“Üç Kapı Üç Kilit Açılsın/Ölümler Durdurulsun” Kampanyasının Ardından: Umut Ve Başarı İradeden Doğdu

Hücre ve tecrit karşıtı mücadelenin politik kitle ayağında genel bir ilerlemenin sağlanamadığı, durgunluk eğiliminin kendiliğindenci karakterinin derinleştiği koşullar altında, iradi bir girişim başlatıldı. Çıtayı yükseltmek, umutları tazelemek ve nihayetinde çözüm gücü olabilme bilincini pratikleştirmeyi amaçlayan bir öncü çıkıştı gerçekleşen. Marksist leninist komünistlerin önce kendilerinden başladıkları bu sarsma eylemi, antifaşist kitleleri ve geniş anlamda hücre-tecrit karşıtı güçleri sürece yeniden çekmeyi hedefleyen bir kampanya olarak düşünüldü.

İhtiyaç açıktı. Çünkü devlet, başlattığı ve sürdürdüğü saldırının stratejik amacına bağlı olarak her fırsatı değerlendiriyor, özellikle de ölüm orucu direnişinin politik etkisinin zindan sınırları içinde sıkışarak sönümlenmesini hedefliyordu. Dışarıdaki hareketin yetmezliği, dağınıklığı ve istikrarsızlığı oranında manevralar geliştirerek içeriyi yalnızlaştırmayı ve zayıflatmayı hesaplıyordu. Dışarıyı ve kontrol altında tutabildiği oranda sürecin uzayıp gitmesini kendi amaçları bakımından uygun görüyordu.

Nitekim 2001 ortalarına gelindiğinde mücadelenin dışarı ayağı sorunu çözebilme baskısını örgütlemede zayıf kalmış olmasının baskısı altında derinleşen bir demoralizasyon süreci içinde bulunuyordu. Çaresizlik ve yenilgi psikolojisinin gelişmeye yüz tutan varlığını gözlemleyen (gerçekte bunun koşullarını da bilinçli olarak hazırlayan) devlet, bu hastalığın devrimci yapı ve kadroları daha derinden ve yaygınca tutması için bütün olanaklarını seferber etmeyi sürdürüyordu. Devrimci kuvvetlerin sürecin çetin zemininde gösterdiği taktik zayıflıklarının da olumsuz etkisiyle dışarıdaki etkinliklerin ve pratik mücadelenin de düzeyi alabildiğine düşük seviyede bulunuyordu.

Duyarlılığın genel zayıflığı nedeniyle ölüm orucu neredeyse antifaşist kitlenin bile pratik gündeminin dışına düşmüş gibiydi. Fakat aynı zamanda sürecin atmosferini değiştirme amaçlı arayışlar da sürdürülüyordu.

“Üç Kapı Üç Kilit Açılsın/ Ölümler Durdurulsun”

Tecrit karşıtlarının alternatif çözümler aradığı bir dönemde, 20 Kasım 2001 tarihinde, İstanbul, Ankara, Antalya ve İzmir baro baş- kanları, çözüm yolunu açmak amacıyla gerçekleştirdikleri “Üç kapı üç kilit açılsın” önerisini kamuoyuna deklere ettiler.

Bu dört baro başkanının önerisi iki temel amaca hizmet ediyordu. En kısa süre içerisinde tecritin -henüz tamamiyle olmasa dahi- kaldırılması ve buna bağlı olarak ölümlerin durdurulması. Projeye göre, cezaevinde aynı koridora bakan üçer kişilik hücrelerin kapıları açıldığında, toplam dokuz kişi günün belli saatlerinde koşulsuz olarak biraraya gelebilecek ve bu adımla birlikte tecritin en temel biçimi kısmen ortadan kaldırıldığı için zindanlarda süregiden ölüm orucu direnişleri de sonlandırılarak ölümler durdurulacaktı.

Ölüm orucu direnişleri siyasi iktidarın bütün baskı ve engellemelerine, yasal düzenlemelerin ardından getirilen yasaklara, psikolojik teslim alma ve politik tutsakları yalnızlaştırarak direnişi kırma çabasına rağmen devam ediyordu.

19 Aralık F tipi saldırısı ve TV ekranlarına bilinçli olarak yansıtılan terör görüntüleri, akıllara durgunluk verecek kadar gaddarlaşan katliam gerçeği demokratik kamuoyunu ürkütmüş, kitle ve sokak eylemleri yasal yasakların ardından ciddi bir darbe almıştı.

19 Aralık katliamı, cezaevlerine yönelik olsa da hedefi cezaevleriyle sınırlı değildi. Yaratılan vahşetle işçi ve emekçilere özgürlük ve devrim için mücadele edenlere gözdağı vermek, korku salmak, direnme düşüncesini tahribata uğratmak amaçlıydı. Katliam, cezaevlerinde verilen kahramanca yanıt sokakta verilememiş, terör fırtınası, beyinleri dumura uğratmıştı. Zindanlarda süregiden büyük direnişe rağmen değişmemiş aksine uzun süreli yıpratma savaşı sokak güçlerinde ideolojik erozyona yol açmıştı. Komünistlerin sokak güçleri de aynı boğucu havanın etkisi altındaydı. Mücadele dar bir alana sıkıştırılmış, umutsuzluk yaygın bir ruh hali olmuş, ölüm orucu direnişine karşı duyarsızlık baş göstermişti.

Genel işçi ve emekçi kitle hareketinin durgunluk içinde seyrettiği bu süreçle birlikte, F Tipi hücre, tecrit karşıtı eylemlerde de ciddi bir zayıflama görülüyordu.

Her şeye rağmen özellikle tutsak aileleri dernekleri, insan hakları savunucuları, bazı demokratik kitle örgütleri ve demokratik kadın hareketinin öne çıkan örgütlü güçleri kapsamı dar olsa da, süreklileştirmeyi başardıkları eylemlerle örnek bir duruşu temsil ediyordu.

Sanatçı, yazar ve akademisyen çevrelerden aydınlar bakımından ise istikrarı yakalayamayan, bir yanıp bir sönen, ilişkilenme sorununu çözemeyen bir duruş söz konusuydu.

Devrimci kuvvetler ise kitle hareketinden yalıtılmış, örgütsel olarak daralmış ve kendine dönmüştü. Bu koşullarda iddiadan yoksun kimi müdahalelere zaman zaman başvursalar da etkili olamıyorlardı.

Tam da böyle bir süreçte ortaya atılan “Üç kapı üç kilit açılsın” önerisi, hareketin bu sorunlarını aşmasında bir adım olabilirdi. Ancak bu çıkışın kendisi daha çok, yeni bir çözüm önerisi etrafında fikir olarak birleşmekte ön adım oldu. Özellikle kamuoyunda bir dizi kurumun art arda gerçekleştirdiği basın açıklamaları, toplumsal muhalefet güçleri için süreçle ilişkilenmekte geçerli bir neden halini aldı ve tetikleyici oldu. Aydın çevrelerin, kimi demokratik kitle örgütlerinin, bazı siyasi partilerin ve devrimci kuvvetlerin bu yönlü girişimleri kamuoyu üzerinde olumlu bir etki yarattı.

Ancak ciddi olumsuzluklar ve yetmezliklerle boğuşulduğu gerçeğine bir de Adalet Bakanlığının “Terörizmle pazarlık olmaz” yönlü açıklamaları ve hızlı karşı manevraları eklendi. Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı “ölüm orucunu teşvik suçu” tanımının kapsamı o kadar geniş tutuldu ki, tecrit karşıtı genel kitle üzerinde bu, ürkütücü bir etki yarattı.

İddia Ve İrade Kendini Yeniliyor

Dört baro başkanının “Üç kapı üç kilit açılsın/ölümler durdurulsun” projesi umutları tazelerken sürece belli yanlarıyla kısmi bir hareketlilik kazandırsa da, devletin karşı hamle ve müdahaleleri karşısında öneriyi sahiplenenlerce yeterince gündemleştirilemedi. Bununla umutlanan demokratik kamuoyu ve devrimci kuvvetler, altı dolu olmayan/doldurulamayan bu adımdan ciddi, ancak esasında kendiliğindenci beklentilere kapılınca sonuç beklenenin aksine karamsar bir tablo olarak göründü. Ve kimi siyasal kuvvetlerin dahi irade kırılmasını pekiştiren, ölüm orucuna karşı yabancılaşmayı derinleştiren bir sonuca yol açmaya başladı.

2001’in son aylarında F tipi hücre tecrit saldırısına karşı direnişin gelişimini ve sorunlarını belli başlı yönleriyle tekrardan inceleyen ve düşünen, marksist leninist komünistler, her şeyden önce süreçle ilişkilenmede kendi iradelerini yeniden biçimlendirmek, devamında da antifaşist kitlenin duyarlılığını yükselterek sürecin katılımcıları olmalarını sağlamak amacıyla sönmekte olan “Üç kapı üç kilit açılsın” talebini politik bir kampanyaya dönüştürmeye yöneldiler. Kampanyanın ilk adımı çalışmayı yürütecek kuvvetlerin örgütlenmesi ve psikolojik hazırlığıydı.

İstanbul merkezli hazırlık çalışması için mütevazı bir plan oluşturuldu. Öncelikli olarak; afiş, bildiri, pul, kuş, kokart vb.’den oluşan yazılı ajitasyon propaganda materyalleri hazırlandı ve yaygın dağıtımına başlandı.

Bununla eş zamanlı olarak, demokratik kitle örgütlerine, sendikalara, siyasi partilere, aydın çevrelere ziyaretler, yoksul semtlerde pazar eylemleri, kahvehane konuşmaları ve sokak eylemleri devreye sokuldu. Kitle duyarlılığını artırmak ve bilgilendirme amacıyla dosya çalışmaları yapıldı.

Kuşkusuz bu çalışmanın yeniden en önemli adımı ve temel basamağı dışarıda da ölüm orucu eyleminin başlatılmasıydı. Bu yalnızca yeni bir siper açmak anlamına gelmiyordu, bundan daha önemlisi, tutsakların zafere kilitlenmiş direniş ruhunu sokakla buluşturma amacını taşımasıydı.

Fikret Lüle ölüm orucunu tahliyeden sonra dışarıda kesintisiz sürdürürken ve aynı günlerde İstanbul’da Deniz Bakır’ın açtığı ölüm orucu direniş siperlerine İzmir’den Tuncay Yıldırım, Cebrail Gündoğdu ve son olarak da Kazım Özer katıldılar. Bu mevzide, Tuncay Yıldırım marksist leninist komünistlerin kararlılık sembolü olarak 21 Mart’ta bayraklaştı.

Ayrıca süreçle başından beri ilişkilenmiş olan demokratik kitle örgütlerinden bazılarının moral tazeleyerek yeni adımlar atması daha aktif katılımının sağlanması yönlü çabalar da önemlidir. Bu kapsamda İstanbul’da İHD’nin başlattığı imza metinlerinin sahiplenilmesi, toplam 13 bin 500 imzanın 11 bin 500’ünün bizzat kampanya çalışanlarınca toplanmış olması bu yönelimin sözde kalmadığının ve somuta da yansıtıldığının kanıtlarındandır.

Çalışmanın başarısı için örgütsel hazırlık ve planın önemi ilk günden teslim edilerek buna uygun bir çalışma yapıldı. Yaklaşık 2.5 ay süren eylemli hazırlık çalışması sessiz, ancak ısrarlı ve bütün açık çaba ve yönlendirici girişimlere rağmen dost kuvvetlerin kınlamayan kayıtsızlıkları altında yaşama geçirildi.

Çalışmanın İstanbul’dan sonra Ankara, Adana, İzmir, Bursa, Antep, Malatya, Çanakkale, Eskişehir, Mersin, Hatay, İskenderun, Kocaeli, Zonguldak gibi birçok ile de sıçratılmasıyla kampanya merkezileştirildiği gibi ruh birliği yakalanmasında da önemli adımlar atıldı.

Bu 2.5 aylık süreç basına ve kamuoyuna hak ettiği kadar yansımamış olsa da gerçek rolünü oynamıştır. Bu süreç boyunca aydın çevrelerden yüzlerce kişiyle bir o kadar insan hakları savunucusuyla, onlarca demokratik kitle örgütü ve siyasi parti temsilcisi ve sendika ile görüşülmüş ve sürece dahil edilme perspektifiyle hareket edilmiştir.

Süreç boyunca yüz binlerce yazılı ajitasyon ve propaganda materyalleri dağıtılmış, pazar eylemlerinden kahve konuşmalarına, meşaleli yürüyüşlerden mum yakma etkinlikleri ne kadar birçok yerel eylem gerçekleştirilmiştir.

Sürecin her aşamasında katılımcılarla görüşülerek tartışmalar örgütlendi. Her aşamada yapılan durum değerlendirmesiyle hatalara hızlı müdahale ve geleceği planlamada daha koordineli davranıldı. Hedef önce kendini ve buna bağlı olarak da devrimci kuvvet ve anti faşist kitleleri harekete geçirebilecek birleştirici bir eylem çizgisinde yol almaktı. Bu iddiaya da esas hatlarıyla uygun bir pratik duruş sergilenmiştir.

Birleştiricilik bu kampanyanın önemli bir unsuru ve hedefiydi. Nitekim kampanyanın hazırlık aşamasında demokratik kitle örgütlerinden bazıları da dahil olmak üzere devrimci kuvvetlerin bütünüyle görüşmeler yapılmış ve sürece katılmaları, bizzat örgütleyicisi olmaları yönünde ısrarlı davranılmıştır. Bazı devrimci kuvvetlerin grup çıkarı gözetmeksizin sürecin içerisinde sınırlı güçlerle de olsa yer alma çabası ve katılımcı duruşları önemli bir güç yaratmıştır. Ancak bunun genelleşememesi sürecin daha etkili bir biçimde gelişmesini de engellemiştir.

Grup çıkarlarının ve adının değil, taleplerin öne çıkması gerekliliğini savunan komünistlerin bu yönlü bütün çabaları kimi devrimci kuvvetlerin gerçeğine çarpmıştır.

Hazırlık süreci ciddi dezavantajlara rağmen başarıyla yürütülmüş, kendi gündemini yaratabilme iddiası başarıyla sonuçlanmıştır.

Evet, tahminlerimizin çok üzerinde bir erezyon yaşandığını açığa çıkartmıştır. Kampanya çalışması. Kimi devrimci kuvvetlerin kendisini ve kitleleri örgütleyememesinin yarattığı kayıtsızlıklar sürecin her aşamasında mücadele unsuru oldu ve büyük bir emeğin de bu kanala akmasına neden oldu.

Bozulan devrimci insan gerçeği, sürekli ve diri bir muhalefet örgütlemenin nesnel zorlukları ve negatif deneyimleri bir bir aşılarak yüründü. Kendi saflarındaki duyarlılık erezyonu ve irade kırılmasını da tespit eden komünistler bu gerçekle savaşarak ve bunu çalışma içerisinde aşarak yürüdüler.

Kelimenin gerçek anlamıyla yürüyen, yürürken öğrenen, öğrendikçe kendini planlayarak adımlarını sıklaştıran bir hazırlık ve kampanya geliştirildi.

Siyasi iktidar devrimci kuvvetleri kendince doğru tahlil etmiştir. Taktik ustalık ve manevra kabiliyetinde ve hazırlık ve araç donanımında daha deneyimlidir. Bu ve son iki yılın deneyimleriyle hareketi daraltma girişimlerine rağmen yürümüştür hazırlık süreci.

Komünistler, kopan tutsak aile bağlarını, çaresizlik ve umutsuzluk duygularını, iddia ve cüretteki kırılmaları, önce sıkı bir eleştiri, ardından da eylemin gücüne dayanan devrimci bir pratik özeleştiri geliştirerek adım adım aşarak yürüdüler ve çalışmayı yükselttiler.

Bu başarı emek ve iradenin yoğunlaşmış savaşımı ve seferberliğiyle elde edilmiştir. Bu başarı öncünün çözüm gücü olma kararlılığının sonucudur.

Ankara’da Umuda Açılan Kapı

Kampanyanın Ankara ayağı süreç bakımından yeni bir adımdı. Hazırlık ve güç biriktirme amaçlı birinci aşama başarıyla tamamlandıktan sonra, devreye giren “Ankara” projesi ikinci aşamayı oluşturuyordu.

Tekrarlamak pahasına özetlersek, kampanyanın birinci aşamasında;

Dağınık olan ve koordine edilmesi hayli güç kuvvetler faaliyet etrafında toplandı ve merkezileştirildi.

Zayıflayan irade ve kararlılık, onarılarak “umutsuzluk” duygusu yerini “çözüm olabilme” yönelim, iddia ve inancına bıraktı.

Ölüm orucu direnişinin oldukça uzun bir sürece yayılması ve devletin tahliye manevraları ile geriye çekilen aileler sürece yeniden kazanılmış oldu.

Mücadelenin gerisine düşmüş ilerici çevreler sürece duyarlı hale getirildi.

Yalnızlaşmış ancak buna rağmen süreklileştirilmiş eylemlerinden vazgeçmeyen insan hakları örgütleri ve kimi demokratik kitle örgütleri süreç içerisinde desteklenerek moral bulmaları sağlandı.

Dışarıda direniş siperleri açılarak içeriyle dışarı arasındaki derin ruhsal açı farkı daraltılmıştır.

İlk aşamada elde edilen kazanımlara dayanılarak, ikinci aşamada, hücre ve tecrit saldırısına karşı mücadelenin en kararlı kesimleri deyim yerindeyse Ankara’yı kuşatmıştır.

22 Mart günü Ankara’ ya giden öncü hazırlık grubu hızla kendini ve yerelin güçlerini örgütleyerek, etki gücünü arttırma çalışmasına girişti. Ankara kampanyasına gelecek ailelerin hiçbir boşluk tanımaksızın hemen çalışmalarına başlayabilmesi için randevulardan kimi ön eylemlerin tarihlerine kadar bir dizi adım belirlendi. 8 günlük bir zaman dilimi içerisinde; 80’i aşkın kurum, 20 milletvekili, aydın ve sanatçı girişimi ile yüz yüze görüşmeler yapıldı. Ankara İHD Şubesi’nin süreklileşmiş eylemleri dahil olmak üzere sokakta ve kapalı mekanlarda gerçekleşen bütün demokratik içerikli eylemlere katilindi.

1 Nisan tarihinde İHD İstanbul Şube imza metinlerinin Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı’na iletilmesinin hemen ardından bağımsız çalışmalara start veren kampanyacılar, Ankara sokaklarını özgürleştirme iddiasıyla yürüdü.

19 Nisan tarihine kadar, Ankara, İstanbul, Adana, İzmir, Antep, Malatya, Bursa, Çanakkale, İskenderun ve Mersin’den toplam 100’e yakın tutsak yakını, 30’a yakın milletvekili, 100’e yakın kurum ve demokratik kitle örgütü, sendika ve siyasi partilerle yeniden görüşmeler yapıldı. Bu süreç zarfında film gösterimlerinden, sokak eylemlerine, Filistin’le dayanışma etkinliklerinden, kurum ziyaretlerine, sokaklarda imza toplamaktan kitle ajitasyonu yapmaya, başbakanlık önünde oturma eyleminden, aydın ve sanatçıların duruşmalarına katılmaya kadar bir dizi pratik eylemlere katıldılar.

Özellikle bu kadar kısa bir süre içerisinde Ankara sokaklarında ve yoksul semtlerinde 8 bin imzayı toplayan güç, 18 Nisan tarihinde Cumhurbaşkanlığı makamına imza dilekçelerini ulaştırarak bir adım daha attı.

Bu iddia ve irade, devrimci kararlılık bir ay gibi kısa bir süre içerisinde F tipi hücre, tecrit saldırısına karşı mücadelenin pratik ufkunu genişletmeyi başardı. Üstelik Filistin’e yapılan ABD destekli siyonist saldırı, sendika genel merkez kongreleri, kimi siyasi parti kongreleri gibi basının gündeminin ve gözünün farklı yerlerde olduğu bir dönemde burjuva sansürün kısmen de olsa delinebilmiş olması son derece önemlidir.

Kampanyanın Başkentinde Geriye Kalan İzler

* Tecrit saldırısına karşı sürdürülen ölüm orucu direnişini kitlelerden yalıtarak, kendi içerisinde yalnızlaştırarak sönümlendirmeye çalışan siyasi iktidarın planları kampanyanın Ankara sürecinde ciddi bir barikatla karşılaşmıştır. Ankara çıkarması F tipi tecrit saldırısı karşısında mücadelenin devam ettiği ve muharebenin dışarı ayağının tetiklendiği bir çıkış olmuştur. Tecrit, karşıtlarının demokratik bir taciz hareketi olarak karşıtlar arasındaki mücadelede cezaevi dışında sokak mevzisinin bir adım daha öne çıkmasını sağlamıştır.

* İç dinamiklerin harekete geçirilmesi için, devrimci kendiliğindencilikle büyük bir mücadele yürütüldü. Öncünün bizzat kendi kuvvetleriyle yürüttüğü bu savaşımda ilk adım kendi duyarsızlıklarını aşmak, çözüm gücü olma iddiasını pratikleştirmekti. Bu anlamda başarılı bir çalışma yürütülmüştür. Fiilen komünist öncünün kitlelere verdiği özeleştiri olarak da tanımlanabilecek bu süreç, bir yandan yeniden ayağa kalkışın manivelası olurken, diğer yandan da her bakımdan önderlik iddiasının yükseltilmesine hizmet etti.

* “Üç kapı üç kilit açılsın/ölümler durdurulsun” şiarıyla özdeşleşen kampanya çalışmasında genel olarak hareket rotasını bulmuştur. İddiasızlıkların karşısında tökezleyen, çıkış yolu arayan ailelerin hedefi berraklaşmıştır.

* Kendine seçtiği sembollerle (Anahtar) kitlelerin zihninde dolaylı bir yönlendiricilikte yaratan kampanya, sorunu kitlelerle buluşturma, kitleleri hücre, tecrit saldırısı karşısında seferber edebilme ve süreklileştirilmiş iddialı bir sokak muharebesinin kilitleri açacak anahtar olduğunu göstermiştir. Sorunun sokak ve eylemle çözülebileceği fikri berraklaşmıştır.

* Birleştiricilik bir kampanyanın temel parolası kılınmış ve bu konuda da ciddi adımlar atılmıştır. Üç tutsak yakını örgütü TAYAD, TUYAB, THAY/DER’in birçok toplantı sonrasında ilke olarak Ankara’daki sürece farklı boyutlarda olsa da birlikte katılımı, mitingde ortak pankart açarak ortak talepleri dillendirmesi azımsanmayacak bir başarıdır. Her ne kadar bu gelişme köklü bir değişime denk düşmese de sürece katılan kuramların ihtiyatlı yaklaşımları sürse de bu adım anlamlıdır.

* Bir yandan birleştirici bir zemin yakalanmasında ısrar eden kampanya çalışanları, diğer yandan ise çalışmanın sekteye uğratılmaksızın sürdürülmesini sağlamıştır. Takılıp kalmama, gerektiğinde duraksamadan kendi başına iş yapabilme iddiasının pratikleştirilmesi de önemli bir adımdır.

* Bir avuç insanın eyleminde öncülük iddiası ve iradesi saklıdır. Bir yandan kitle faaliyetinin önünü açan kampanya diğer yandan da devrimci kitlenin eyleme ne ölçüde aç olduğunu da göstermiştir. Özellikle Ankara’da kalan kitle üzerinde açık bir biçimde gözlenmiştir ki, eylemin arındırıcı ve değiştirici gücü belirleyicidir. Sürece katılanlar bakımından öncelikle komünist öncüye güven tazelenmiş, bununla bağlantılı olarak da bireyin kendine güveni, inisiyatifi ve iddiası büyümüştür.

* Ankara, onlarla yola çıkan öncünün binlere ulaşabileceğini ve alanda binlerce kişiyi birleştiren bir iradeye dönüşebileceğini gösterdi. F tipi hücre, tecrit saldırısına karşı mücadelenin binlere mal edilebileceği iddiasının bir hayal değil, çalışma ve yönelim sorunu olduğunu kanıtladı. Ankara, 1 Mayıs’a bu perspektifle taşındı. Mayıs alanlarında yüz binlerce insanın tecrite karşı öfkesini dile getirmesinde Ankara’nın etkisi inkar edilemez. Nitekim, özellikle de İstanbul 1 Mayıs meydanında Filistin ve F tipi hücre, tecrit saldırısı karşısında gerçekleştirilen geniş işçi ve emekçi kitlesinin destek verdiği oturma eyleminde öncünün rolü yadsınamaz. Alandaki konumlanışlarıyla da “Üç kapı üç kilit açılsın/ ölümler durdurulsun” talebini kitlelere yansıtan, kampanya sembollerini taşıyan kitle bu yönlü iddia ve iradesini bir kez daha göstermiştir.

* Ciddi bir emek seferberliği, maddi ve manevi yönelimi de içerisinde barındıran çalışma, devrimci hareketin kimi kuvvetleri, reformist hareketin bütünü ve demokratik kuvvetler bakımından ideolojik kırılmanın had safhaya vardığını göstermiştir. Nitekim, “Bizim cezaevleri diye bir sorunumuz yok. Sosyalizm sorunları diye bir derdimiz var” diyerek süreçten uzak duran TKP , “Süreçle ilgili umut kalmamıştır. Biz ailelere umut verdiğimiz için yeniden mücadele ediyorlar. Yeni bir umutsuzluk yaşamamaları için katılımcı olmuyoruz” diyen ÖDP’sine, cezaevleri mitinginin tarihini biliyor olmasına ve bizzat kendileri önermelerine rağmen, hem mitinge katılmayan hem de bir sonraki güne Filistin mitingi koyan ve üstüne üstlük “Cezaevleri sorununa yaklaşımımız net. Biz ölüm orucunun karşısındayız. Bu sürecin içerisinde olmayız” diyen EMEP’e kadar, bir dizi yasalcı reformist kuvvetin de maskesini düşüren bir çalışma gerçekleştirilmiştir.

*HADEP’in ilkesel olarak çalışmayı desteklemesi, bununla ilgili parti meclisinde karar alması, mitinge beklenen kadar olmasa da katılması ve ailelere yakın durmaya çalışması değerlidir. HADEP, safını cezaevleri sorununda devrimcilerden yana belirlerken, kendisine işçi sınıfının önderi payesini yakıştıran bir dizi reformist legal partinin sorundan kaçışı, saplandıkları batağın derinliğini da bir kez daha göstermiştir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi