Devrimci Saldırı Eylemi (Sorunları Ve Koşulları)

I.

Mart eyleminden bu yana Almanya ve Avusturya komünist partileri parti basınında sürdürülen tartışma, devrimci ve oportünist taktik arasındaki ayrımın kesin şekillendirilmesiyle karakterize olur. Ama bu şunu gerektirir; saldırı politikasının devrimci bakış açısı esasen, sadece oportünizm karşısında devrimci düşünüşün ölçüsü olarak, ilkesel sorun olarak ele alınmalıdır; ama bu politikanın tam içeriği, onda tarihsel-özgül olan, onun olasılıkları, koşulları, beklentileri ve tehlikeleri yeteri kadar analiz edilmiyorlar. Bu satırların görevi, saldırı politikasıyla bağlam içinde olan, henüz yeteri kadar açıklanmamış, ama oldukça güncel olan bazı sorunlara dikkat çekmektir.

Merkezciler ve komünist partisinin oportünistleri de, III. Enternasyonal politikasını teorik olarak darbecilik üzerine kurarken, daha önce ondan (darbecilikten -çn) tam kopmuştu iddiasında bulunuyorlar. Her eylem de, nihai zaferle sonuçlanmadığı için darbe gören bu Enternasyonal’i darbecilikle suçlayan itiraz (böyle karakterde olduğu müddetçe -çn) bizi ilgilendirmez. Buna karşın, Komünist Enternasyonal’in, gerçekten, devrimci mücadelenin biçimleri karşısında teorik tavrını değiştirip değiştirmediğini veya ne derece değiştirip değiştirmediğini, şayet bu söz konusuysa hangi dünya çapındaki durumun değişiminin bunu gerekli kıldığını araştırmak önemlidir.

Saldırı politikası tartışmasını takip edersek, bu soruna kısmen hiç değinilmediğini, kısmen de doyurucu cevap verilmediğidir. Dikkatimizi çeken sorun gerçekten bütün Enternasyonal’in ülkelerini kapsamına alan dünya çapında yeni oluşmuş bir durumun komünist partilerinin yeni bir teorik tavrını zorunlu kılıyormuş, sanki başka uygun teorik kavrayışla değişik tarihsel bir dönemin önceliymiş gibi açıklanıyor. Bu tasavvur tehlikelidir ve yanlıştır. Tehlikelidir, çünkü devrimci sürecin her yeni geçici durgunlaşması oportünizme parti içinde en tam pasiflik için neden ve teorik taban sunabilir. Yanlıştır, çünkü komünist partisinin saldırı politikasıyla olan ilişkisini şemalaştırır. Devrimci proleter partilerinin varlığından bu yana, onların amacı, asla saldırı ve en ileri aktiflikten başka bir şeye göre değildir. Nasıl ki; teorik olarak, amaca göre, isteği sürekli saldırı ısrarı ise, pratikte komünist partisi hareket ve eylemini sadece bir görüş açısından yönlendirir; verili tarihsel durumun ve somut devrimci olanakların değerlendirilmesi (Tabii ki burada olasılıklardan, sınışarın birbirleriyle belli katışıksız nesnel ilişkinin statik oranı değil, tersine bütün öznel irade güçlerinin en azami seferber edilmesiyle dinamik olarak ulaşılabilir olasılıklar anlaşılmalıdır). Bu nedenle bir komünist partisi hiçbir zaman sadece saldırıya göre konumlanamazdı, konumlanamaz; onun taktik teçhizata aynı ölçüde, savunma da dahil olmalıdır. Devrimci süreç, tam da bu mücadele türlerinin birbirine dönüşümüdür.

Komünist kitle partilerinin oluşmasından bu yana Enternasyonal’in politikasının saldırı olması gerektiği anlayışı, esas itibarıyla, devrimci saldırının eski amacının gerçekleşmesi için yeni olanakların doğduğu doğru tespitinden başka bir şey değildir; yani bir anlayış, teorik olarak değil, bilakis sadece taktik soruna değiniyor. Kolayca devrimcileştirilen kitle ordularının yerini burjuvazinin sınıf militarizminin almasından dolayı bu baskı örgütlerinin devrimci durumlar içinde çöküş umudunun yok olduğu ve bundan dolayı onlara karşı mücadelenin azami amaca uygun aktiflikle sürdürülmesi gerektiği temellendirilmesi, keza doğru bir saptamadır, ama sorunu yanlış koymaktadır. Devrimci komünistler için soru, parti eylemler yapmak zorunda mıdır, değil midir. Bu eylemler enerjik olarak mı, daha az enerjik olarak mı yürütülmelidir değildir. Sorun daha ziyade eylemin yığınların kendiliğindenciliğine olan ilişkisidir!

Burjuvazinin askeri sınıf örgütlerinin gerçekleştirilmiş inşasıyla devrimci gelişmenin engellenmesi, esasen, kitle orduları döneminde onların görece çözülebilirliğini oportünistler için, partinin azami aktifliğine karşı neden olduğu gibi, kendiliğindenci kitle eylemlerinin olasılık ve zorunluluğuna karşı keza bir kanıt olabilir. O zaman da parti, kitle ordularına karşı silahlı mücadele için silahlanmak zorundaydı ve onların çöküşü önceden kaderci olarak, kesin görülemezdi. Diğer taraftan bugünkü sınıf orduları, sadece, bileşimlerine göre değil, fonksiyonlarına göre böyledir ve kendiliğindenci kitle ayaklanmalarıyla silinip süpürülebilirler. (Varşova’ya karşı bolşevik ilerleme döneminde Macar karşıdevrimci sınıf ordusunun çözülmesinin açık işaretlerini düşünün). Ve kapitalizmin iktisadi çöküşü ve böylece büyük yığınların sefaleti sürekli zorunlu olarak güçlendiği için yığınların radikalleşmesinin kendiliğindenci kitle eylemlerine ve böylece devrimci durumlara dönüşeceği umudu “kiyetist mucizelere inanç” değil, bilakis sadece devrime olan kesin inançtır. Tabii ki, ekonomi ve ideoloji arasındaki eski ilişkinin hâlâ var olduğu, yani tarihsel materyalizmin yasalarının hâlâ geçerli olduğu koşuluyla.

Yoldaş Lukacs, Enternasyonal’in 6. sayısında sorunu şuna ... indirgiyor; tarihsel materyalizmin sadece proletarya hakimiyeti çağı için değil de kapitalizmin çağı için geçerli olduğundan, yani tarihsel materyalizmin devrimci süreç döneminde fonksiyon değişimine uğramak zorunda olması gerektiğinden hareketle soruyu şöyle koyuyor: “Ne zaman, nerede, hangi koşullarda ve ne dereceye kadar zorunluluk alanından özgürlük alanına bu sıçrama gerçekleşiyor?

Bu soru, gerçekten oldukça günceldir. Çünkü, devrimin daha şimdiki aşamasında tarihsel materyalizmin fonksiyon değişimi başlarsa, yeni ekonomi ve ideoloji ilişkisi önemli bir değişime uğrarsa, tabii ki, Komünist Enternasyonal’in kendiliğindenci kitle eylemleri sorununa teorik tavrı da tamamen değişmek zorunda olacaktır.

Yoldaş Lukacs, yukarıda orijinal ve enteresan tespit edinmiş probleme, fonksiyon değişiminin söz konusu süreci başlamıştır.

Kendiliğindenci eylemler (tabii ki komünist partisi tarafından uyandırılan ve yönetilen) yalnızca devrime götürmeyecektir sonucuna vararak cevaplandırıyor.

Ama bu görüş ve dahası bundan çıkartılan taktik sonuçlar, yeteri kadar temellendirilmemiş izlenimini veriyor. Kapitalizmin temel kategorilerinin fonksiyonel ilişkisi, proletaryanın burjuvaziyle olan ilişkisi öz itibarıyla hâlâ aynı olduğundan, proletarya baskı altında tutulduğundan ve makinanın kölesi olduğundan, evet, bu yöndeki eğilimler giderek daha da güçlendiğinden, söz konusu fonksiyon değişiminin neden bugün gündeme gelmesi teorik olarak, zor kavranılır. Değişen sadece, birbirlerine karşı olan güçlerinin nicel ve nitel kaymasıdır. Esas itibarıyla sınıf savaşımı, proletarya iktidarı ele geçirmediği müddetçe, fonksiyon değişimine uğramamıştır. Ama buna rağmen, tarihsel materyalizmin fonksiyon değişiminin -bir süreç olduğundan ve dolayısıyla başlangıcı kesin sınırlanamayacağından, bilakis tedrici geçiş olduğundan- başlamış olması teorik olarak düşünülebilir. Ama biz, pratik sınıf mücadelesi açısından bu olasılık sorunundan ziyade, bu sürecin, değişmiş tarihsel yasalara ve bundan dolayı “ekonomi ve ideoloji” sorununun yeni bir teorik kavranışına neden olup olamayacağı derecede bir büyümeye ulaşıp ulaşmadığı, ilgilendirmektedir, ama şimdilik bu yönde hiç işaret yok.

Çünkü, örneğin, iktisadi çöküşün ilerlemesine rağmen proletaryada devrimci algılamanın ilerlemesi, dış görünümü menşevizm olan engellemelere çarpması, yeni bir görüngü değildir. Çünkü değişimden beri proletarya, yeni gelişme aşamalarına yeni örgüt biçimleriyle uymak zorunda ne kadar sıkça kaldıysa da, devamlı, eskimiş biçimlerin engelleyici etkisi yüzünden ideolojik bir krize girmiştir. Kendini devrimci ideolojide ifade etmese de durumu nesnel olarak devrimci olabilmesi yeni değildir ve bundan dolayı belirmiş olan fonksiyon değişimi sonucuna varmak için bir neden değildir. Fonksiyon değişimi, menşevizmin nüfuzunun ideolojik karşı etkisiyle yeterli derecede açıklanır. Bizzat, dünya savaşımı patlak vermesinin nesnel olarak şüphesiz devrimci durumu esasen ve hatta bu savaşta görülen ekonominin çöküşü bile yığınlarda devrimci ideolojiyi zorlukla oluşturabildi, sosyal yurtseverliğin ideolojik krizinin aşılması böyle zordu. Ve, bizzat komünist partisi tarafından ilerletilse ve yönlendirilse de yığınların kendiliğindenciliğinin sürekli sadece, ilk hedefi amaçladığı ve onun elde edilmesiyle gerilediği görüngüsü de esas itibarıyla, bu kendiliğindenci kalkışmaların iktidarı ele geçirmeye kadar keskinleştirilmesi olasılığına karşı hiçbir şeyi kanıtlamaz. Çünkü, kapitalizm iktisadi olarak yozlaştıkça, devrim kaçınılması mümkün olmayan oldukça kendiliğindenci eylemlerde, niceliği devrimci iktidarı ele geçirme niteliğine dönüşene kadar güçlenecektir.

Öyleyse, tarihsel materyalizmin temel yasasının değişmiş olması için neden yoktur ve diğer taraftan baskı örgütünün ve partinin formel farklılığına rağmen devrimci gelişmenin özü aynı kalmıştır. Öyleyse dünya politik durumunun özünde, III. Enternasyonal tarafından yeni teorik bir tavır talep edebilecek kadar değişmemiştir. Bu, olmamıştır da. Çünkü saldırı politikası teorik değil, bilakis sadece katışıksız taktik saldırı, dünya devriminin mevcut periyodunda olasıdır, dolayısıyla zorunludur-algılama olabilir. Tabii ki bu tarihsel tespit, şekli ve dogmatik, dolayısıyla antimarksist olmak istemiyorsa, Enternasyonal’in bütün mücadele alanlarını kapsamına alamaz, bilakis sadece, partiye, bir taraftan nesnel durumu, diğer taraftan da bu nesnel durumun gerçekleştirilmesini olanaklı kılan ve eylem için koşulların verili olduğu anı kapsayan alanlarda.

II.

Şimdi soruya gelelim; bir eylem için koşullar nelerdir? Bu sorunun ele alınışında da her iki taraf tartışmada şekilciliğe düşüyorlar. Oportünizme eğilimli yoldaşlar, bilinçli veya bilinçsiz olarak, esasen “nihai zafer” kazanmadığı müddetçe eylemi yadsıyorlar. Ama bunun karşısında, kaçınılmazlığa, dolayısıyla yenilginin devrimcilerine dikkati çeken yoldaşlar, her eylem devrimi teşvik edişini ve bunun için koşul nedir sorusunu “üvey evlat gibi” ele alıyorlar.

“Komünizm”in 15/16. sayısında (Sf. 480) yoldaş Revai şöyle yazıyor: “Ya Mart eylemi bir ‘Bakunist darbe’dir, dolayısıyla bir çözülme işaretidir, dolayısıyla parti, nesnel olarak kurtarılamaz. Çünkü devrimci bir parti için maddi temel yok olmuştur, ama ya da parti, ‘kurtarıla’bilir. Bu durumda Mart yenilgisi ‘çözülme işareti’ değildir, Mart eylemi ‘Bakunist darbe’ de değildir. Ya (böyle) ya (öyle)”. Bu tespit, kitle partisi eylemi ve darbe kavramlarını birbirinden ayırdığı derecede -çünkü devrimci kitle partisi sadece kabarmanın ve güçlü akışın ürünü, buna karşın darbe az sayıda devrimcinin yığınları kazanma olasılığına umutsuzluğun ifadesi olarak sadece devrimin akamete uğratılmasının ürünü olabilir- tabii ki doğrudur. Ama ya böyle ya öyle ile cevaplayan sorunun bizzat kendisi oldukça doktriner konmuştur.

Kitle eyleminin asla darbe olarak tanımlanamayacağı sorunu değil, bilakis bu eylemin hiçbir zaman devrimci gelişme üzerinde engelleyici etkide bulunabileceği sorunu en önemli sorun değildir. Ama sorun böyle konursa, o zaman yoldaş Revai’nin anlayışına karşı gelinmelidir. Çünkü, devrimci parti tarafından girişildiğinden dolayı her eylemin zorunlu olarak devrimci etkide bulunması gerektiği savı, proletaryada tehlikeli hayallere neden olabilir ve eski revizyonist cümlenin zıddına keza antimarksist bir dönüşümü anlamına gelebilir: “Hareket hiçbir şey, nihai sonuç her şey”.

Oportünizme karşı mücadelede yoldaşların kolayca bir eylem fetişizmine kayabilmeleri anlaşılır. Ama muhtemelen Komünist Enternasyonal’in III. Kongresi partide oportünizmi nihai olarak tasfiye edeceği için, tartışma daha şimdiden eylemin devrimci etkisi için koşulların bu sorununun araştırılması üzerine yoğunlaştırılmalıdır, yoğunlaştırılmak zorundadır.

Öznel yanıyla ilgili olarak, devrimin süreci, proletaryanın bilinçlenmesinden ibarettir. Devrimci idrak, proletaryanın, hakim sınıfın direncini kırmak için nicel ve nitel yeterli olan bir kısmını kapsamışsa, bu büyüme (tabii ki komünist partinin önderliğinde) iktidarı ele geçirmeye dönüşür. Sonuncusu sadece bir bilinçlenme süreci sorunudur.

Öyleyse, bir eylem devrimi ne zaman teşvik eder sorunu, sadece, bu eylem bu idrak sürecini teşvik ediyor mu veya engelliyor mu sorunudur. Sonuncusu (idrak süreci-çn) sadece, dış işaretleriyle (belirtileriyle-çn) algılanabilir. Partinin nicel büyümesi, artırılmış vurucu güç, nitel büyüme, disiplinin, tecrübe kompleksinin artırılışı, örgüt sorunlarının açıklığa kavuşturulması, parti ve sınıf arasındaki iç ilişki, partiye ait olmayan büyük yığınların radikalleştirilmesi -bilinçlenme sürecinin bu emarelerinden, ister aynı zamanda veya sırayla, aynı yönde veya birbiriyle çelişkili görünsünler- sadece ve sadece devrimin büyümesi görülür.

Yani eylem idrak sürecini, yani devrimci gelişmeyi teşvik etmeliyse, onun sonucu nihai olarak -devrim zafer veya yenilgi ile sonuçlanmış olsun, kitle partileri veya küçük gruplar tarafından yürütülmüş olsun- kendini böylesi emarelerin açığa çıkmasında göstermelidir. Yenilgiden sonra nicel veya bizzat nitel zayıflama (örneğin parti disiplininin gevşemesi) ortaya çıksa da, bu hasarlar, yerini, nihai olarak idrak sürecinin teşvikine bırakmak zorundadır, yani kendini yeni daha güçlü büyüme emarelerinde göstermelidir. Sürecin kendisi diyalektik olduğu için bu emareler de, birbirlerinin yerini alacaklardır, birbirlerini tamamlayacaklardır, ama bir bütün olarak inişli-çıkışlı artacaklardır. Öyleyse eylem, bu etkiyi ne ile sağlayabilir? Eylem, ister yığınların kendiliğindenci ve kendiliğindenci-gerçekleştirilmemiş kalkışması olsun, isterse o, partinin yalıtılmış bir hareketi veya nihayet bu her iki türün kaynaşması olsun, bilinçli veya bilinçsiz bir düşüncenin gerçekleştirilmesidir, soyut bir tasavvurun somutlaştırılmasıdır. Eylemin kriterini tehlike değil, bilakis, yığınları, o zamana kadar sadece düşüncede var olmuş olan yolda harekete geçirmek oluşturmaktadır. Böylece eylem, ajitasyonun zorunlu bütünlemesi olur. Ajitasyon, olasılıkları bilince çıkartır ve teorik olarak tanımlarken, eylem, onu gerçekleştiren ve fiilen kanıtlayandır.

Ajitasyon, proletaryada, nesnel devrimci duruma tekabül eden potansiyel (gizli var olan -çn) devrimci enerjiyi geliştirir, ama eylem, tam bilinçlenmenin iç engelleri, yani tasavvur edilenin imkânsızlığı karşısında korku -bu, tasavvur edilenin kısmen gerçekleşmesiyle kaybolurken, gizli enerjiyi kinetik (hareketi -çn) enerjiye dönüştürmek ve onu devrimci yönde harekete geçirmek zorundadır. Eylem bunda ne zaman başarılı olabilir ve olmalıdır sorusunun cevabı sadece şöyle olabilir: Parti eylemi sınıf bilinçli proletarya tarafından kendi eylemi olarak hissedildiğinde.

Ama bu amacın ulaşılmasında, doğrusu birbirinden zor ayrıştırılan iki yol göstermektedir: Ya eylem, kendiliğindenci olarak kitleden kaynaklanarak doğar; bu durumda parti onu, azami keskinleşmeye ve açıklığa doğru ilerletir veya o, partinin bir eylemidir; bu durumda eylem, derhal, sınıf içinde ideolojik olarak kök salabilmelidir. Bu, gerçekten devrimci ve dolayısıyla bizzat yenilgilerinde de yenilemez eylemin kriteridir. Onun kökleri, daha başlangıçtan önce ve hemen sonra proletarya içinde birleşmelidir, önderliği, başlangıçtan önce ve hemen sonra komünist partinin elinde olmalıdır.

İlk durumu ele alalım: parti, kendiliğindenci kitle eylemlerine önderlik ediyorsa, görevi, bu eylemleri şiddetlendirmektir. Parti, sadece mücadele eden sınışarın dinamik güçler dengesinin tahminine göre elde edilebilir olanı amaç edinmemelidir, bilakis müteakip, ileriye yönelik eylemin amaçlarını hemen dile getirmelidir. Bundan dolayı böylesi her bir eylem, az çok, partinin yenilgisiyle sonuçlanacaktır. Ama eylemin amacı ulaşılmaz, ama proletarya tarafından anlaşılır ise, parti, kitleden önde, ama ondan kopuk değilse, eylemin yapısı, sağlam ve düşünsel ve örgütsel çatlaklık değilse, işte ancak ve ancak bundan sonra bu yenilgi -o anda parti için ne anlamda zorunlu olursa olsunnihai olarak, proletaryanın devrimci isteğini artıracaktır ve böylece bir zaferi temsil edecektir. Ancak ve ancak bundan sonra partinin kendisi ve sınıf arasındaki bağı daha sağlam bağlayacak, partiye dayatılan illegalite nitel olarak güçlenecek, artan iktisadi ve siyasi baskı yığınları radikalleştirecektir. Böylesi yenilgilerden korkmak oportünizmdir, böylesi yenilgilerden kaçınabilme umudu, bir ütopyadır.

Anlatılan ilk durumda -parti önderliğinde kendiliğindenci kitle hareketleri- kendiliğindencilik durumu, partinin sınıf içinde kök salmışlığı için belli bir garantidir. Şimdi, ikinci durum sorunu cevaplandırılmalı: Nesnel devrimci duruma rağmen yığınların kendiliğindenciliği gerçekleşmezse, partinin görevi nedir? Ve bu durum esasen, ne ölçüde düşünülebilir?

Bir şey tespit edilmelidir; şayet -yukarıda açıkladığımız gibi aksini kabul etmemiz için bir neden yok- iktisat ve ideoloji arasındaki şimdiye kadarki ilişki esas itibarıyla var olmaya devam ederse, sonuç itibarıyla her gerçek devrimci durum, yığınların artırılmış kendiliğindenciliğine ve aktivitesine dönüşmelidir. Bu, hiç gerçekleşmiyorsa, o zaman, ister istemez -şayet kafamızı kuma sokmak politikası gütmek istemiyorsak- her türlü radikalleşmenin hiç olmamasından durumun gerçekte devrimci olmadığı veya daha doğrusu proletaryanın büyük kitlesi tarafından henüz böyle algılanmadığı sonucunu çıkartmak zorundayız.

Tabii ki bu, her devrimci durum kendini derhal devrimci ideolojide ifade edecektir anlamına gelmemelidir. Tam da menşevizmin, bahsedilen geciktirici ideolojik nüfuzu -örgüt biçimleri yığınları ne kadar çok kapsamına alırsa, etkisi de o derece büyük olur- kendiliğindenciliğin büyümesini engellemenin nedeni olur. Bu durumda partinin yalıtılmış bir eylemi, kendiliğindenciliğin yerini almak için değil, bilakis bu engellemenin aşılmasıyla kendiliğindenciliği oluşturmak için gerçekleştirilebilir.

Ama bu durumda eylemin başlangıç döneminde kendiliğindencilik kendini göstermediği, bundan dolayı hedef belirleme ve sloganlar için kriter olmadığı ve parti için, sınıftan kopma veya onun içinde kök salmama tehlikesi baş göstereceği için, böylesi bir yalıtılmış eylemden önce mevcut durumun tam bir analizi gereklidir. Her şeyden önce -kendiliğindencilik henüz yoksa da- bunun için emareler proletaryada görülebilir olmalıdır. Tam da menşevizm vasıtasıyla devrimci ideolojinin engelleme derecesi hesaplanamaz olduğu için devrimci durumun tahmini asla, sadece nesnel teorik-iktisadi bakış açılarına göre değil, bilakis yığınların gerçekleşmiş radikalleşmesinin gerçek mevcut öznel emarelerine göre de yapılmalıdır.

Ama radikalleşmenin bu emaresi de tam araştırılmalıdır.

Çünkü komünist partisi ne olmak zorundaysa, daima o olmalıdır; yani bütün proletaryanın devrimci seçkini. Öyleyse sadece partinin radikalleşmesi onun eylem için iradesi eylem için yeterli bir önkoşul olabilir. Ama parti, genel anlamda, zamansal ve yerel durumların belirlemesinden dolayı, bütün proletaryanın bu ideal temsilcisi değildir. Burjuvazinin siyasi ve iktisadi baskısı proletaryanın bütün kesimlerini aynı zamanda ve aynı derecede yoksullaştırmadığından sınıfın öncüsü de her zaman, esasen belli iktisadi bölgelerde ikamet ederler ve belki, tam da devrimcileşmiş işçi tabakalarının mensuplarını kapsamına alır. Bu görüngü kaçınılmazdır, bundan dolayı da her türlü değerlendirmenin ötesindedir. Ama buna rağmen bu görüngü, partinin devrimci iradesinin tahmininde dikkate alınmalıdır. Çünkü, partinin, önce yalıtılmış eyleminin proletaryada kök salabilmesi için, onun amaçları...bundan dolayı parti, sadece üyelerinin iradesinden hareketle, onların radikalizminden hüsrana uğrayarak kendi amaçlarını yığınların amaçlarıyla karıştırmaktan kaçınmalıdır. Parti, bu durumu dikkate almazsa, her türlü eylemlerde, kolayca sınıftan kopabilir; kendiliğindenciliği uyandırmada ise başarılı olmaz.

Nihayet, yığınların kendiliğindenciliğinin biçimleri bugün onları (yığınları -çn) çevreleyen menşevik kitle örgütlerinin biçimlerine uymuş oldukları ve bundan dolayı dışsal olarak değişmiş olmaları gerektiği dikkate alınmalıdır. Katışıksız kendiliğindencilik, devrimci itici güçlerin orijinal, biçimsiz kışkırtması sürekli daha çok kaybolmalı ve örgüt sağlamlığıyla tutulmuş, yığınların devrimci olmayan biçimlere preslenmiş bir hareketine yerini bırakmalıdır. Dolayısıyla partinin, kendiliğindencilik sorunuyla olan ilişkisi de değişmelidir. Sonuncusu (kendiliğindencilik-çn) örgütler içinde uyandırılmalı, buna karşın örgütler dışında yürütülmelidir. Yoldaş Lukacs’ın, bu cinsten kendiliğindencilik, örgütlerin ve önderlerinin müsaade ettiklerinden öteye ilerletilemez (biçimdeki) korkusu, temelsizdir. Bu örgütlerin yığınlar ile bağları, tabii ki, kapsamlıdır ve güçlüdür, ama sadece gerçek ve kurudur. Çünkü        şayet, bundan dolayı komünist partisi, eylemini, kendiliğindenciliğin bu değişmiş biçimi üzerine kurarsa, o örgütlerin her “eylemi”ni gerçek devrimci eylemlere dönüştürürse, böylece kitle aktivitesinin en büyük engelini, menşevik örgütleri proletaryadan yalıtır.

Bu, eylemin temel koşullarından bazılarıdır. Şimdi, bu koşullar olmadığı halde, parti, belli zorunluluklardan dolayı eyleme zorlanırsa ne yapılmalıdır sorusuna gelelim. Bu provokasyon sorunudur.

Marks’a dayanarak, parti provokasyonlardan kaçınmamalıdır (gibi) genel açıklama yapan yoldaşlar, Marksizmin en temel ilkesi karşısında -soyut geçerli, mutlak gerçek tarihsel yasalar yoktur- suç işliyorlar. Provokasyon sorunu da somut-tarihseldir ve devrimci strateji açısından ele alınmalıdır.

Hörsing’in provokasyonu gibi durumlar, önceden görülmeyen durumlar olarak görülmemelidir. Proletaryanın büyük yığınları devrimci dalganın kapsamına ne kadar çok girerlerse, yeni bir büyümenin işaretleri kendilerini ne kadar çok gösterirlerse, eylemi, çok vakitsiz, bütün olasılıklarının azami ölçüsünü henüz içermeyen vuruşa sebebiyet vermek için bilinçli provokasyon ve en azından eyleme zorlamayı görme olanağını karşı devrime daha çok verir. Tam da bundan dolayı “en yüksek ilke”, provokasyonu kabul etmek olamaz. Burada, esas itibarıyla, en yüksek bir ilke varsa, o da, devrimci maksada uygunluğun görüş açısıdır. Ve bu görüş açısı da, provokasyonu mümkün olduğunca reddetmeyi gerekli kılar.

Sadece iki durumda mutlak kabul gereklidir:

1-Provokasyon, sadece, partiye ve böylece dolaylı olarak sınıfa değil, bilakis ona doğrudan saldırıyorsa, yani partiye vuruş, proletarya tarafından kendine vuruş olarak algılanıyorsa. Bu durumda -esasen, parti ve sınıfın bir bütünlük olarak birbirine karıştığı eylemlerde olduğu gibi- yenilgi de kendini devrimci niteliğin yükselmesinde ifade eder.

2-Provokasyon, partinin varlığını tehdit ederse. Bu durumda parti, yığınlar tarafından terk edilse de ve böylece onun savunması umutsuzluk mücadelesinin damgasını taşısa da, mücadeleyi kabul etmek zorundadır.

Ama provokasyonun bu iki ölçüsü verili değilse ve eylemin, yukarıda belirtilen koşulları da yoksa, ‘devrimci onur’unki de olsa, hiçbir görüş açısı, partiyi mücadeleye itmemelidir. Komünist partisinin en yüksek onuru, her durumda devrimi, nesnel olası olduğunca ilerletmektir. Kahramanlık ve fedakarlık, devrimci bir partinin zorunlu nitelikleridir. Ama bu niteliklerin, sınıf ve öncü ilişkisini daha içsel şekillendirebilmeleri için proletarya, partinin bu fedakarlığında, bu kahramanlıkta kendininkini görmek zorundadır.

Provokasyon sorunu bizi nihayet son önemli bir probleme götürüyor; bu, eylemin amacına ve dolayısıyla koşuluna değinen problemdir; eylem vasıtasıyla, henüz mevcut olmayan nesnel devrimci durumu yaratma olasılığı.

Devrimin gelişmesi, sadece, kapitalizmin, yani nesnel durumun temel faktörünün çürümesinin mekanik bir değiştirilmesi ve sadece bunun sonucu olarak proletaryanın öznel güçlerinin artışı olsaydı, eylem ile, yani irade güçlerinin harekete geçirilmesiyle nesnel durumu etkilemek istemek bir hayal olurdu. Ve oportünistler de, haklı olarak, “karşıdevrimi kışkırtma”mayı tavsiye ederlerdi. Esasen, safi nesnel devrimci durum yoktur. Bu durum, öznel olan, proletaryanın iradesi onu değiştirmek için en azından saklı olarak var olduğundan dolayı devrimci olarak karakterize ediliyor, kendi sıçramalı değişimi için özü kendi içinde taşıdığından dolayı öyle kabul ediliyor. Bundan dolayı, durumun nesnelliği, öznelliğine bağlı olduğu gibi, öznelliği ve nesnelliğine bağlı. Bu nedenle onlar, birbirlerini etkiliyorlar ve diyalektik karşılıklı etkilenme içinde keskinleşiyorlar. Nasıl ki, kapitalist çöküş kavramı anlamını, ancak, ona neden (çöküşe neden -çn) olan proletaryanın iradesiyle alıyorsa, nasıl ki, nesnel krizin, iktisadi düzenin şekillenmesinin, üretimin engellenmesinin devrimci işçi hareketinin sadece nedeni değil, aynı zamanda sonucu olduğunu her gün görüyorsak eylem de, bu sürecin bir parçası olarak, kapitalizmin nesnel zorluklarını güçlendirmelidir ve böylece devrimci durumlara sebebiyet vermelidir. -Ama sadece bir durumda; yani o (devrimci durum -çn) gerçekten o sürecin zorunlu organik bir kısmıysa, yani yukarıda analiz edilen ön koşullar var iseler.

Bu ön koşullar olmaksızın parti, sadece ve sadece, karşıdevrimi kışkırtmak amacıyla eylem yaparsa, bu, devrimin diyalektik sürecinde zorunlu olarak temellendirilen ‘provokasyon olmaz ve devrimin muhtemel yenilgisi, sadece, karşıdevrimin, devrimci güçlerin gerçek artırılışına tekabül eden artırılışına (ve böylece iç zayıflama) değil, bilakis sadece, partinin nesnel gelişme dirençlerinin yükseltilmesine, yani devrimci hareketin kösteklenmesine neden olur.

Tabii ki, sürekli yeniden devrimcileştiren etkisiyle kapitalizmin devasa krizi içinde devrimin böyle gerçekten bir gerilemesi, partinin nihai ölümü anlamına gelmeyeceği, yani bu durumda da eski toplumsal itici güçlerin hareketi ve böylece partiyi de yeniden canlandıracağı, tabii ki, sadece bundan dolayı partinin taktiğinin bu durumda tehlikeli ve yanlış olmayacağı anlamına gelmez.

Devrimci gelişmeyi, kendi öznel güçlerini harekete geçirerek teşvik etmek, partinin temel görevi olması için muhtemel yanlış taktiğe rağmen, (bu taktiği) takip eden devrimin yeniden canlanması, bu taktik için bir kanıt olamaz         

Öyleyse saldırı politikası, devrimci gelişme aşamasından kaynaklanan taktik bir problemin çözümüdür. O, devrimci sürecin organik bir bölümüdür ve bundan dolayı, soyut şemalara göre değil, bilakis sadece somut tarihsel koşullara göre değerlendirilir. Bütün öznel güçlerin devrimci bir amaca azami konsantrasyonu olarak saldırı politikası, bu konsantrasyonun yönüne göre devrimci gelişmeyi belirleyici teşvik edilebilir, ama belirleyici köstekleyebilir de. Bunun ölçüsü, eylemin soyut kavramında mevcut değildir, bilakis sadece onun somutluğunda, onun tarihsel-özgül koşullarında ve ön koşullarında mevcuttur. Saldırı politikası bunun üzerine, verili durumun taktik problemine uyumlu -ve böylece nesnel mevcut durumun zorunlu öznel tamamlanması- olarak inşa edilirse, o, dünya proletaryasının ideolojik krizini çözmeye en yüksek derecede uygun olur. O, soyut-teorik olarak kavranırsa, ideolojiye, henüz nedeni olmayan etkilenmede bulunur veya...

Bu sorunda karara varmak ve devrimci saldırı eyleminin tam özünü tespit etmek, Komünist Enternasyonal’in bugünlerde toplanan 3. Dünya Kongresi’nin temel görevlerinden birisi olacaktır.

O zaman III. Enternasyonal, gelen zor, karara doğru keskinleşen devasa mücadelelere doğru sakin ve zaferden emin ilerleyebilir.

*Komünist Enternasyonal’in Güneydoğu Avrupa ülkeleri için dergisi, Sayı 21/22, Sf. 693-703, 15 Haziran 1921.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi