kentin yapılanması ve yönetimiyle bağıntısından söz ediliyor. Milyonların ve on milyonların yaşadığı kentlerin, canlı bir insan mezarlığı olarak karşımızda durmasının nedenleri ve sorumlularına işaret eden de yok.

İşbirlikçi kapitalizmin yapılandırıp şekillendirdiği, burjuvazinin yönetimi altındaki kentin sürgit devamı, mutlak bir gerçek, değişmez bir alınyazısı olarak sunuluyor, kişiler, isimler, projeler, vaatler vb. yöntemlerle, yanıltılan yığınların desteği ile kent rantı ve belediye arpalıklarının egemen sınıfların hangi kesimlerince yağmalanıp, yutulacağını belirleyecek bir demokratik(!) seçim mücadelesi devam ediyor. Egemen sınıflar, eğer sorgulayıp yargılamaya yönelmezsek, düşünce dünyamızın çerçevesini de çizerek ideolojik boyunduruklarını kuvvetlendirmeye çalışıyorlar. Oysa burjuva çerçevenin ötesinde düşünmek devrimci eylemin zorunlu koşulu ve temelidir.

Asıl olan, kapitalist kentin devrimci eleştirisi ve reddidir. Kent sorunu, ekonomik toplumsal düzen ve iktidar sorunudur. İşbirlikçi kapitalist üretim tarzı ve bunun üzerine yükselen burjuvazinin egemenliğinin yarattığı kentten, yapılanması ve yönetimiyle gözlerimizin önünde yükselen kentten söz edilmelidir. Soru işte bu gerçeğe yönelmelidir, "buna razı mıyız?"

İşbirlikçi tekelci kapitalizmin gelişimi, bugünkü kentsel gelişmenin tarihini de verir. Ülkenin kapitalist gelişim çizgisi, kentsel coğrafyayı olduğu gibi, kentlerin yapılanışını da belirler. Emperyalizme bağımlı kapitalist üretim tarzının aşırı dengesiz yapısı, kronik yapısal sorunlarıyla çarpık kentsel yapılanışı da beraberinde getirmiştir. Kapitalist devlet ve burjuvazinin iktidarı kentlere dayanır. İktidarı elinde tutan egemen sınıflar, kentleri ve kentlerin yapılanışını kendi sınıfsal gelişimini, sermaye birikimini ve egemenliğini sürekli kılmanın gerek ve ihtiyaçlarına göre yönetmiştir.

Yüksek oranlardaki kent rantının oluşumu, hem kapitalist sermaye birikiminin unsurlarından birisidir ve hem de kentlerin yapılanışını yönlendiren belirleyicilerden biri. Ülkenin kapitalist gelişme çizgisi, bir yandan tarımsal kapitalizmin hızlı gelişimini, kırda hızlı bir çözülmeyi, kırdan kente kitlesel göçü getirirken, diğer yandan sanayinin emperyalizme bağımlı ve ağır gelişimi bugünkü kent yapılanışı üzerinde belirleyici etkilerde bulunmuştu. Bu durum gecekondulaşmayı açıklayan nedenlerin başında gelmektedir. Gelişmekte olan burjuvazi bol ve ucuz işgücüne ihtiyaç duyduğu için göçü teşvik etmektedir. Kapitalizmin gelişim hızı ve gelişim düzeyi, bunu emme güç ve olanağına sahip değildir. Büyük kentlerdeki büyük işsiz kitlesi bunun net bir göstergesidir.

İşbirlikçi kapitalist üretim tarzı ve bu üretim tarzının belirlediği uzlaşmaz sınıflar olarak bölünmüş sosyal yapı dışında bugünkü kenti, kapitalist kenti ve sorunlarını anlamanın olanağı yoktur. Tamamen plansız ve kendiliğinden ilerleyen, kapitalizmin kör güçlerinin gizli bir el gibi yönettiği/yapılandırdığı kentler, ülke genelinde, zenginliklerin biriktiği merkezler olarak görünseler de, gerçekte kendi içinde zenginlik ve sefalet birikiminin elle tutulur örneklerini sunarlar. Kentler, kendi içerisinde bir uçta zenginliğin biriktiği burjuva kentler ve diğer uçta yoksulluk ve sefaletin biriktirdiği yoksul ya da proleter kentler olarak iç içe ve yan yana çifte bir yapı ve görünüme sahiptir. Burjuva kentin zenginlik, ihtişam ve lüksü, proleter ya da emekçi kentin sefalet ve yoksulluğunun eseridir ve bu eserin mimarı kentin egemeni ve iktidar sahibi olarak burjuvazidir.

Burjuvazi ve burjuva kent, kentin merkezinde durur. Kentsel hizmetler merkezden çevreye doğru planlanır ve yürütülür. Kent hizmetleri için ayrılan kaynaklar oraların emrine sunulur ve buraların kentsel hizmetler yönünden hemen hemen önemli bir eksiğinden söz de edilemez.

Şehirlerin varoşları olan, merkezlerin (ve iç merkezlerin) çevresine sere serpe dağılmış proleter kentler her şeyden mahrumdur. Kentin egemeni ve yöneticisi olarak burjuvazi yoksul, proleter kentleri, kural olarak seçim dönemlerinde hatırlar, kentsel hizmetlerin buralara götürülmesi birkaç aylık seçim dönemleriyle sınırlı olarak oya ve seçimlere endekslenmiştir. Ve yeni bir seçim dönemine kadar unutulmak, burjuvazinin egemenliği koşullarında emekçi kentlerin değişmez kaderi olmaktadır.

Kentlerdeki emekçi kentler, kentli olmanın ve insanca yaşama koşullarının asgarisine bile sahip değildir. Buralarda, su, yol, ulaşım, kanalizasyon, PTT ve sağlık hizmetlerinin kırıntılarından söz edilebilir ancak. Buralarda istemediğiniz kadar kahve ve camiye rastlayabilirsiniz. Kahvelerde, emekçi kentlerin temel bir gerçeğini, işsizliğin yarattığı sefalet ve çaresizliği uzanıp tutabilirsiniz. Yoksulların zamanını değerlendirmek, miskinlik içinde uyuşmak için kahvehaneye, buna da şükür demeleri ve düzeni sorgulamaya yönelmemeleri için de camiye ihtiyaç vardır.

Burjuva kentte kolay kolay kahveye rastlayamazsınız. Camiye ise çok az. Ama kolaylıkla tenis kortlarına, yüzme havuzlarına, sinemalara, tiyatrolara, kültür ve sanat merkezlerine, kütüphanelere, üniversite ve yüksekokullara, hastanelere, anaokulları ve kreşlere rastlayabilirsiniz. Pazar yerleri derli-toplu ve düzgündür. Görsel değeri olan, çıkıp zevkle dolaşılabilecek bakımlı sokak ve caddeler görebilirsiniz. Bakımlı yeşil alanlara, çocuk parklarına rastlayabilirsiniz. Yollar düzenli, bakımlı ve temizdir. Bütün bunları emekçi kentte boş yere aramayın, kırıntılarına rastlayabilirsiniz belki. Birincide; burjuvazinin görgüsüzlüğünün eserleri olarak mimari ve estetik değeri zayıf olan, başı göklere uzanan lüks konutlar, villalar vb. lüks konutlarda yaşayan, yalısı, yazlığı vb. olan burjuvalarımız için konut sorunundan elbette söz edilemez. Şehrin dışında ya da yanı başında özel konutların oluşturduğu yerleşim bölgeleri, villa kentler de onların hizmetindedir.

Gecekondular, hiçbir mimari değeri olmayan diğer sağlıksız konutlar ve sözde sosyal konutlar proleter kentin konut gerçeğidir. Gecekondularda ve diğer sağlıksız konutlarda sıkış tıkış yaşayan insanların buralarda gizli açlık çeker gibi, konut sorununu yaşarlar. Açık bir gerçektir ki, kapitalizmin ve burjuvazinin egemenliği koşullarında, işçi sınıfı ve kent yoksulları için konut sorununun çözülmesi olanaklı değildir. Oysa sorunun çözümünün bütün maddi koşulları mevcuttur. Uygun araziler/arsalar, demir, çimento, iş makineleri ve istediğiniz kadar işgücü...

Kapitalizm ücretli emeğin sömürüsüne dayanır; ama yalnızca insanı sömürmekle ve kendine yabancılaştırmakla kalmaz. İnsanı, aynı zamanda birlikte varolduğu doğaya da yabancılaştırır. Kapitalizm doğayı da sömürüp soyar. Öyle bir talan ve tahribata tabi tutup yağmalar ki, doğal çevreyi yaşanmaz hale getirir. Şehirlerin astımlı hastalar gibi solunum zorluğu çekmesi, yeşilin tahribi, nehirlerin ve denizlerin ölümü, çevrenin çöplükleşmesi vb. insanların doğaya yabancılaşmasının, bütün bu en sivri belirtileri kapitalizmin yaşanmaz hale getirdiği, insana layık gördüğü çevredir. Sermayenin gözü kardan başka bir şey görmez, insanlığı mahveder, gelecek kuşakların yaşamını da ipotek altına alır. İnsanı ve birlikte varolduğu doğal çevreyi, sömürüp soyar, talan eder, toplumsal ve doğal üretici güçleri tahrip eder. Toplumsal zenginlikleri üretenler bu zenginliklere yabancılaşır ve bunların boyunduruğu altına girer. Şehirlerdeki burjuva ve emekçi kentler, işte, bütün bu gerçeklerin anlatımıdır.

Kentin temeli olan kapitalist sanayi ve ticaretin, emek ile sermaye, üretimin toplumsal karakteri ile mülkiyetin özel niteliği, burjuvazi ile proletarya arasındaki temel çelişki, bugünkü kentte, burjuva ve proleter (ya da emekçi) kent gerçeği olarak çıkar karşımıza. Yapılanışı ve yönetimi dahil bütün kentsel problemler, ekonomik toplumsal düzen ve iktidar sorununda odaklanır. İşbirlikçi kapitalizmin ve burjuvazinin egemenliğinin sonuçlarına atıp tutmak, -hemen tüm düzen partileri az ya da çok bunu yapmaktadır- asıl sorunu gizleme çabasından başka bir şey değildir. Kötü olan ve yıkılması gereken bizzat işbirlikçi kapitalist üretim tarzının kendisidir. Asıl sorun egemen sınıfların iktidarıdır. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlara, sivrisinekleri üreten gerçek bir bataklık olarak kapitalizm hedef gösterilmelidir.

Bugünün kentinin yakalandığı kronik ve onulmaz hastalığın tedavisine, proletarya önderliğinde antiemperyalist demokratik devrimle başlanabilir. Bütün emekçilerin ve sömürülenlerin önderi olarak iktidarı fetheden proletarya, kapitalist kentin harabeleri üzerinde sosyalist kenti örgütleyecektir. Rantın, karın, sömürünün, plansızlığın, anarşi ve rekabetin, burjuva egemenliğinin eseri olan kentin yerini; proletarya ve emekçi yığınların iktidarının, insanın insana kulluğunun ve insanın insana ve insanın doğaya yabancılaşmasının ortadan kaldırıldığı, insanın insanca yaşamasının ihtiyaç ve gereklerine yanıt verecek, doğayla insanın barışık yaşamasını sağlayacak, planlı gelişmenin eseri olan sosyalist kent alacaktır.

Bütün bunlardan çıkan temel sonuç şudur: Yerel seçimlerde mücadele, kapitalizme ve egemen sınıfların iktidarına yönelmek zorundadır. İşçi sınıfı ve ezilen yığınların egemen sınıflara karşı ya da emekçi kentin kapitalist kente karşı birleştirilmesi, örgütlenmesi, kentte ve ülkede iktidarın alınması için kavgaya seferber edilmesi yerel seçim mücadelesinin ana sorunudur.

Burjuvazinin egemenlik aygıtı olarak kapitalist devlet, kentte, yerel siyasal iktidar ile kentsel hizmetlerin gerçekleştirilmesi ve yönetimini iki ayrı otorite olarak ayırmıştır. Bir yanda siyasi otorite olarak, devlet aygıtının uzantıları valilik, kaymakamlık, emniyet müdürlükleri durur. Valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri, atamayla göreve getirilen, halkın üzerinde yer alan, yetkilerini devlet iktidarından alan kentin gerçek siyasi otoriteleridir. Yerel siyasi iktidar bu atanmışlar topluluğunun, devlet bürokrasisinin elindedir. Bu gerçek, yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olduğu tekerlemesinin bir safsata olduğunu göstermektedir. Kenti seçilmişler değil, atanmışlar yönetmektedir. Bugünlerde devlet, zaten elinde büyük yetkiler olan vali ve kaymakamları, yeni yetkilerle donatma peşindedir.

Kentte diğer bir otorite olarak belediyeler vardır. Anayasa ve yasaların kentsel hizmetlerden sorumlu ilan ettiği belediye yönetimleri, sözde demokratik usüllerle belirlenmektedir. Ama gerçekte, yalnızca egemen sınıfların düzen partilerine (ve düzen içi, parlamentarist ve reformist güçlere) örgütlenme özgürlüğü tanındığı için, bu sözde demokrasi, kent rantının ve belediye arpalıklarının egemen sınıfların hangi kesimleri tarafından yutulacağının belirlenmesinden başka bir şey değildir. Bu arada yığınların, demokrasinin varlığı yanılsamasına kapılmaları da sağlanır. Bu yoldan aynı zamanda burjuvazinin düşünsel ve siyasal hegemonyası yenilenir.

Doğal olarak, işçi sınıfının devrimci programı, kent sorununu bütünle bağıntılı olarak, ekonomik toplumsal düzen ve iktidar sorunu içinde görüyor. Ciddi ciddi kent sorununun çözümüne başlanabilmesinin zorunlu koşulu, kapitalist kentin yenilgiye uğratılması, egemen sınıfların iktidardan alaşağı edilmesidir. Temel sorun, kır ve kent emekçileriyle bağlaşma halinde iktidarın işçi sınıfı tarafından fethedilmesidir. Bu kentte, iktidar ve egemenliğin kapitalist kentten, emekçi kente geçmesi demektir.

Kentlerin yapılanışı ve yönetiminin yeni baştan düzenlenebilmesinin başlangıcı ve temelidir bu.

İşçi sınıfının önderliği altında kır ve kent emekçilerinin iktidarı, egemen sınıfların ve kapitalist devletin, kentin yönetiminde sömürücü sınıfların egemenliğini ve sömürüsünü kolaylaştırmak amacıyla yarattıkları bürokratik bölünmeyi ortadan kaldıracak, kentte siyasi otorite ile kentsel hizmetlerin yönetimini birleştirecek, bu bakımdan bürokrasiye son verecektir. Bütün devlet görevlileri ve kent yöneticileri seçimle iş başına gelen, halkın denetimi ve egemenliği altındaki basit memurlar haline gelecektir. Ancak böyle köklü bir alt üst oluşla ülkenin yönetimini olduğu gibi kentin yönetimi de emekçilerin eline geçecektir. Bu yoldan, yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olduğu burjuva safsatasına son verilecek, yerel yönetimlerin gerçekten demokratikleşmesi sağlanacaktır.

Sömürücü egemen sınıfların devleti, yalnızca kentte yönetimi bölüp, siyasi otoriteyi bürokratlara vererek değil, aynı zamanda belediyelerin üzerinde devletin vesayeti yoluyla yerel yönetsel özerkliği yok ederek de, demokrasiye düşman olduğunu ortaya koymuştur. Beşli faşist cuntanın kötü ünlü 1982 Anayasası’nın 127. maddesi, "merkezi idarenin, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usûller dairesinde idari vesayet yetkisine sahiptir" der.

Kapitalist devlet, önce kentin yönetimini böler, siyasi otoriteyi kendi tekelinde tutar, sonra da, "idarenin bütünlüğünü" sağlamak adı altında, anayasanın aynı maddesinde ilan ettiği sınırlı yerel yönetsel özerkliği geri alır. Halka ve genel oyla seçilen yöneticilere güvenmez. Görünüşe göre "toplum yararının korunması" peşindedir, yerel yönetsel özerkliği vesayeti altına almayı, "toplum yararını korumak" lafıyla gerekçelendirir. Bu mantık ve yaklaşım, kapitalist devletin halkın üzerinde yer aldığının, halkın "toplum yararını koruyabilecek" yöneticileri seçme yetenek ve ehliyetinde olmadığı görüş açısından hareket ettiğinin, kendi kendine, kendi yarattığı bürokrasiye tapındığının göstergesidir.

Bürokratik merkeziyetçi yapısıyla kapitalist devlet, demokrasinin, iktidarın nüfusun engin çoğunluğunu oluşturan emekçilerde olmasının önündeki temel engeldir. Demokrasi her şeyden önce, merkezi iktidar düzeyinde kurulmalıdır ki, bu, işçi sınıfı ve emekçi yığınların egemen sınıflan yenilgiye uğratarak, iktidarı almalarıyla sağlanabilir. Devrimci yoldan kırılıp dağıtılan bürokratik kapitalist devlet aygıtının yerine, işçi sınıfı ve emekçi yığınların demokratik merkeziyetçi tarzda örgütlenmiş egemenliği geçecektir. Bu demokratik tarzda örgütlenmiş merkeziyetçi devlet, bürokrasiyi, yukardan buyurmayı ortadan kaldıracak, il ve ilçe yönetimlerinin tam yönetsel özerkliğini sağlayacak, il ve ilçelerde yerel işçi ve emekçi sovyetleri sorumlu ve yetkili iktidar organları olarak tek otorite sahibi olacaklardır.

Özetleyerek vurgulamalıyız ki, işçi sınıfının devrimci programı kentlerin yönetimi bakımından;

  1. a) Kentlerin yönetiminde bürokratik bölünmeye son verilerek, kentlerin yönetiminin yerel işçi ve emekçi konseylerinde (meclisler, sovyetler, komiteler vb.) birleştirilmesini,
  2. b) Kent ve beldelerin yönetiminde tam bir yönetsel özerkliği ve devlet (ve kent) yönetiminde, atanmış devlet memurlarının yönetimine son vermeyi ve devlet görevlilerinin seçimle işbaşına gelmesini savunmaktadır.

Yerel yönetimlerde işçi ve emekçi sovyetleri, olabilecek tek gerçek demokrasidir.

Yerel iktidar organlar ve kentsel yönetimin sorumlusu olarak, yerel işçi ve emekçi sovyetleri, emekçi halk yığınlarının doğrudan seçtikleri ve her an geri çağırabilecekleri temsilcilerinden oluşur. Seçilen görevlilerin seçenler tarafından geriye çağrılabilmeleri ilkesinin uygulanması, yani kamu görevlileri üzerinde yığınların tam egemenliğinin sağlanması bürokrasiye son verir.

İşçi sınıfı ve emekçi yığınların sovyetik devlet örgütlenmesinde en yetkilileri dahil bütün devlet görevlileri için geçerli olan ortalama işçi ücretleri kadar ücret alma ilkesi, yerel sovyetlerin yöneticileri için de geçerlidir. Bu yoldan görevlilerin, kamusal yükümlülükleri onlar için ayrıcalıklı bir yaşam elde etmenin araçları olmaktan çıkarılarak, bu yoldan da yöneticilerin bürokratik yozlaşması önlenecektir.

Emekçi yığınların denetimi ve gerçek hakimiyeti için, kent yönetimine dair bütün bilgilerin ve çalışmaların, tüm kararların, bütün yönetsel çalışmanın yığınlara açık olması gerekir. Bugün şeffaflık kavramı yalnızca bir demagoji ve yığınları kandırma aracıdır. Açıklık, bütün devlet iktidarının olduğu gibi kentin yönetiminden yükümlü yerel sovyetlerin de yaşam ilkesidir. Tüm bilgiler, teknolojik gelişmenin sağladığı olanaklar kullanılarak, halka sunulacak, halkın yönetim üzerindeki sürekli denetimi bir gerçek haline getirilecektir.

Yerel işçi ve emekçi sovyetlerinin doğması bir seçim döneminin ve seçim mücadelesinin sorunu değildir. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlar tarafından iktidarın alınabilmesi devrimci durumun varlığıyla bağlantılı bir sorundur. Diğer şeylerin yanı sıra en önemlisi, yığınların durumunda köklü bir dönüşümün baş göstermesi, sömürücü sınıfların egemenliğine boyun eğen yığınların başkaldırı içine çekilmesidir. O halde çok açıktır ki, şurada ya da burada seçim mücadelesinin, bağımsız devrimci veya sosyalist adaylar tarafından kazanılması, yerel düzeyde iktidarın alınması veya yerel işçi ve emekçi sovyetlerinin kurulması vb. anlamına gelmeyecektir. Vurgulanması gereken diğer bir nokta da, böyle bir durumda kentsel hizmetler bazında en temel sorunların çözümüne de başlanamayacağıdır. Devrimci görüş açısı ve eylem çizgisinin özenle korunabilmesi, reformist, düzen içi hayallerin yayılmasının önüne geçilmesi bakımından bunların özel olarak dikkate alınması gerekir.

Kent sorununa programatik düzeyde yaklaşımlarımız ve son vurgularımız, yerel seçim mücadelesinde, sosyalist ve devrimci adayların seçilmesine uzanan bir başarı ve kazanımın önemsiz olduğu ve kazanılan yerel yönetimlerde bir şey yapılamayacağı anlamına da gelmez. Bunun tersini düşünmek açık bir yanılgı olur.

Muhtarlık, belediye başkanlığı, belediye meclisi üyeliği vb. yerel yönetimlerde mevziler kazanmak, hiç de önemsiz değildir. Her şeyden önce bu mevziler emekçi yığınların birleşip örgütlenmesinin geliştirilmesi, devletin ve düzenin teşhiri bakımından önemli görevler başarabilirler. Yerel yönetimlerin kazanılması başlı başına veya kendi başına bir amaç olamayacağına göre, bu mevziler daha da ileri gitmenin faşizme ve kapitalizme karşı mücadeleyi geliştirmenin birer dayanağı haline getirilebilirler ve getirilmelidirler de. Zaten önemli olan da budur.

İkinci olarak, bugünkü koşullar altında yerel yönetimlerin sahip olduğu olanaklarla bile, emekçi yığınlara emekçi kente hizmetlerin götürülmesinde, gerek yerel yönetimlerin olanaklarının değerlendirilmesi ve gerekse kilelerin gücünün seferber edilmesiyle birçok şey başarabilir. Burjuva partiler ve politika adamları, sermayenin ilişki içerisinde oldukları kesimleriyle işbirliği içerisinde belediye gelirlerinin büyük bir bölümünü çok değişik yöntemlerle çalışıyorlar. Bunun önlenmesi, rüşvetin, suiistimalin ortadan kaldırılmasıyla önemli olanaklar yaratılabilir.

Belediye başkanları işçiler ve emekçilerle omuz omuza emekçilerin birliğini geliştirerek örneğin şunları yapabilirler ve yapmalıdırlar:

İşçi kıyımı teröründen başka bir şey olmayan, sendikasızlaştırmayı hedefleyen belediye işyerlerinde özeleştirmeye ve taşeronlaştırmaya son verebilir, geçici işçilik statüsünün kaldırılması ve işçilerin kadrolu hale getirilmesi için mücadele edebilirler.

Semtlerde kültür ve sanat evleri açabilir, gençler için spor tesisleri kurabilirler.

Bakıma muhtaç yaşlılar için bakımevleri ve özürlülerin eğitimi, ekonomik ve toplumsal yaşama aktif katılımı için belediye ve emekçi yığınların gücü birleştirilebilir, aynı şekilde yoksulların çocukları için kreşler açılabilir vb.

Sağlık, temizlik ve taşıma hizmetlerinde de emekçi yığınların yararına birçok iyileştirme gerçekleştirilebilir.

Doğanın ve çevrenin kapitalizm tarafından tahribine ve bunun yarattığı sonuçlara karşı sağlıklı bir çevre için etkin şekilde mücadele edebilirler.

Her şeyden önce belediyelerin gelir ve giderleri, çözüm bekleyen sorunlar, emekçi yığınlara açıklanıp, sunulabilir ve sunulmalıdır. Bu belediyelerin halkın denetimi ve yönetimi altına girmesi yönünde önemli bir gelişme sağlayabilir.

Sosyalist adaylar, belediye başkanlıklarını kazandıklarında, belediye işçilerinin ortalama ücretleri kadar ücret alacaklar ve meclis üyeliklerinde herhangi bir ücret talep etmeyerek ilkelerini yaşama geçireceklerdir.

Kazanılan yerel yönetimlerde, neyin ne kadar yapılacağı birçok şeye bağlıdır; ama öncelikle de kuvvet ilişkileri tarafından belirlenecektir bu. Açık ki, belediye bürokrasisinin direnişi, sabotaj ve provokasyonlarıyla olduğu gibi, merkezi ve onun uzantısı olan yerel politik iktidarın baskılarıyla, yasaların engelleriyle karşılaşılacaktır. Devlet vesayeti, Demokles’in kılıcı gibi sallanacaktır vb. Bütün bunlar dikkate alındığında asıl sorun ne kadar çok kentsel hizmetin yapılabileceği değildir. Çok daha önemli olan mücadelenin örgütlenmesidir. Sorun, neler yapılabilir, ne kadar yapılabilirden çok, nasıl ya da hangi tarzda yapılabileceğidir. Asıl olan, emekçi yığınların gücüne dayanmak, onların düzenden ve düzen partilerinden kopuş sürecini derinleştirmek ve harekete geçirmektir.

İşçi ve emekçi sovyetleri için sistematik propaganda çalışmasının taşıdığı önem açıktır; ama devrimci bir durumun olmadığı koşullarda, yığınları hemen ve doğrudan işçi ve emekçi konseyleri örgütlemeye çağırmak boş bir çaba olur. Ama bugünkü koşullarda herhangi bir yasaya dayanmaksızın, devrimcilerin, sosyalistlerin yönetiminde işçilerin ve emekçilerin yerel yönetimlere geniş katılımı örgütlenebilir, işçilerin, işsizlerin, kadınların, gençlerin, küçük esnafın, memurların, özürlülerin, demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların vb. emekçi, çalışan bütün değişik toplumsal kesimlerin temsilcileriyle oluşturulacak semt komiteleri ve bunların toplamından geniş bir halk meclisi kurulması yoluna gidilebilir ve herhangi bir yasaya dayanmaksızın oluşturulan bu meclisin kararları bağlayıcı kabul edilebilir. Bu veya benzer tarzda bir örgütlenme yığınların birleştirilmesi ve seferber edilmesinde, yerel yönetimlerdeki bürokrasiden gelen direnişlerin kırılmasında olduğu gibi, merkezi iktidar ve yerel uzantılarından gelen baskılara karşı yığınsal karşı koyuş ve direnişin geliştirilmesi bakımından da çok önemlidir.

Küçük burjuva reformistleri, bugünkü düzen çerçevesinde örnek belediyeler yaratmak gibi ham hayaller besleyebilirler. Komünistler bu tür hayallere kapılmayacak kadar politik deneyime ve olgunluğa sahiptirler ve bir başka şeyi gerçekleştirebilirler; yerel yönetimlerde elde edilecek mevzileri, yığınları birleştirip örgütleyerek, emekçi yığınların çıkarları için kararlılık ve tutarlılıkla dövüşerek, mücadeleyi geliştirip ileri götürmede örnekler yaratabilirler ve yaratacaklardır da.

*Belge niteliğindeki bu çalışma, marksist leninist komünistlerin öncelleri tarafından “Birlik” öncesinde hazırlanmış bir yerel seçim broşürüdür. 1993’te kullanılan ve bugün de temel önemini koruyan bu materyali, yerel yönetimlere sosyalist program temelinde yaklaşım açısından yararlı gördüğümüz için yayımlamayı uygun gördük.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi