Marmaray Direnişi Ve Sendikal Tutum

Türkiye işçi sınıfı ve ezilen milyonların özellikle TEKEL direnişiyle birlikte gündemine giren 4/C karşıtı mücadelesi, TEKEL’in Ankara Kızılay’da yaktığı ateş, ördüğü dayanışma ağları, kendisiyle birlikte başlayan ve TEKEL direnişine paralel yürüyen işçi eylemleri komünistler bakımından da öncelikli gündem ve mücadele konusu oldu. TEKEL direnişi; yeni bir eylem tarzı olarak da değerlendirilebilir. İşçilerin alttan yukarıya doğru dayattığı irade; Türk-İş binasının etrafına kurulan direniş çadırları, 78 gün dişe diş yürütülen bir pratik... Burjuvazinin başkenti Ankara’nın orta yerine kurduğu karargahın hiç bu kadar kök salacağı, AKP hükümeti başta olmak üzere sermayeyi bu kadar tedirgin edeceği kimse tarafından öngörülmemişti. TEKEL direnişi işçi sınıfına iyice kötürümleşen sendikal anlayışı tartıştırma zeminini de hazırladı. Kendisiyle birlikte onlarca irili ufaklı direnişi tetikledi. Direnişlere militan bir soluk, devrimci nitelik kazandırdı.

Ankara’da gümbürdeyen TEKEL direnişinin yankısı Antep’te Çemen Tekstil, İzmir’de TARİŞ, İstanbul’da Esenyurt Belediye işçileri, itfaiye işçileri ve Marmaray işçilerinin direnişi olarak duyuldu. Tüm bu direnişlerin yazgısı sendikal hareketin içinde bulunduğu aczi de; gücü de gösterdi, gösteriyor. Marmaray direnişi bu bakından özenle değerlendirmelidir. Sınıf bilincinden uzak, örgütsüz işçi bölüklerinin her daim sermayenin açık sömürüsü altında bulunduklarının açık resmidir. Marmaray direnişi, işçi kitle örgütü olarak sendikaların gelişmekte olan işçi hareketine karşı duyarsızlığını, yabancılaşmasını, ücret sendikacılığına indirgenmiş maaşlı profesyonel sendikacılıkla; bu tipte sendikacılık anlayışını reddeden; yeni tipte bir sendikacılık arayışına yanıt olabilecek sendikacılığın çarpışması olarak da incelenebilir. Bu makalede hem Marmaray direnişinin içinde bilinç sıçraması yaşayan işçilerin gelişimini hem de bu direnişe, gelişime ve sendikal arayışa belirli oranlarda yanıt olabilecek sonuçlar çıkartan Tekstil-Sen’in pratiğine yakından bakacağız. Sürecin gelişimini analiz etmenin yanı sıra 77 günlük direnişin bütün sorumluluğunu üstlenen direniş komitesiyle bir yuvarlak masa toplantısı yaptık. Bu yazı o toplantının açığa çıkarttığı sonuçların üzerinden şekillendi. Marmaray projesi, İstanbul Boğazı’nı deniz altından birbirine bağlayacak dünyanın sayılı ulaşım projelerinden biri. Temelleri 2004 yılında atıldı. Kazı güzergahının hem Üsküdar hem de Yenikapı ayaklarında adeta yeni bir İstanbul bulundu. Ortaya çıkan tarihi eserlerin gün yüzüne çıkartılması için ekipler, 2007 yılından bu yana durmadan çalışıyor. Kazıyı yapan firmalar, bu işleri de taşeron firmalar üzerinden yapıyor. Marmaray direnişine imza atan işçiler, Yenikapı’daki kazı çalışmasını yürüten taşeron firmanın işçileri. Yenikapı şantiyesindeki koşullar bugün dünyanın pek çok yerinde rastlayabileceğimiz türden bir sömürünün alanı. Biraz yakından bakalım.

Sendikasız Örgütsüz Direnişler

Kapitalist sistemin neoliberal ekonomik programları işçi sınıfının kan ve can bedeli kazandığı onlarca irili ufaklı kazanımı gasp ederek derinleştiriliyor. Marmaray’da güvencesiz ve esnek çalışan, alabildiğine kuralsız ve sosyal haklardan mahrum bırakılan işçiler, aylarca, yıllarca emeklerinin karşılığını alamadan çalışmaya mahkum edildiler. Direnişe kadar son üç yıldır 1 lira zam alamadılar. Mesai ücretleri ödenmedi. Sigortaları tam olarak yatırılmadı. Yemekhane, servis ve daha onlarca sorunun içinde kazma salladılar. İstanbul’un orta yerinde bir utanç tablosu yaşandı. Sendikasız ve örgütsüz işçiler iş ve yaşam koşullarının düzeltilmesi için tam kez iş bıraktılar. Seslerini 2009 yılında yaptıkları 6 günlük direnişle duyurdular. Ancak; her seferinde patron tarafından ikna edilerek iş başı yaptırıldılar.

İlk Deneyimler

Burada işçilerin 17 kez direniş örgütleyen ve her seferinden yenilerek işbaşı yapmasına neden olan koşulları, şartları ve bunun nedenlerini sorgulamakta yarar var. Zira, sermayenin bilinçsiz ve örgütsüz işçileri sömürürken kullandığı ve sermaye açısından çok karakteristik bir plan devreye sokuluyor.

Yuvarlak masa toplantısına katılan geçmişinde uzun yıllar işverenlik de yapan Marmaray direnişçisi Halil Omat, patronun her seferinde ya din ya da hemşehricilik ilişkilerini devreye sokarak direnişleri kırdığını söyledi. Omat, işçilerin birbirini tanıması ve güvenmesiyle birlikte 2008’den sonra irili ufaklı direnişler başladığı belirtiyor: “Maaşlarımızı almadığımız için bir günlük, iki günlük direnişler oluyordu. Direnişlerin kırılma noktaları din sömürüsü üzerinden. İnsanların dini duygularını sömürüyorlardı. Dini kullanamadığı yerlerde hemşehricilik, böl-parçala-yönet taktiği kullanıldı. Gruplarına göre, illerine göre pay ederek yönetildi durum. Batmanlılara gitti, Batmanlılar benim adamım, Siirtlilere gitti, Siirtliler benim adamım, Urfalılara gitti, Urfalılar benim adamım dedi. Bu şekilde insanları böldü. Birini kullanmadıysa, diğerini mutlaka kullandı. Hep bir silahını devreye sokmuştur. 2009’da yaptığımız 6 günlük direnişte de ‘Biz iflas ediyoruz. Müslümanlığa yakışır mı bu!’ taktiğiyle kırdılar.”

İşçilerin kaderleri, bilinçleri, eylemleri; Türkiye’de sürüp giden diğer direniş ve mücadelelerle bağlantı kurmaları, Tekstil-Sen’in Marmaray direnişine müdahale etmesiyle değişti. Tekstil-Sen Marmaray direnişine ilk defa 2009 Eylülü’nde müdahale etti. 250 işçinin ücret alacakları için 26 Ağustos’ta başlattıkları ve 6 gün süren direnişinde Tekstil-Sen yöneticileri ve sendika avukatları

Eylül’de patronlarla görüştü. Görüşmede Tekstil-Sen’in o dönemki başkanı Ayşe Yumli Yeter de vardı. Yeter, taşeron firma patronuyla yaptığı görüşmede işçilerin taleplerini kabul ettirdi. İşçiler sendikanın ve örgütlü olmanın gücünü biraz da olsa hissettiler.

Burada dikkat çekici bir konuyu aktarmakta fayda var. Tekstil-Sen’in direnişe müdahalesinden önce işçiler 17 direnişin yenilgiye uğramasından bazı sonuçlar çıkartmışlar. Bir sendika ile ilişki kurmanın hem kendilerine hem de mücadelelerine öncülük etmesinin önemli olacağı sonucuna varmışlar. Direnişteki öncü işçilerden Osman Can, ilişkiye geçecek bir sendika araştırdıklarını ve Türk-İş’e bağlı Yol-İş sendikasıyla irtibata geçtiklerini belirtti. Ancak, Yol-İş sendikasının tavrı onların bu beklentisini ve umudunu kırmış. Çünkü sendika söz vermesine rağmen işçilerle ilgilenmemiş. İşçiler buna rağmen direnişi başlatmaya karar vermişler. Direniş basına yansıdıktan 6 gün sonra Yol-İş sendikasından birkaç kişi gelmiş. Ayaküstü bilgi almak istemiş; ancak işçi temsilcisi Osman Can, “arkadaşlar siz bizimle bugüne kadar ilgilenmediniz bu nedenle size bilgi vermek istemiyoruz; açıklama da yapmak istemiyoruz” diyerek Yol-İş yetkililerini göndermiş. Marmaray direnişinin patlak vermesinde, patronun 2010 yılı için önerdiği ‘1 liralık’ yevmiye artışının önemli payı bulunuyor. Direnişin bu aşamaya kadar gelmesinde Atılım gazetesinin de payı bulunuyor, zira direnişe başlamadan evvel işçiler gazeteyi ziyaret ederek ne yapacakları konusunu ilk olarak Atılım’a danıştılar. Yeni yılın ilk günlerinde 1 liralık zam teklifinin ardından işçiler, bu teklifin kendileriyle dalga geçmek anlamına geldiği fikrinde buluşarak güçlü bir direnişin örülmesinde hemfikir oldular. Ancak bu kez daha örgütlü ve bir sendikanın öncülüğünde direniş başlatmak istediler. Yol-İş Sendikası’nın ilgisiz tavrından sonra devreye Tekstil-Sen’i sokma kararı aldılar.

Tekstil-Sen Genel Sekreteri Beycan Taşkıran, Marmaray direnişine gelmeden önce onlarca direnişe imza attıklarını belirtiyor. Tekstil-­Sen üyesi olsun ya da olmasın bu alandaki direnişlerden çoğunlukla zaferle ayrıldıklarını belirten Taşkıran, yeni bir durumla karşı karşıya olduklarını söylüyor. İşçilerin kendilerini aradıktan sonra hızla bir durum değerlendirmesi yaptıklarını ve asrın projesi olarak tüm dünyaya ilan edilen Marmaray’a, buradaki sömürü düzenine seyirci kalamayacaklarını, sosyalist sendikacılar olarak duruma hızla müdahale ettiklerini dile getirdi.

Örgütlenme Toplantısı Ve Öncü Rol

Tekstil-Sen önce kendi yöneticilerinden oluşan bir bileşenle durum değerlendirmesi yaptı ve işçilere bir toplantı önerdi. Bu toplantı direnişi örgütleme toplantısı oldu. Ve hemen Tekstil­-Sen yöneticileri, ESP’den bir kişi ve 3’ü öncü işçiden oluşan bir direniş komitesi kuruldu. Nasıl bir yol çizileceği, direnişe kaç kişinin katılacağı, ne kadar süreceği, işçilerin eğitilmesi, eyleme sevk edilmesi, maddi olanakların yaratılması vb. konular masaya yatırıldı. 16 Ocak günü direnişin başladığı duyuruldu. Taşkıran, daha önce yaşadıkları kısa süreli ilişkinin, işçilerin Tekstil-Sen’i bir öncü olarak görmelerine yettiğini belirtiyor. Marmaray işçilerin bilinçli ve iradi bir tercihi olarak orada bulunmalarının önemli olduğunun altını çiziyor. İlk toplantıda yaptıkları değerlendirmenin bütün bir süreci yönetirken ne kadar isabetli değerlendirmeler olduğunu da belirtiyor. Taşkıran; “Üretimdeki parçalanma, taşeronluk sistemi, daha fazla kar için patronların her türlü sömürüyü devreye soktuğu süreçte Marmaray başka bir noktayı oluşturuyordu. Muhatabımız ihale sahibi Gama-Nurol Konsorsiyumu ve taşeronu Polat Deniz İnşaat değil, devletti. Burada Çalışma ve Ulaştırma Bakanlıkları, Demiryolları, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı (DLH) Genel Müdürlüğü muhatabımızdı. Bu nedenle direnişin ve mücadelenin hızla büyüyebileceğini öngördük.” diyor.

Günlük Ve Haftalık Plan Ve Yönetim

“Marmaray direnişinin tüm işçi sınıfı ve ezilenlerin gündemine girmesinde sendikanın ve işçilerin kararlı duruşu tartışılmaz; ancak gelişen sınıf hareketi de bu durumu kolaylaştırdı. Örneğin TEKEL direnişinin dördüncü gününde Ankara’da gerçekleştirilen ve yüzbinlerin katılımıyla yapılan Ankara mitingiyle eşzamanlı olarak başladı direniş, TEKEL direnişi militanlaştıkça Marmaray direnişi ve diğer direnişler de ona paralel militanlaştı. Örneğin Esenyurt Belediye işçilerinin Boğaz Köprüsü’nde yol kesme eylemi ile itfaiye işçilerinin İstanbul Büyükşehir belediyesine yürüyüşü de aynı döneme denk gelir. Bir anda Türkiye işçi sınıfında önemli bir kıpırdanma ve hareketlilik yaşandı. Bu durum aynı zamanda toplumun işçi eylemlerine bakışını pozitif yönde etkiledi ve TEKEL etrafında başlayan dayanışma ruhu yayılarak diğer direnişleri de kuşattı. Marmaray da bu süreçten etkilendi.

Tekstil Sen’in müdahalesiyle Marmaray direnişi artık daha örgütlü ve profesyonel bir hattan ilerler. İşçilerin önünde yürüyen ve kendisini sınıfına adayan bir sendika ve sendika önderleri vardır. İşçi öncüsüyle direnişi büyütmenin rotasına girmiştir. Tekstil Sen’in direnişçi işçilerle ilişkisini masaya yatırarak hem işçilerin sendikaya, hem sendikanın işçilere hem de işçilerin birbirleri arasındaki güven duygusunu nasıl geliştirdiğini anlamaya çalışalım. Sendikanın direnişle ilişkisi daha baştan itibaren bir yol gösteriyor. Sendika önderleri Marmaray direnişiyle içeriden bir ilişki kurdular. Tüm zamanlarını işçilerle geçirdiler. Ekmeğin ve bilginin, gücün ve özverinin paylaşıldığı bir profesyonel yoldaşlık ilişkisidir bu. Sürekli, ısrarlı, aynı havayı soluyan işçilerle, sendikanın kucaklaşmasından daha doğal ne olabilirdi ki!

Sendikacılar, direnişin daha ilk gününden itibaren disiplinli bir ilişkide bulundular. Her sabah günlük bir plan oluşturuldu. Bu planlar daha sonra geliştirilerek haftalık plana dönüştürüldü. Hangi gün, hangi saatte; nerede, ne yapılacağı, nasıl yapılacağı, kimin yapacağı ince ince hesaplandı. Bu planların güvenceye alınması sağlandı. Her sabah denetim toplantıları yapıldı. Bu toplantılar olabildiğince enerjik, hedefli ve bir amaca bağlı olarak yürütüldü. Toplantı yapmanın koşulları bulunmadığı koşullarda bile bu denetimler -ayaküstü görüşmelerle- yerine getirildi. Tam bir işçi disipliniyle yürütüldü bu süreç.

Güvenmek Kazanmaktır

Direnişin ayakta kalmasında güven duygusunun inşa edilmesinin hayati bir rolü bulunuyor. Direnişçi işçilerin açıklamaları bunun açık göstergesi.

Abdülhakim Koçmaz: Tekstil-Sen sendikası olmasaydı, biz taş çatlasa bir hafta ayakta durabilirdik. Bizi 77 gün ayakta tutan Tekstil-Sen’dir. Onlar olmasa biz aç, susuz kalırdık. Çaba gösterdiler, sendikaları ziyaret ettiler, bizi iki sefer Ankara’ya götürdüler. Başvurmadık yer kalmadı. Hepsi sendika sayesinde oldu. Yol-İş sendikası bunu yapmıyor, ama Tekstil-Sen yapıyor. Yol-İş o kadar güçlü iken niye hiçbir şey yapmıyor? Ya görevlerini yapsınlar, ya da istifa etsinler. Tekstil-Sen gibi, sağlam olacaklar, işçiye sahip çıkacaklar. Biz böyle bir sendika istiyoruz.

Şah Hüseyin Taşkın: Biz çok memnun kaldık. Şirket devamlı bizi dolandırıyordu. Her gün ayrı bir yalan söylüyordu. Teşekkür ediyoruz sendikaya. Beraber 77 gün mücadele ettik, ellerinden geldiğince bize yardımcı oldular. Hep bizimle beraberdiler.

Osman Can: Sendikaya sonsuz güvenimiz var. Biz direnişçiler olarak bu arkadaşları iyi tanıdık. Dürüst insanlar, sendikayı da dürüst bir şekilde yürütüyorlar. Bu sendikacıların yaptığını bize kalsa 60 direnişçimiz yapamaz diye düşünüyorum. Çok iyi hareket ediyorlar. Nereye, nasıl adım atacaklarını iyi biliyorlar. Bizi iyi yönlendirdiler.

Halil Omat: Direnişin öncülüğü Tekstil-Sen yaptı. Yaparken de öğretici oldu. Eylemin ne olduğunu, nasıl yapılması gerektiğini öğretti. Devrimci sendikacılığın ne olduğunu öğretti. Devrimciliğin ne olduğunu arkadaşların çoğuna öğretti. Burası bir okul oldu.

Aramızdaki güven duygusu o kadar gelişti ki; gece 11-12’lere kadar birlikte olduk. Ekmeğimizi paylaştık onlarla, evimizi paylaştık. Ailevi konularımızı çok rahat konuşabildik. Sendika işçilerin birbirlerine güvenmelerini de sağladı, hatta bir numara rol oynadı. Burada insanların paylaşmayı ve birbirine güven duygusunu insanlara öğretti.

İşçi Demokrasisinin İşletilmesi

İşçi demokrasisinin işletilmesi konusunda sendikanın dikkatli ve özenli yaklaşımı da kilit noktalardan birisi oldu. Temel kural, bütün işçilerin karar süreçlerinden kendi fikirlerini ve önerilerini oluşturulan demokratik ortamda yansıtabilmesidir. İşçiler yapılan bütün toplantılarda fikirlerini bütün açıklığıyla net söyleme hakkına ve gücüne sahiptiler, doğru ya da yanlış denilmiyordu bu görüşlere; öneriler toplanıktan sonra yine kolektif akıl devreye sokuluyor ve önerilerin faydalı ve zararlı yanları eleştirilerek ayıklanıyordu. Tekstil-Sen’in; “şunu yapacaksınız”, “bu böyle olmalı”, “doğru budur” gibi peşin yargılar ve hükümler vermemesinin de payı büyük. İkna etme, etkileme yoluyla yaklaştı. Eylem kararlarını çoğunlukla işçinin iradesine bıraktı. Sendika işçinin düşüncesi ve eylemine öncülük etti. İşçilerin çıkış bulamadıkları koşullarda birikimlerini ve tüm tecrübelerini ortaya koydular. Ancak bu durumda bile demokratik kanalları açık tuttular ve böylesi anlarda da işçilerin ortak kararı olmasını özenle aradılar.

Bu yöntemin işçiler üzerindeki etkisi çok büyük. İşçilerin sendikaya güven duyması daha çok buradan kaynaklanıyor. Her iki taraftan bakıldığında bir birini tamamlayan açıklamalar da bunu doğruluyor. Halil Omat işçi demokrasisinin direnişteki rolünü şöyle anlatıyor: Müthiş derecede güven duygusu vermesi bu nedenledir. İşçinin bireysel olarak düşüncesini alması, “senin kararın ne?” diye sormasıdır. İnsanlar kendi kararlarını kendisi veriyordu. Biz bir öneriyi gündemimize aldığımız zaman, çözüme kadar tartıştık. Sendika hiçbir zaman dayatmacı olmadı. Tamamen işçinin özgür iradesine bırakılan işgaller gerçekleşti örneğin.

Aynı konuyu sendika cephesinden de Genel Başkan Engin Gül değerlendiriyor: Biz devrimci sendikacılarız, sosyalist sendikacılarız. İşçi demokrasisini sözde değil, hayatın içinde, pratiğin içinde yaşam buldurmaya çalışıyoruz. Marmaray bizim için de çok öğretici bir süreç oldu sendika olarak. Yıllardır havzalarda, tekstil atölyelerinde, tekstil fabrikalarında yürüttüğümüz onlarca direniş vardı. Buralardan bir şeyler öğrenerek geldik Marmaray sürecine. İşçi arkadaşlarla ilişkimizin gelişkin olmasının iki nedeni var. Birincisi işçi demokrasisini hayata geçirmemiz oldu. İkincisi de sınıf sendikacılığını pratik olarak hayata geçiriyor olmamız. İşveren karşısında, polis karşısında takındığımız tutumlar, muhatap olduğumuz bütün durumlarda tavrımızın, duruşumuzun net olmasıdır. Bu karşılıklıdır. Bizim sağlam durmamızın yanında, Marmaray işçisinin gerçekten çok yiğitçe arkamızda durması, bizi sahiplenmesi vardır. Polisin, valinin, işverenin karşısında; sendikaya yönelik saldırılara karşı bizi sahiplendiler.

Hazır Reçeteler Çöpe

Emek hareketinin yükselen ivmesi aynı zamanda sınıf mücadelesinin de keskinleşmesi demek. TEKEL’le yükselen ivme militan bir direnişler zinciri de yarattı. Sendika Başkanı Gül, Marmaray direnişinin kendilerine; öncünün sağlam ve kararlı durduğunda, şablonculuktan uzak, direnişin kendi özel durumuna ilişkin politikalar geliştirebildiğinde işçi sınıfının üstesinden gelemeyeceği zorluğun olmadığını gösterdiğini belirtti.

Bu aşamada taktik önderliğin bu tipteki direnişlerde tuttuğu yere özel olarak değinmek gerekiyor. Tekstil-Sen Genel Sekreteri Beycan Taşkıran’ı dinleyelim: Biz kendimizi eğittik burada. Direnişi dışarıdan değil, içeriden yönetmeye çalıştık. Üç kişi sürekli oradaydık. Neler oluyor, neler gelişiyor, eğilimler ne? Oranın nabzını tuttuk. Bu eğilimlere hangi biçimde hangi adımlarla yanıt verebiliriz? Böyle başarılı olduk. Geleneksel sendikacıların yaptığı gibi, bürolarında oturup direniş yönetmek değil, sadece gazetelere demeç vererek olmayacağını biliyorduk. Bizim tarihimiz zaten böyle. Ama burada her gün her dakika tartışarak, gelişebilen her soruna, ya da bizi ilerletebilecek her şeyden faydalanmaya çalıştık. Bir de direnişçi işçilerin 55-60 yaşında olması çok özgün bir durumdur aslında. Direnmenin yaşı yoktur. Marmaray işçileri bunu bir kez daha göstermiştir.

Bütün bu süreç içerisinde Ezilenlerin Sosyalist Partisi de, bazen direnişin önünde, bazen içinde, bazen sendikayla birlikte, ama hep işçilerin yanında oldu. ESP’li Havali Mengi de direnişle ilişkilerini şöyle anlatıyor: Biz bu işçi direnişini işçi ve emekçilerin direnişi olarak gördük ve oradan ilişkilendik. Partimizin sosyalist dünya görüşü ve işçi sınıfını esas alan politikaları gereği ilişkilenmemiz gerektiğini düşündük. Bu süreç içerisinde ESP tüm olanaklarını sundu işçilere. Direnişi semtlere taşımak, maddi olanaklarını güçlendirmek. Direnişin duyurulması, büyütülmesi için girişimlerde bulunduk.

Toplum içerisinde bulunan sosyalistlere, komünistlere ön yargıları onlar da taşıyordu. Direniş sonucunda yaptığımız sohbetlerde çok net ifade ettiler. Biz bugüne kadar anlatılanların ne kadar yanlış olduğunu gördük. Siz de bizim gibi yaşıyorsunuz, bizden birisiniz. Sizin istediğiniz şey, esasında bizim de istediğimiz şeyler. Hepimiz daha insani koşullarda yaşamak, daha iyi ücret almak, baskının sömürünün olmadığı yaşam özlemi onların da özlemi. Bizim kurmak istediğimiz düzen böylece onların kendi pratikleriyle çakışmış oldu. Kendilerine uzak gördükleri sosyalist partilere yakınlaştılar. ESP’nin etkinliklerine destek verdiler.

Biz De Beş Vakit Komünist Olduk

Halil Omat TEKEL direnişinde işçilerin “Beş vakit komünist olduk” sözünün kendileri için de geçerli olduğunu belitti. Direniş sürecinde 18 yıl imamlık yapmış bir işçinin komünizme karşı bakışının tersine döndüğünü anlattı. Sınıf mücadelesinde din olgusunun egemen ideoloji tarafından kendilerini sömürmek için kullanılan bir araç olduğunun farkına vardığını belirtti: “Bazen bayan arkadaşlarımızla tokalaşmazlardı. Buradaki mücadelenin ibadetleriyle ilgisi olmadığını öğrendiler. Beş vakit komünist olma tezi bizim burada da geçerli.”

Halil Omat maddi sorunların aşılmasında da sendikanın çok önemli rolü olduğunu dile getirdi: Yeri geldi durumu iyi olmayan arkadaşlara ekmek parası verildi, yeri geldi yol parası verildi. Biraz daha kendi kendini idare eden arkadaşlar, hiçbir zaman yük olmamaya çalıştı. Ama, buradaki masrafların karşılanmasındaki en büyük etken Tekstil-Sen’in becerisi ve başarısıdır.

Tüm yaşanan mali sorunların aşılmasında ve direnişin büyütülmesine kilitlenen sendika, onlarca işçiyi iki kez kendi imkanlarıyla Ankara’ya götürüp getirdi. Bu çok kritik bir taktik hamle olarak dikkat çekti. İstanbul’un orta yerinde direnen işçi sınıfının bir bölüğü, Ankara’da direniş ateşini körükleyen TEKEL işçileriyle buluştu. O buluşmanın kattığı moral, sınıf kardeşlerinden aldıkları güç, 77 günlük direnişte belki de gizli bir başrol oynadı. Halil Omat’ın anlatımları TEKEL’in sarsıcı gücünü gösteriyor: Ankara’ya giderken, 40 kişi liste yaptık. Ama 30 kişiyi zor götürdük. Eylem tecrübesi yoktu. Orada direngenliği gören arkadaşlar, Ankara’dan çıkarken, kalalım demeye başladılar. İkinci seferde sayıyı biraz daha yukarıya çıkardık. İnsanların ne için mücadele ettiğini daha net görebildik.

Ankara’da bakanlıkla, İstanbul’da valilikle muhatap olmak, işçilere özgüven aşılamış. Keza Tekel işçilerinin, kendilerine yurtdışından gelen bir miktar dayanışma fonunu Marmaray işçilerine aktarması da sınıf dayanışması bilincini ve özgüveni geliştirmiş.

İstanbul'un TEKEL’i Olabilirdi

Ankara’daki TEKEL direnişinin alttan yukarıya doğru herkesi içine çektiği koşullarda aynı şansı yakalama fırsatı Marmaray direnişçileri için de olabilirdi. Ankara’daki TEKEL’in yanında İstanbul’da Marmaray eylemin merkez üssü olarak konumlanabilirdi. Ancak ne yazık ki bu şans değerlendirilemedi. İşçiler direnişin sonunda bu halkayı yakalayamadıkları için pişman olduklarını belirtiyor. Direnişin daha fazla büyümemesinin bir yanını direniş cephesi oluşturuyor diğer yanını dayanışma cephesi oluşturuyor. Sorun daha çok dayanışma cephesinde kilitlenmiş görünüyor. İstanbul’da süren direnişlerin birleştirilmesi konusunda nispeten tutuk kalsalar da Marmaray işçileri direnişlerini en üst noktaya taşıdıkları konusunda bir şüphe duymuyor. Tekstil­-Sen İstanbul’daki direnişlerin birleştirilmesi konusunda bir dizi somut girişimde bulunmasına, hatta diğer mevzilerden bu konuda söz almasına rağmen bunlar hayat bulmuyor, direnişler kendi mecralarında sürüp gidiyor.

Önderlik Belirleyici Bir Pozisyondur

Genel Sekreter Taşkıran, o süreci özetlerken sendikal bürokrasinin sınırlarını ve direnişlere önderlik edenlerin belirleyici bir konumda olduklarını belirtti: O direnişlerin başında kimlerin olduğuyla ilgiliydi gerçekten. Önderlik belirleyicidir. Tekstil-Sen direnişlerin birleştirilmesiyle, sınıf mücadelesinin birleştirilmesiyle kazanılacağını bilince çıkarmış bir sendikadır. O nedenle Marmaray işçilerini Ankara’ya götürmüştür. Orada bir ateş yakılmıştır, o ateşin başında ısınmaya gitmiştir Marmaray işçileri. O sıcaklığı alarak daha üst boyutta örgütlemek için gitmiştir. Bunun ne kadar isabetli bir karar olduğunu da sınayarak gördük. Buraya o ateşi taşımak için çabamız oldu. Diğer direnişlerle ilişkilenmek için çabamız oldu, sendikaları defalarca aradık, eylemlerimize davet ettik. Ortak örgütlemeye çalıştık. Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu’nun ortak eylemine bile direnişçi işçiler getirilmedi. Israrımıza, tamam denmesine rağmen böyle olmamıştır. Zaten direnişlerin daralmasında da bu bakış açısının payı vardır. Kendi içine sıkışması, lokal direnişe dönüşmesi, diğer mevzilerle buluşamamasında önderliklerin özel bir rolü var. Yoksa tabanda bir sorun yok.

Siyasi Bilinç Taşıma

Kavgaya tutuşan, eylem içinde kendi sınıf gerçekliğiyle yüzleşen işçilerin ideolojik ve siyasi bağının güçlendirilmesi için profesyonel eğitimciler de devreye sokuldu. Direniş mevzisi aynı zamanda bir siyasi okul oldu. Sendika kendi verdiği eğitimlerle yetinmedi. Nazım Hikmet Marksist Bilimler Akademisi eğitmenlerinden Dr. İbrahim Okçuoğlu ve sendika uzmanı Volkan Yaraşır’ın katıldıkları eğitim seminerleri örgütledi. Eğitim seminerleri, direniş boyunca pratik olarak yaşananların sindirilmesine, ne anlama geldiğinin teorik olarak da kavratılmasına hizmet etti. Toparlayıcı, belirginleştirici bir rolü oldu. İşçilerin hem kendi sınıfsal bütünlüklerini, mücadele geleneğini fark etmesine yol açtı. Günlük gazetelerin okunması, günlük politikaların oluşturulması, işçi sınıfını ilgilendiriyor. Direniş sürerken günlük politika yapmak da önemli. Aynı zamanda aydınların işçi sınıfıyla daha yakından ilişkilenmesine de vesile oldu. Direniş içinde günlük politika yapma alışkanlığı ve refleksi kazanan işçilerin, aynı zamanda sınıf hareketinin yarattığı takvimsel süreçlere katılımını da doğallığında getirdi. İşçiler, mart ayının neredeyse tüm gündemlerine katılarak seslerini, renklerini, direnişlerini alanlarda da haykırdı. Marmaray direnişinde bilinçlenen işçiler, 8 Mart eylemlerine eşleriyle birlikte katıldı. Ama Newroz alanına çıkmalarının siyasi değeri çok daha yüksek oldu. Bunda, politikleşen işçilerin iradeleri olduğu kadar BDP İstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel’in işçileri yalnız bırakmaması da etkilidir. Genel hatlarıyla mücadelelerini “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” üzerine bina ettiklerini belirten Sendika Başkanı Engin Gül, bunun somut karşılığını Newroz’da yaşadıklarını dile getirdi. Kürt milletvekili Tuncel’in ziyaretleri, patronla görüşmeleri, Meclis’te sorunu gündemleştirmesi, aynı zamanda direniş mevzisindeki Türk işçiler üzerinde de etkili oldu. Diğer yandan direniş sürecinde Marmaray işçileri, ‘Dünya kent yoksulları buluşması’nda konut hakkı yürüyüşüne, Avrupa Sosyal Forumu’nun başlangıç yürüyüşüne vb. de katılarak sınıf dayanışmasını büyüttü.

İşgal Eyleminin Gücü

Marmaray işçileri direniş sürecinde çalınmadık kapı, başvurmadıkları eylem biçimi bırakmadı. Ancak bütün bu süreçte ilki 4 Mart 2010, ikincisi 17 Mart 2010 tarihleri olmak üzere iki kez gerçekleştirdikleri işgal eylemi en dikkat çekicilerindendi.

Sendika Genel Sekreteri Taşkıran: Direnişin farklı aşamaları var, sınıf mücadelesinin de farklı aşamaları var ve onun araçları da farklılaşır. İşgal kararı da böyle geldi. Bizi yok saydığı, görmezden geldiği bir anda bizi fark etmesine yol açmamız gerekiyordu. Bizim direnişi perçinlemek için de böyle bir adıma ihtiyacımız vardı. Sermayenin yasadışı gördüğü koşullarda işçilerin kendilerini meşru görmesi gerekiyordu. Kriz koşullarında zaten dünyada ve ülkemizde işçi sınıfı grev-işgal- direnişle krize yanıt veriyordu. O zaman Marmaray’da bunu ortaya koymak gerekiyordu. Farklı planlarımız vardı, ancak biz işgali önceye aldık. İşgalin bir amacı da içerideki işçileri etkilemek ve ‘dışarıdakiler bunları göze alıyor, biz ne yapacağız’ sorusunu sordurtmak istiyorduk. Birinci işgalin mantığı fark ettirmekti. Kamuoyunda tartışma, ilgi konusu haline getirmekti direnişi. İşgal rolünü oynadı. Kendini fark ettirdi. Ancak patron görüşmelerde sendikayı gerekçe göstererek anlaşmaya yanaşmadı.

İkincisinde ise durum farklıydı. İçerideki işçileri kazanmaya, onları taraf kılmaya, aynı zamanda bu kazanımlardan kendilerinin de yararlanması için, dışarıdaki işçi arkadaşlarımızın da içeriye girmesi için ikna ettik. İkincisinde önemli bir şey oldu, içerideki işçi arkadaşlar üretimi durdurdu, dışarıdakiler içeri girer girmez. Sonuç alıcı şey budur dedik. 15 dakika kadar üretim durdu. Polis, müdahale etti. Kolluk güçleri her zaman sermayeyi kolluyor. Üretimi durduranlar üzerinde yoğun bir baskı oluşturdular. Yoksa arkadaşlar, alkışlarla işgale doğru yönlendiler, ama polis önlerini kesti. Çok soğuk bir havada saat kadar işgal gerçekleşti. Gama-Nurol yetkilileri, müze yetkilileri devreye girmek zorunda kaldı. Yine üst düzey polis yetkilileri, bu işin farklı bir boyutuyla muhatap oldu. DLH yetkilileri devreye girmek zorunda kaldı. İşçi arkadaşlarımızın kararlılığı görüldü. Biz zaten bunu göstermek istiyorduk. İşimize dönmek istiyoruz, bunu göstermek istiyorduk. Bir söz verildi, ancak yine arkasında durulmadı. Aynı zamanda işçi arkadaşlarımızdaki değişimi de gördüler. Onlar artık bilinçli. İçeriye girdiklerinde içeriyi etkileyip dönüştürebildiklerini gördüler. Örgütlü bir mücadeleyi başlatacak bir konumdaydılar. Sermaye bir sınıf tavrı alarak bunu engelledi. Bu yüzden alacaklarını ödeyerek iş başı yapma talebine ayak dirediler.

İşkolu Dışında Sendika Üyeliği

Tekstil-Sen, Marmaray direnişinde bir ilke de imza attı. Türkiye’de işçiler, ilk kez işkolları dışında bir sendikada örgütlendiler. Bu Tekstil-Sen’in yarattığı özel bir başarıdır. Tekstil-Sen, 7 yıllık tarihinde devletin çizgisindeki düzen sendikacılığında gedikler açarak yürüdü. Sermayenin dayattığı sınırları hep zorlayan ve alan genişleten bir yürüyüş ve mücadele kolu oluşturdu. Nasıl ki tekstil işkolunda “sigortasız işçiyi sendikalı yapamazsınız” dayatmasına karşı, işçileri fiili üye yaparak mücadele yürüttüyse; bugün de işkolu dayatmasına karşı, fiili meşru mücadele hattını kullanarak kendi kurallarını koyuyor.

Sendikanın Genel Başkanı Engin Gül, bu özel durumu değerlendirirken “sendikal hareketin yaşadığı arayışa bir yanıt verdiklerini” belirtiyor. Pek çok açıdan haklı bir değerlendirme. Zira gelişen ve hareketlenen sınıf hareketi, tabanda biriken bir öfke var. Bunun dışavurumunu son dönemdeki işçi direnişlerine bakarak görebiliriz. TEKEL’de, Marmaray’da, diğer direnişlerde görebiliriz. Sınıfın bu öfkesi, gittikçe militanlaşan tutumuna; kavga isteğine günümüzdeki sendikaların ve sendikal anlayışın cevap vermesi düşünülemez. Bunu TEKEL’de de gördük. Gelinen aşamada sendikaların yaşadığı açmaza, işçi sınıfı ve ezilenlere yabancılaşmasına bugün itibariyle Tekstil-Sen’in ortaya koyduğu pratik aslında bir yanıttır. Yeni bir sendikal anlayışın tohumlarını atmaktadır.

Sermayenin işçi sınıfını parçalamak ve kötürümleştirmek için yasalaştırdığı işkolu uygulaması ve işçilerin kendi işkollarının dışında bir sendikaya üye olma engeline de bir darbe vurulmuştur. Tekstil Sen’in Marmaray direnişine yaptığı müdahalenin en önemli sonuçlarından biri de kuşkusuz budur. Bu adım, işkolu sınırlarını aşan sendikaların kurulup kurulamayacağı sorusunu sendikal hareketin gündemine sokmuştur.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi