Yürünmemiş Yolu Yürümek: Suphilerin Anadolu’ya Gelişi

“Eski cihan, yeni cihan önünde eğil! / Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil / Her ne yapsan varacağız emelimize! / Karadeniz bunu duysun derinliklerin: / O ateşli göğüsleri delen hançerin/ Kabzasını alacağız biz elimize!”

Nâzım Hikmet

TKP'nin kurucu önderi Mustafa Suphi ve Merkez Komitesi üyelerinin de aralarında bulunduğu 15'lerin katledilmesiyle sonlanan 'dönüş'le ilgili pek çok görüş açıklandı, değerlendirmeler yapıldı. Antisömürgeci savaşa katılmak ve toplumsal devrimi hazırlamak için, Kuruluş Kongresi'nde alınan ve TKP önderliğince pratikleştirilen bu kararın oluşma sürecini ve gerekçelerini yansıtan belgeler ışığında, olguları daha geniş bir okur kitlesine sunmak, tarih bilinci bakımından taşıyacağı anlam kadar, 28-29 Ocak şehitlerinin anılarına ve amaçlarına saygının ve bağlılığın biçimlerinden biri olarak kabul edilebilir.

Mustafa Suphi Ve TKP’nin Kuruluşu

35 yıllık ömrünü, Karadeniz'de 'sonsuzluğa bir bayrak gibi diken' M. Suphi, Giresun'da doğdu. Anne-babası ezen sınıflara mensuptu. Hakkında Arnavut olduğu yolunda söylentiler çıkmışsa da, TKP kurucu Merkez Komitesi üyelerinden Süleyman Nuri, Suphi'nin Çerkez halkından olduğunu yazar. Kudüs, Şam ve Erzurum'daki öğrencilik yaşamı, İstanbul'da hukuk eğitimini tamamlamasının ardından, Paris'te siyasal bilgiler okulu mezuniyetiyle, 1910'da son bulur. Paris'te okurken Tanin gazetesi için muhabirlik yapar. İstanbul'a dönüşünden sonra ise ekonomi-politik öğretmenliğinden başka Tanin, Servet-i Fünun ve Hak gazetelerinde yazılar yazar.

İttihat ve Terakki'nin burjuva ilerici bir hareket olduğu yıllarda onun saflarında yer alan Mustafa Suphi, amaçlarından koptuğu düşüncesiyle İttihat ve Terakki'den uzaklaşmakla kalmamış, ona gazetelerden eleştiriler de yöneltmiştir. 1912'de oluşturulan Milli Meşrutiyet Fırkası'na kurucu olarak katılışı ve partinin yayın organı İtham gazetesini yönetmesi, İttihat ve Terakki karşısındaki duruşunun en açık ifadesidir.

Haziran 1913'teki Memduh Şevket Paşa suikastının ardından İttihat ve Terakki yönetimince ve başlatılan devlet terörü koşullarında, yüzlerce kişiyle birlikte Sinop'a sürgün edilen M. Suphi, Paris sürecinin etkisiyle, daha çok burjuva sosyalizmiyle beslenen Türk ulusalcısı görüşlere sahiptir. “Tarihi Vazife” başlıklı yazısında o dönemi şöyle tarif eder: “Bundan hemen on sene evvel bizler; hükümetçi veya köylü sosyalistler, minimalist (asgari) milliyetçiler, federalistler, hülasa (özetle) Türk gençliğinin mutasallut şoven İttihat ve Terakki siyasetine karşı ayaklanan kısmı, bir taraftan memleketi ve rençber (ırgat) halkı felakete sürükleyecek muharebelere(savaşlara) nihayet vermeye çalışırken, diğer taraftan Anadolu'ya hayat verecek medeni, inkılabi inkişaflara (devrimci açılımlara) zemin ve yol arıyorduk. Bu inkişaf (açılım) bizim fikrimizce dahilde Makedonyalıların, Arnavutların, Kürtlerin, Ermenilerin vs. medeniyet, muhtariyet (özerklik) ve hatta istiklallerine (bağımsızlıklarına) istidatleri (yetenekleri) derecesinde yol vererek hür milletlerin hür ittihadı (birleşmesi) halinde 'millitenasüt'ler (dayanışma) vücut bulacaksa, hariçten de Alman ve İngiliz emperyalizmden ziyade beynelmilel (uluslararası) amele hareketine istinat (dayanma, yaslanma) ile kuvvet alabilecekti.”(1)

Temmuz 1913'te Sinop'a sürgün edilen Mustafa Suphi, politik faaliyetlerini bir gazete çıkararak sürdürmek amacıyla dokuz arkadaşıyla birlikte firar edip, Mayıs 1914'te Kırım'a gider. Orada burjuva reformcu bir aydın olan ve “Tercüman” gazetesini çıkaran Gaspıralı İsmail'le ilişkilenir. Tercüman gazetesinde, Suphi ile yapılan geniş röportajda, birlikte Kırım'a gittiği arkadaşları hakkında şunları söylüyor:

“Bu siyasi şahıslar, 1908 yılı Jöntürk ihtilalinden sonra meydana getirilen çeşitli partilere ve derneklere girerek bu hükümetin iç ve dış politikasına karşı çıktılar; devrimi devam ettirmeye ve kökleştirmeye, ayrıca Türk halkının durumunu mümkün olduğu kadar iyileştirmeye azmettiler”(2)

İki ay sonra ise “İkbal” gazetesinde yazmak için Kafkaslar'a, Bakü'ye geçer. Bu gazetede yayımlanan ve Osmanlı Devleti'nin I. Emperyalist Paylaşım Savaşı'na katılmasına karşı çıkan “Türkiye'nin Maliyesi” başlıklı makalesinin çeşitli bölümleri, Kırım ve Kafkaslar'daki bütün önemli gazetelerde yer bulur.

Bu dönemde Rusya'dan siyasi iltica istediyse de, emperyalist paylaşım savaşının başlamasıyla, Çarlığın, önlem adı altında, “yabancı ve düşman kişiler” kategorisinde gördüğü insanları, önce Kaluga'ya, Alman ordusu Asya içlerine ilerleyince ise Ural'a sevk etmesiyle M. Suphi'nin Ekim Devrimi'yle sonlanacak sürgün dönemi başlar. Bu, aynı zamanda onun yaşamında Marksist devrimciliğe açılan yepyeni bir süreçtir. Sürgünde Bolşevikler ve Çarlığa karşı mücadele eden çeşitli devrimci gruplarla tanışan Mustafa Suphi, Marksizmi inceleme olanağına kavuştu. 1915'te RSDİP'e katıldı. Kaluga sürgününde iki binden fazla, Ural'aise741 kişi gönderilmişti. Bunlar, gittikleri yerlerde demir yolu yapımında, fabrika ve çiftliklerde çalıştırıldılar. 1917'de özgürlüğüne kavuşacağı güne değin, M. Suphi, Osmanlı Devleti'nin esir askerleri arasında Bolşeviklere bağlı devrimci çalışmalar yürüttü. Ekim'den sonra ise iç savaş yılları boyunca bir yandan Kırım ve Kafkaslar'daki Müslüman ve Türk halklar arasında Bolşevik Parti adına faaliyet yürütüp, Kızıl Ordu saflarında karşı devrimcilerle savaşırken, bir yandan da Komünist Fırkası'nın kurulması ve dönüş için hazırlık içinde oldu.

22 Temmuz 1918'de toplanan Türk Sosyalistleri Konferansı'nın başkanlığını yapan M. Suphi, Kasım 1918'de ise Sultan Galiyev'in başkanlık ettiği Müslüman Komisariyatı Kurultayı'nda delege olarak yer aldı. 18-23 Mart 1919'da toplanan SBKP(B) 8. Kongresi'ne katılarak konuşma yaptı. 19 Mart 1919'da ise III. Enternasyonal I. Kongresi'nde İsmail Hakkı ile birlikte delegeydi. Yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

“Şuna içtenlikle inanıyorum ki, Doğu'daki devrim, Batı'daki devrime yakından bağlıdır. Rus devrimi saflarında çalışan biz Türk devrimcileri, eminiz ki, Doğu devrimi yalnız Doğu'nun Avrupa emperyalizminden kurtuluşu için değil, Rus devriminin savunusu için de gereklidir.

Yoldaşlar, bilindiği gibi, Fransız-İngiliz kapitalizminin başı Avrupa'da ise gövdesi (midesi) Asya'nın geniş alanlarında bulunuyor. Ve biz Türk sosyalistleri için acil görev, Doğu'da kapitalizmin köklerini söküp atmaktır. Ancak bu yolla İngiliz-Fransız sistemini hammadde kaynaklarından yoksun kılabiliriz. Türkiye, İran, Hindistan, Çin ve diğerleri İngiliz-Fransız sanayilerine kapılarını kaparlarsa, hem Avrupa borsaları pazar olanaklarından yoksun kalır hem de kaçınılmaz bir krize yol açılmış olur ve bunun sonucu hâkimiyet, proletaryanın eline geçer ve sosyalist düzen kurulur.

(...)

Coğrafi konumu nedeniyle Asya ile Avrupa'yı birleştiren Türkiye, kapitalizmin doğrudan zulmü altında kalmış ve bu, gelecek dünya devrimi hareketinde şerefli bir görev yüklenmesini kaçınılmaz kılmıştır. Türk proletaryasının bütün gücüyle dünya sosyalist devrimini savunusuna ve gelişimine katılacağı güvenci içerisindeyiz”(3)

M. Suphi, 1 Eylül 1920'de Bakü'de toplanan I. Doğu Halkları Kurultayı'nda Başkanlık Kurulu üyeleri arasında yer aldı. Kurultay bildirgesi, Doğu halklarına şu çağrıyla bitiyordu:

“Doğu halkları! Birçok kereler hükümetlerinizin sizi kutsal savaşa çağırdığını işittiniz. Peygamberin yeşil bayrağı altında yürüdünüz; fakat bütün o kutsal savaşlar, aldatmacalar ve yalanlardı, çünkü yalnızca açgözlü yöneticilerinizin çıkarlarına hizmet ediyordu. O kutsal savaşlardan sonra, siz köylüler ve işçiler yine kölelik, yine yoksulluk içinde kalıyordunuz. Dövüşmekle yalnız başkaları için iyi yaşama koşulları sağlamıştınız. Kendinize hiçbir yararınız olmuyordu.

Şimdi biz sizi ilk kez kutsal bir savaşta, Komünist Enternasyonal'in kızıl bayrağı altında dövüşmeye çağırıyoruz.

Sizi kendi iyiliğiniz, kendi özgürlük ve yaşamınız için kutsal savaşa çağırıyoruz.

İngiliz istilacılarına karşı bir kutsal savaş içinde tekbir adam gibi kalkın ayağa!

Kalk, sen ey açlıktan ve katlanılmaz kölece çalışmaktan bitkin düşmüş Hintli!

Kalk, sen ey tahsildar ve tefecinin kanını emdiği Anadolu köylüsü!

Kalk, sen ey çıplak dağlara sürülmüş Ermeni emekçisi!

İngilizlerin kumlu çöllerde dünyayla ilişkisini kestiği Araplar, Afganlar siz de kalkın!

Hepiniz, ortak düşmana, emperyalist İngiltere'ye karşı mücadele etmek için... Kalkın!”(4)

Mustafa Suphi, Ekim Devrimi'ni izleyen aylarda, Stalin'le yapılan görüşmelerden sonra, 27 Nisan 1918'de Moskova'da “Yeni Dünya” adlı haftalık bir gazete çıkarmaya başlamış, daha sonra bunu sırasıyla Kırım'a, Taşkent'e ve Bakü'ye taşımıştı. Osmanlı savaş esirleri arasında dağıtılan gazete Şubat 1921 'e değin 67 sayı yayınlanmıştı.

O, Enternasyonal'in II. Kongresi vesilesiyle Yeni Dünya'da yayımlanan bir yazısında şöyle diyordu: “Şark'ın inkılapçı komünist teşkilatları, daire teşkilatlarını ilerlettikçe Üçüncü Enternasyonal'in de Şark için faaliyet müzaharetini (yardımını) inkişaf ettirmesi, beynelmilel (uluslararası) içtima-i inkılap (toplumsal devrim) namına mukaddes (kutsal) bir vazifedir; cihanşümul (dünya çapında) inkılap hareketinde Garp proletaryasından müstakil olarak Şark'ta iş görmek nasıl bir vahime (gereksiz korku) ise, Şark'ı Garp'tan ayırmak ve birini diğeri namına feda etmek de büyük ve tarihi bir hata olur.”(5)

Bolşeviklerle tanıştığı Ural sürgünüyle başlayıp, Ekim Devrimi sonrası iç savaş yıllarıyla devam eden süreç, Mustafa Suphi'yi bir Marksist devrimci olarak şekillendirirken, partinin kuruluşunu da mayalıyordu.

TKP, 10 Eylül 1920'de Bakü'de toplanan kongreyle kuruldu. 51'iTürkiye ve Kürdistan kentlerinden gelen 71 temsilcinin katıldığı kongreyle İstanbul, Ankara, Eskişehir, Zonguldak, Ereğli, Samsun, Rize, Erzurum, Kars, İnebolu, Konya ve Sivas delege göndermeyi başarmış, İzmir ve Adana delegeleri ise savaş koşullarını aşıp Bakü'ye ulaşamamışlardı.

Anadolu delegelerinden Ethem Nejat ve Hilmioğlu Hakkı'nın, komünist grupların birleşmesi önerisinin oybirliğiyle kabul edilmesiyle kurulan TKP'nin merkez komitesine Mustafa Suphi, Ethem Nejat, İsmail Hakkı, Hilmioğlu Hakkı, Nazmi İbrahim ve Süleyman Nuri seçildiler.

Dönüş Kararı Ve Sürecin Gelişimi

“Fırkanın Anadolu'ya nakli”, kuruluş kongresi kararıdır. TKP önderliği, sorunu, ilk toplantıdan başlayarak, aralık ayına değin çeşitli yönleriyle tartışmış ve planlamıştır ki, bunlar “Şark Şubesi” nezdinde III. Enternasyonal'in bilgisi dahilindedir. Yine, gerek kongreden aylar önce ve kongre sonrasında pek çok partili, propaganda, örgütlenme, sosyal istihbarat (yığınların ruh hali, gerek antisömürgeci mücadele, gerek Ekim Devrimi ve sonuçlarıyla ilgili ne düşündükleri vb. ) ve antisömürgeci hareketin başına geçen milli burjuva liderleriyle görüşmeler için Türkiye ve Kürdistan'a gönderilmişlerdir. Gelen raporlar, TKP önderliği tarafından değerlendirilmiş, bazı kişiler toplantılarda dinlenilmiş ve ulaşılan sonuçlar dönüş ve bunun hangi biçimde gerçekleştirileceğine değin bir dizi konuda tartışmalara, kararlara zemin oluşturmuştur.

TKP önderliğinde iç görev bölümü yapılan 17 Eylül 1920'deki ilk toplantıda, “program ve teşkilat nizamnamesinin tashih ve neşir ve tabı ve kongreye ait bir gazete çıkarılması ile Türkiye amele ve rençberlerine Ethem Nejat, Türkiye'de yaşayan Kürt, Ermeni ve Türk aşiretlerine M. Suphi yoldaş ve Rus ve Avrupa proletaryasına Hilmioğlu Hakkı yoldaş tarafından bir hitapname yazılması” ile İstanbul ve Erzurum'a gitmek için hemen yola çıkacak kadrolar ve yerine getirecekleri görevler kararlaştırıldıktan sonra dönüş hakkında şu saptanıyor: “Merkezi heyetin iki hafta zarfında Anadolu'ya nakledilmesi ve beraberinde yirmi teknik memur ve burada harici büro bırakılması ve bu büroda mesul bir yoldaşa bırakılarak, ayrıca teknik memurları kalacak ve gazete Anadolu'ya naklolunacak. Kongre'de bulunan yirmi yoldaş, Anadolu'ya izam olunacak(gönderilecek). Ve kâğıt ve tab levazımı vesaire temin olunacak. “(6)

İkinci toplantıdaki şu kararlar da, yönelimi ve netliği gözler önüne sermektedir:

“3 – Hareketten evvel Emin yoldaş harbi komisyon ile birlikte menziller teşkili ve sair hazırlıklar hakkında teşkilat yapmalıdır.

4 – Anadolu'da alay vücudu hakkında Kazım Karabekir nezdinde ve Anadolu'ya bir kurye izamı (gönderilmesi) ve kuryenin Cevat yoldaşa(?)

5 – Merkezi heyetin bu kafile ile gitmesi hususu muvafıktır (uygundur). Teferruatı (detayı) ileride müzakere edilecektir.

6 – (Halil Mustafa, Yusuf Hüseyin) ve arkadaşlarının Türkiye'de açılacak mektepte okutturulmak üzere memlekete götürülmesi. “(7)

Dördüncü toplantıda yeni bir adım atılır:

“Fırkanın Türkiye'ye nakli için Ethem Nejat, Mehmet Emin ve İsmail Hakkı yoldaşlardan mürekkep (oluşan) bir encümen teşkil etmiştir. Encümenin vazifesi gidecek arkadaşların miktar ve isimleri, heyetlerin tertibatı, heyet-i seferiyenin (yola çıkacak heyetin) tertibatı ve teşkilat mesarifi, Türkiye'deki fırka teşkilatı hakkında bütçe 16 aylık...”(8)

Beşinci toplantıda Merkez Komitesi üyelerinden Nazmi'nin “İstanbul'daki muhtelif grupların tevhidi (birliği) teşkilatlarla merkez arasında rabıta(bağlantı)tesis etmek ve İstanbul ve havalisi siyasi ve iktisadi, askeri vaziyetin hakkında malumat almak, işçi dernek ve birlikleri arasında Bakü'de Şark Birliği'nin vereceği şerait dairesince çalışarak Anadolu'daki İşçi Birlikleri kongresine vekiller göndermek ve nihayet üç aya kadar heyet-i merkeziyeye iltihak etmek (katılmak) üzere” gizli tarzda (sahte kimlik belgeleriyle) İstanbul'a gönderilmesi kararlaştırılıyor. (9)

Yürütülen tartışmalar, Anadolu'ya iki grup halinde gidilmesi düşüncesini geliştirir. 1 Ekim 1920'deki 8. toplantıda, ilk heyette Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve Mehmet Emin'in yer alacağından başka şunlar kararlaştırılır.

“Gidecek heyete verilen vazife: Anadolu kıyamcı hükümeti ile tesisi münasebet etmek (ilişki kurmak), fırkanın kanuni şekilde çalışmasına ve teşkilat yapmasına imkân hazırlamak, her ne şekilde olursa olsun mevcut teşkilatları ve gazeteleri kuvvetlendirmek, kendi münevvid efkârı (fikirleri) olarak Yeni Dünya gazetesini çıkarmak, siyasi mektep ve amele ve rençber ve işçi çocukları için mektep ve gece dersleri açmak, işçi dernek ve birlikleri tanzim ederek Beynelmilel Moskova Kongresi'ne vekiller göndermek, gençler teşkilatını sevk ve idare etmek üzere konferansa davet etmek için fırka işleri ile meşgul olacaktır. Buna Mustafa Suphi, Mehmet Emin ve Ethem Nejat yoldaşlar tevkil (vekillik) ediyorlar. “

İkinci kafilenin Enternasyonal temsilcileriyle görüştükten ve mali yardım aldıktan sonra, “Anadolu'ya gidecek birinci kafile ile buluşacak ve bir veya diğer kafile Anadolu'nun Garp ve Şark mıntıkalarında ikiye ayrılarak temin-i faaliyet edeceklerdir. İkinci kafile buradan hareket ederken Beynelmilel Şark propaganda şûrası ve Üçüncü Enternasyonal ve Rusya Komünist Fırkası ile daimi rabıta (bağ) temin etmek üzere arkadaşlardan birisini Bakü'de bırakacaktır.”(10)

Bu gelişmelerden sonra TKP önderliği, hiç ummadığı bir problemle, mali sorunla yüz yüze gelir. Enternasyonal'in Şark Şubesi, dönüş bütçesini (istenen parayı) çok yüksek bulmuştur. Bu durumda ne yapacakları sorusuna iki cevap verilir: İlki, yine de gitmeliyiz. İkincisi ise, görüşüp tartışalım, sonuca göre hareket edelim, biçimindedir. Karara göre, “Fırka, Türkiye'de icra-yı faaliyete (faaliyet yürütmeye) her vechile taraftardır. Türkiye'de çalışmak zamanı gelmiştir. Türkiye'de komünistler şimdiye kadar bilmuavenet (yardımcı olarak) çalıştı. Tabii parasız ve muavenetsiz(yardımsız) kalsa, bundan sonra da çalışacaktır. Fakat şurası şayan-ı dikkattir (dikkate değer) ki, en müsait zamandayız. Bu zamanda süratle ve geniş mikyasta (ölçüde) çalışmaz isek Türkiye'nin komünizme olan taraftarlığından istifade olunamaz. Ve binnetice (sonuçta) Türkiye'de komünizm işleri pek bati (yavaş) gider.”(11)

Gerilimi artıran mektuplaşmalardan sonra, sorun, “İstasova, Pavloviç, Suphi yoldaşlardan mürekkep bütçe komisyonu”nda ele alınır. Sonuç olarak, “Merkezi Komite bütçesi, merkezi heyet yedi kişi olarak kabul edildi. Teftiş komisyonu, kabul olunamadı. Kançılarya (konsolosluk işlerinin yürütüldüğü yer) tadilen (değişiklik yapılarak), teşkilat tadilen, köylüler ve kadınlar arasında çalışma komisyonu aynen, tebligat şubesi aynen, neşriyat(yayın) ve matbuat(basın) tadilen, siyasi mektep aynen kütüphane ilavesiyle istihbarat tadilen” onaylandı.(12)

Böylece mali engel de aşılmış olur.

16-17 Kasım'daki toplantıya değin TKP önderliği içinde “dönüş”, dönüş biçimi, Anadolu ve Mezopotamya'da nasıl faaliyet yürüteceği konularında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur.

16-17 Kasım'daki toplantıda, dönüşle ilgili değil ama biçimiyle ilgili ciddi bir itiraz ortaya çıkar. Süleyman Nuri, toplantıya gönderdiği “daklad”ında (raporunda), meseleye devrimcilere has bir tedbirlilikle yaklaşılmasını ister ve bugün TKP'nin Anadolu'ya davet edilmediğini belirtir. Tersi bile olsa, yine de bunu “hakiki inkılapçıların kayd-ı ihtiyatla telakki etmeleri (temkinle, düşünerek adım atma olarak anlamaları, kabul etmeleri) lazım gelir kanaatindeyim” diyor.

Süleyman Nuri, daha önce değişik görevlerle Anadolu ve Mezopotamya'ya gönderilen yoldaşların uğradıkları baskılarla ilgili Merkez Komitesi'ne sunulan raporların, Kazım Karabekir'le yapılan görüşmelerin ve M. Kemal'in son açıklamalarının dikkate alınmasını ister. “Böyle nümayişkârane (gösterişli) bir surette merkezi heyetin henüz Anadolu'da istinat edebileceği (dayanabileceği, güvenebileceği) esaslı bir teşkilat ve kuvvet mevcut olmadığı halde, toplu ve açık bir s u rette heyet i n Anadolu'ya nakli, fırkanın gayesine hiçbir fayda temin edemeyeceği (sağlamayacağı) gibi, memleketteki faaliyetimize de mazarrat tevlid edeceği (zarar doğuracağı)şüphesizdir, “diyerek “daklad”ını, “Binaenaleyh (bu itibarla) kanaatimce Anadolu'ya gidecek mesul (sorumlu)yoldaşları, muhtelif (çeşitli) nikata muayyen (belli noktalardaki) vazifeler (görevler) ile hafice (gizlice) çalışmak üzere tavzit ederek buradan gönderilmesi lazım geldiğini evvelden beri ileri sürdüğüm halde nazar-ı dikkate (göz önüne) alınmayarak bu surette toplu bir halde gidilmesini tamamıyla muarızım. Bunun için meselenin tekrar nazar-ı dikkate alınarak Anadolu'da yapılacak içtimai inkılap (toplumsal devrim) harekâtına şimdiden iyi bir taktika ile başlanılmasını da bütün dünyada ileri götürmek için çalıştığımız mukaddes inkılap namına talep ederim” sözleriyle bitiriyor. (13)

“Daklad” okunduktan sonra yürütülen tartışmalar sağlıklı gelişmez. Bunda, tersini yazmasına karşın, Süleyman Nuri'nin daha önce bu tip bir düşünceleri sürmemişliğinin, meseleyi önderlik organında görüşmeden “daklad”ının birer kopyasını Şark Şûrası ve Kafkas Büro'ya vermesinin belirli bir payı olsa da, asıl mesele, Süleyman Nuri'nin Doktor Fuat adlı kişiyle ilişkileridir.

Doktor Fuat, henüz TKP kurulmadan önce Erzurum Kongresi delegesi kimliğiyle Bakü'ye gelmiş, önce Ankara hükümetinin temsilcisi, sonra Komünist sıfatıyla Şark Şûrası'yla ve Bakü'de oluşan komünist grup ilişkilenmeye çalışmış, fakat parti kurulunca, komünist değil, bir burjuva milliyetçisi olduğu gerekçesiyle saflardan uzaklaştırılmıştır. Buna karşın Süleyman Nuri, Doktor Fuat'la ilişkilerini geçmişteki gibi sürdürmüş, sorun gündemleştiğinde ise ona komünist demediğini fakat parti karşıtı da saymadığını ve ilişkilerinin bireysel arkadaşlık temelinde olduğunu, iddia edildiği gibi bir grup teşkil etmediklerini ve parti meselelerini konuşmadıklarını söylemiştir. Tutanaklardan, açıklamaların TKP önderliğinin öteki üyelerini yeterince ikna edemediği anlaşılıyor. Burada kritik sorun ise, Doktor Fuat'ın TKP önderliğinin ve güçlerinin Anadolu'ya gidişine karşı oluşu ve bu doğrultuda propaganda yürütmesidir. Süleyman Nuri'nin önerileri, bu olguların baskısı altında ele alınır ve bu nedenle de tartışma sağlıklı gelişmez.

Konu, 17 Kasım tarihli toplantıda, Mustafa Suphi ve Ethem Nejat'ın Türkiye mümessili (temsilcisi) Memduh Şevket Bey'le yaptıkları görüşmenin sözlü raporunu sunmalarıyla yeniden gündeme gelir. İlk dikkat çekici olan, Memduh Şevket'in Ankara hükümetinden daha ileri fikirler taşıdığı izlenimi yaratmaya çalışmış olmasıdır.

M. Suphi, görüşmede önemli gördüğü hususları aktardıktan sonra, Memduh Şevket'in “Anadolu hükümeti sulh yaparsa siz ne yaparsınız?” sorusuna, “Eğer sulh yapıp içtimai inkılabı yıkmaya çalışırlarsa, biz o vakit ayrılır ve fikrimizi koruruz. Eğer sulhü Finlandiya vesaire gibi yaparlar ve memlekette komünistlerin çalışması kabul edilmek suretiyle bir şekilde olursa, buna bir şey demeyiz” cevabını verdiklerini belirtir. Yeniden görüşeceklerini ve konunun bir neticeye bağlanacağını ifade eden M. Suphi, “Arkadaşların daha başka fikirleri ve söyleyecekleri şeyleri var ise bu hususu söylesinler, görüşmede bunları mevzu bahis ederiz” diyor.(14)

Süleyman Nuri, “Memduh Şevket'in fikirlerinden, komünistlerin Anadolu'da çalışmaları hakkında nasıl bir tutum geliştirecekleri anlaşılıyor muydu?” sorusunu yöneltir.

Bunu Ethem Nejat, “Türkiye'de kanuni surette çalışmak mümkündür, buna teminat veririm, inkılap yapmak ve hükümeti ele almak mevzu bahis olmazsa buna kimse mani olmaz” sözleriyle cevaplar.

Süleyman Nuri, “Esasında Memduh Şevket veya Anadolu'daki hükümet yöneticileri ne derse desin, o sözlere bakarak karar vermemeliyiz” der.

İsmail Hakkı ise, çalışma olanağı elde etmek için de olsa, “Biz hükümeti ele almayacağız demek, inkılap yapmamak demek olur. Bunun şeklini tayin etmek lazım” itirazında bulunur.

M. Suphi'nin cevabı; “Biz fırka-i siyasiye (siyasi parti), onlar hükümet. Bunlar bir derece-i muayyeneye (belli bir kerteye, rütbeye) ait birtakım uhûdlardır (yeminler, ahidlerdir). Bugünkü şerait bize bu lüzumu gösteriyor. Bizim hareketimize göre onlar birtakım işlere teşebbüs ederler (girişimde bulunurlar). Darbe-i hükümet teşebbüsü (hükümet darbesi teşebbüsü) bizde yoktur, diyoruz” olur.

Tartışma sonrası karar şöyledir: “Netice olarak; müzakereyi devam ettirmek ve ledelicap (icap ettiğinde) tahriri (kayıtları) bir şekle sokmak selahatiyle (yetkisiyle) müzakerenin hitama(sonuca) erdirilmesi hakkında Mustafa Suphi ve Ethem Nejat yoldaşın bu vazifede devam etmeleri hususuna karar verildi.”(15)

Dönüş, 12 Kasım tarihli toplantıda yeniden gündemdedir.

M. Suphi,

“İstasosa ile gitmek meselesi görüşüldü. Memduh Şevket'in de birlikte gideceği ve bizim cephede görüşülmesi ve icabına göre arkadaşların tamamen avdet etmeleri (dönmeleri) bildirileceği ve diğer arkadaşların da bir iki suretle gitmesi düşünüldüğünü söyledi.

(... )

Plan meselesini etraflıca müzakere etmeliyiz. Bunda hangi arkadaşların bir yerde, hangilerinin daha sonra gitmeleri icap eder. Heyet-i merkeziyeden üç kişi orduya hediye götürüyor. Onlardan orada tabiatıyla lazım gelen haberleri buraya gönderecekler; mülakatımız yolunda veya aksi surette cereyan ederse ona göre malumat getireceklerdir. Ve ondan sonra diğer arkadaşlar da işe başlarlar ve buradan giderler. Böyle tedrici (derece derece) surette hareket daha muvafık (uygun) olur zannediyoruz. Arkadaşların fikirlerini soralım. Onlardan direktif alalım” der.

Hakkı'nın “Nejat yoldaşın yapacağı planı dinleyelim ve ondan sonra fikir beyan edelim” önerisi üzerine, Ethem Nejat, “Plan yapılmıştır. Fakat diyorum ki, biz bir taraftan teşkilat için hükümetle müzakere yaparken, diğer taraftan buna zıt bir mahiyette gizli teşkilatta bulunmamız muvafık olur mu? Ben buranın nazarı dikkate alınması lüzumuna kaniyim” der.

Mehmet Emin'in “gizli çalışma ve örgütlenme planına dair karardan şimdilik vazgeçilmesi, gelecek haberlere göre hareket edilmesi teklifine” katılan olmaz.

“Benim fikrim, açık surette çalışmaya müsaade etseler bile gizli çalışmalıyız. Gizli çalışmak her iki halde de lazım. Neden Anadolu'dan gelecek haberlere intizaren burada beklensin?” diyen Hilmioğlu Hakkı'nın sözleri üzerine, Suphi, önderlik üyelerinin üçünün gitmesi, üçünün Bakü'de kalması, ellerindeki paranın büyük bölümünün de orada tutulmasını önerir.

(Giden) “Arkadaşlar, şayet fena ve mühim bir vaziyette kalırlarsa, burada tesir(etki) yapacak kimseler bulunsun” der Suphi ve ekler: “Bütün bunlar bizim planlarımızı yapmaya mani (engel) değil. Planımızı yaparız, plan üzerine işe başlarız.”

Suphi'nin çizdiği çerçeve uygun bulununca, Ethem Nejat, hazırladığı gizli faaliyet planı hakkında bilgiler sunar. Tartışmaların ardından, gizli plan onaylanıp öneriler temelinde “tanzim (düzenleme) ve ikmali (tamamlama) için” Ethem Nejat görevlendirilir. Üç kişinin bir grup yoldaşla birlikte gitmesi ve bunların parti önderliği yetkisini kullanması, kalacak üç kişinin gelecek bilgilere göre hareket etmesi, İsmail Hakkı'nın ise “harici büro”nun başında Bakü'de faaliyet sürdürmesi karara bağlanır. (16)

24 Kasım 1920 tarihli toplantıda Mustafa Suphi, Kafkas Büro'da (Orkinidze, Nerimanof-Azerbaycan Devrim Konseyi Başkanı-üç Ermeni komünist ve M. Suphi hazır bulunuyor) yapılan tartışmaları özetler ve bu temeldeki düşünce alışverişinin ardından Sovyet sınırına yaklaşan Anadolu hükümeti birliklerinin yetkilileriyle görüşmek, amaçlarını anlamak, Antant'a karşı mücadele birliğini ve Sovyetler Birliği'nin gerek o güne değin sağladığı yardımları, gerekse de gücünü hatırlamak üzere bir heyet gönderilmesine karar verilir. (17)

Heyet 18 Aralık 1920 tarihli toplantıda bir “daklad” (rapor) sunar.

Heyet başkanı Süleyman Nuri, Kazım Karabekir'le görüşmede diğer şeylerin yanı sıra, şu ifadeleri aktarır: “Tevkif edilen (tutuklanan) arkadaşlardan bahsettik. Biz çalışmalarına mani (engel) değiliz, dedi. Kendi muhitimde bir şey yapmadım, dedi. Biz Şerif Menstof'u ve Nazmi yoldaşları söyledik. Kızdı, isimleri ve nefyedildiği (sürgün edildiği) tarihi yazdı. Komünist arkadaşların nefyinden dolayı Kazım Karabekir suni tesir hasıl etti.”(18)

Verilen bilgilerden sonra M. Suphi şu değerlendirmeleri yapar:

“1 – Anadolu Kuvayi Milliye Ordusu'nun Rusya Şûralar Cumhuru'na karşı bir suikastı (kötü niyeti, bn. ) hissolunmaktadır.

2 – Şark cephesinin kumandanının ise Kürt ve Türk komünistlerinin ahval (durumlar) ve şerait-i mahalliyeye (yerel şartlara) göre faaliyette bulunmalarında, Şark vilayetlerinde dolaşmalarında bir mani yoktur.

3 – Kanuni surette (biçimde) teşkilat yapılması için mutlaka Ankara hükümeti ile anlaşmak ve ora komünist teşkilatına karşı vaziyeti tayin etmek (belirlemek).

4 – Kars'ın Ermenistan Şûrası'na iltihakı (katılması) meselesi, Anadolu İnkılap Ordusu ile Kızıl Ordu arasında hüsn-i münasebeti (iyi ilişkileri) bozacak bir mahiyettedir (içeriktedir).”(19)

Toplantı; ilk ikisi,

“1 – Arkadaşlar memlekete girer, merkezi komiteden alacakları direktif dairesinde çalışırlar.

2 – Ankara'ya gitmesi lazım gelen arkadaşların gitmesi mutlaka lazım gelir” biçiminde, diğer ikisi ise, Sovyetler Birliği ile Ankara hükümeti arasındaki sorunlara dair dört karar alarak, bunların “Kafkas Büro'ya, Azerbaycan K. F'ye; Şark Şûrası'na, Moskova'ya,

3 – Beynelmilel'e gönderilmesi” sonucuna varır. (20)

Bakü’den Karadeniz’e

15'ler için Karadeniz'de sonlanacak yolculuğun ilk adımları, 19 ve 23 Aralık'ta iki grubun Kars'a gitmek üzere yola çıkmasıyla atıldı. Aralarında TKP Genel Başkanı M. Suphi, Genel Sekreter Ethem Nejat, kurucu merkez komitesinin yayın ve propaganda sorumlu üyesi Hilmioğlu Hakkı, istihbarattan sorumlu üyesi Nazmi İbrahim ve maliyeden sorumlu üyesi Mehmet Emin'in de bulunduğu 28 partili Kars'ta bir araya geldiler. Bakü'de kurucu merkez komitesinin Enternasyonal ilişkilerden sorumlu, son olarak Harici Büro Başkanı olarak görevlendirilmiş üyesi İsmail Hakkı ile daha sonra Anadolu'ya çağrılacak Harici Şube Sorumlusu Süleyman Nuri kalmıştı. Bu tablo, TKP'nin nasıl bir risk aldığını göstermeye yetiyor.

Merkezi heyetle birlikte dönen; çoğu kongre delegesi ve Bakü'de merkezi karargâhta çalışmış 23 partili düşünüldüğünde tablonun bir başka ağır yönü daha açığa çıkıyor.

19-23 Aralık gruplarının ardından, Novrososki üzerinden deniz yoluyla İstanbul'a, Doğu Karadeniz'e, Diyarbakır'a gizli faaliyet için görevlendirilen 10 kişilik bir grup daha yola çıkar. (21)

TKP kararlıydı, risk almıştı fakat durum risk almaktan daha öteydi. Çünkü antisömürgeci savaşın dizginlerini elinde tutan Türk milli burjuvazisinin siyasi-askeri lideri, kararı daha önceden vermişti.

“Mustafa Suphi yoldaşın Büyük Millet Meclisi ile temas, memleketin gerçek menfaatlerini görerek hariçte avantür (macera) peşinde koşmaması için münasip bir refakatle doğruca Ankara'ya göndereceğimi, 25. 12. 1920 tarihli şifreli telgrafname ile bildirilmiş olmakla arzu keyfiyet olunur efendim” diye yazan K. Karabekir'e, Mustafa Kemal, “TBMM Reisi” imzasıyla şöyle cevap verir:

“Ankara'da komünist cereyanları arzu hilafındadır (arzu edilmiyor). Bakü Türk Komünist Fırkası Reisi Mustafa Suphi'nin bu cereyanları körüklemesi akla gelen sakıncalardandır. Bir defa kendisini gördükten sonra değerlendirmelerinizin bildirilmesini isterim.”(22)

Mustafa Suphi ve Ethem Nejat'ın da arasında bulunduğu ilk grup 28 Aralık 1920'de Kars'a geldiğinde Kazım Karabekir tarafından törenle karşılandılar. Onurlarına ziyafet verildi. Halktan sevgi ve destek gördüler. Son grupla birlikte ocak ayının ilk haftasına kadar sayıları 24'e ulaştı.

Kazım Karabekir ve Ankara Hükümeti'nin kimi yetkilileriyle görüşmeler yapmak, dönüş kararının biçimini kesinleştirmek için Suphi ve yoldaşları Kars'ta üç hafta kaldılar. M. Suphi, Memduh Şevket'in, “Yetkilerimi aşar” dediği yazılı bir anlaşma imkânını aradı. Bu amaçlarla, Kazım Karabekir'den başka Moskova'ya elçi atanan Ali Fuat Paşa'yla Türk-Sovyet barış görüşmelerinde Ankara hükümetini temsile giden Yusuf Kemal, Dr. Rıza Nur ve Tevfik Rüştü Aras'la görüştü. Onlar antisömürgeci savaşa katılmaya ve parti olarak faaliyet yürütmeye geldiklerini, “hükümet darbesi” gibi bir amaçlarının bulunmadığını anlattı ve Ankara Hükümeti'nin meseleye nasıl baktığını anlamaya çalıştı.

Olumlu izlenimler edindiğini gösteren bir veri söz konusu değil. Tersine, Tevfik Rüştü'nün kimi imaları ve Kars'tan sonra saldırıya uğrayacakları söylentileri, onların meseleyi Kazım Karabekir'le konuşmalarını koşulladı. 11 Ocak'ta Kazım Karabekir'le görüşen Mustafa Suphi ve Ethem Nejat, bu ima ve söylentiler hakkında sorular sordular. Sonuçta iki gruba ayrılmayı, bir grubun Erzurum, diğerlerinin Tiflis üzerinden Trabzon'a gitmek istediklerini söylediler. Kazım Karabekir'in cevabı “Ya hepiniz Erzurum üzerinden giderek halkın gidişatını görürsünüz veyahut Ankara'ya gitmekten vazgeçer, Bakü'ye dönersiniz” olur. (23)

“Mustafa Suphi yine de ortada dönen dolaplardan ve Kazım Karabekir'in tutumundan, heyetin ikiye ayrılarak birinci kısmının Erzurum'a sağ salim varmasından ve bunun bildirilmesinden sonra kendisinin diğer arkadaşlarıyla yola çıkacağını Kazım Karabekir'e bildirir. Kazım Karabekir bunu kabul eder ve Ankara'nın bilgisi içinde kendisine yollarda kolaylık gösterileceğini söyler.”(24)

Bu görüşme üzerine, Kazım Karabekir 11 Ocak'ta Erzurum Valisi Hamit'e şu telgrafı çeker:

“Mustafa Suphi bazı arkadaşlarını yola çıkarıyor. Suikasta maruz ve hakarete uğramayacağı hakkında zatıâlinizden güvence gelmezse dönmeye karar veriyor.”(25)

Vali'nin “güvence” bildiren telgrafına Kazım Karabekir şu cevabı verir: “Mustafa Suphi ve arkadaşlarına fiili bir tecavüze (saldırıya) yer verilmeyeceği hakkında yazının tebliği üzerine sözü geçen yoldaşlardan sekiz kişilik bir kafileyi on dört ocak sabahı Kars'tan Erzurum'a doğru harekete geçiyor. Bu kafilenin Erzurum'a varış haberinin alınmasından sonra kendisi de arta kalan arkadaşlarıyla Kars'tan Erzurum'a hareket edecektir. M. Suphi birinci kademe ile Erzurum'da haklarında cereyan ve gösterileri kollamak istediğinden, ikinci kademenin hareketine engel olacak nedenlerin oluşmasına meydan verilmemesi hususunu hatırlatır ve varışlarının bildirilmesini rica ederim.”(26)

Sonraki gelişmeler, Mustafa Suphilerin her nedense fikir değiştirdiklerini gösteriyor. Kazım Karabekir'e kabul ettirdikleri, iki grup halinde ikincisinin yola çıkmaması kararını bir yana bırakarak, 16 Ocak'ta tek grup olarak Kars'tan ayrılırlar...

18 Ocak'ta Erzurum'a geldiklerinde istasyonda burjuvazinin örgütlediği bir linç güruhuyla karşılaştılar. “Din, namus, mülk elden gidecek, bunlar başka hükümet adına çalışıyorlar” vb. yalanlarla harekete geçirilmiş yığını arkasına alan Vali Hamit'in resmi kuvvetleri, Suphi ve yoldaşlarına yiyecek, içecek, yatacak yer verilmesini engellediler. Aynı tecrit ve alçaklıklar Bayburt, Gümüşhane hattını izleyerek Trabzon'a ulaştıkları yol boyunca devam etti. Komünistlerin Erzurum'a gelişlerinden Trabzon'a varışlarına değin uğradıkları zulüm, Mustafa Kemal'le doğrudan irtibat halindeki Vali Hamit tarafından yönetildi.

28 Ocak'ta Trabzon önlerine gelen komünistler, kente sokulmadan Yahya Kaptan yönetimindeki katiller sürüsü tarafından yol boyunca saldırı ve hakarete maruz bırakılarak doğrudan iskeleye getirildiler. Üzerlerindeki silahlar alındı. Akşamüstü bir motora bindirilerek yola çıkarıldılar. Arkasından silahlı kişilerle dolu bir motor hareket etti. “Sürmene ya da Araklı açıklarında” Mustafa Suphi ve on dört silahsız yoldaşı, Ankara Hükümeti cellatları tarafından katledildiler. Bedenleri Karadeniz'e atıldı.

30 Ocak 1921 tarihli “İstiklal” gazetesinde komünistlerin sayısı14 olarak açıklandı ve isimleri şöyle sıralandı:

1 - Samsun'un Hançerli mahallesinden Mustafa Suphi

2 - Üsküdar Ahmet Çelebi mahallesinden Ethem Nejat (İzmir Maarif Sadr-ı sabıkı-eski eğitim başkanı)

3 - Erzincanlı Aşçıoğlu Bahaeddin (muallim-öğretmen)

4 - Uşak'ın Hacı Hüseyin mahallesinden Kazım Hulusi

5 - Sürmene'nin Asu Kariyesinden Kıralioğlu Maksud

6 - Cihangirli Hilmioğlu (İsmail) Hakkı (Doktor)

7 - Van'ın Erçiş kazasından Ahmet oğlu Hayrettin (Nefer)

8 - Bandırma'nın Manyas nahiyesinden Hakkı Bin Mehmet Ali (Topçu Yüzbaşısı)

9 - İstanbul'lu Emin Şefik (mühendis)

10 - Kadıköylü Tevfik Bin Ahmet (Teyyare yüzbaşısı)

11- Manisalı Kazım Bin Ali (ihtiyat zabiti-asteğmen)

12 - Erzincan'ın Akdağ kariyesinden Hadpoğlu Mehmet

13 - İzmir'in Tilkilik mahallesinden Hacı Mustafa oğlu Mehmet

14 - Kandıralı Cemil Nazmi bin İbrahim (Elmalı Kaymakam sabıkı eski)(27)

Hamit Erdem ise kaynak göstermeksizin on beş komünistin katledildiğini yazar ve şu adları verir: “1-Mustafa Suphi, 2-Ethem Nejat, 3-Hilmioğlu (Arap) İsmail Hakkı, 4-İsmail Hakkı (Topçu binbaşı), 5-Bahaeddin, 6-Kazım Hulusi, 7-Maksut Ekşi, 8-Hayrettin, 9-Emin Şefik (Mühendis), 10-Mehmet Ali, 11-Tevfik (Tayyareci), 12-Hatipoğlu Mehmet, 13-Mustafa oğlu Mehmet, 14-Kazım (Ali), 15-Cemil Nazmi”(28)

Erzurum Valisi Hamit'in 22 Ocak'ta M. Kemal'e çektiği telgraftaki “M. Suphi, 17 Arkadaşıyla Erzurum'a gelmiş ise de” sözleri, komünistlerin Trabzon'a doğru yola çıkmadan önceki sayısını göstermektedir. (29)

TKP Merkez Komitesi üyesi Mehmet Emin ve Merkez Komitesi'ne bağlı “Enformasyon Şubesi” başkanlığını yapan, Mustafa Kemal'le yüz yüze görüşmeleri yürüten ve Anadolu'daki durumla ilgili raporlar hazırlayan Süleyman Sami hakkında çeşitli söylentiler yayılmışsa da TKP'nin parti adına yayınlanmış bir değerlendirmesi yoktur. Buna karşın TKP Harici Büro ve bağlı teşkilatların görevlerinin sona erdiğine dair hazırlanan metin tartışılırken “Türkiye Komünist Fırkası dahilindeki bazı gayritabii (doğal olmayan) hadiselerin zuhuru (ortaya çıkması) ve merkezi heyetin başına gelen son felaket dolayısıyla... “Mehmet Emin ve Süleyman Sami'nin durumlarına gönderme yapılmaktadır. Harici Büro Başkanı İsmail Hakkı, ifadeye itiraz edince, Abid Alimof, ifadenin “Merkezi Heyet âzâlarından mesul iki arkadaşın, Mehmet Emin ve Süleyman Sami yoldaşların, son Anadolu'da aldıkları vaziyet ve tavır ve hareketleriyle İttihatçılar en sadık dostları dolayısıyla da fırka dahilinde hafiye olduklarını ispat ediyor”düşüncesini de yansıttığını açıklıyor. Bu sözlere ikna olmayan İsmail Hakkı, Abid Alimof ve Süleyman Nuri'nin oylarıyla çoğunluk görüşü oluşunca metindeki “gayrı tabiilik” ifadesine şerh koyuyor. (30)

Hamit Erdem, Mahmut Goloğlu'nun “Cumhuriyete Doğru” adlı kitabını kaynak göstererek, “M. Goloğlu, Süleyman Sami'nin Rusya'ya döndüğünü yazmaktadır. Orada da Enver Paşa'ya katılmış. Mehmet Emin ise İstanbul'a yerleşmiş. Hayatının sonuna kadar İstanbul Şehremini'de tuhafiyecilik yaparak yaşamıştır” der.(31)

Karadeniz şehitleriyle birlikte Trabzon'a ulaşan tek kadın komünist Meryem Suphi'dir. TKP arşivinde yer alan” Abdulkadir yoldaşın layihası (tasarı) kopyası” başlıklı “Türkiye Komünist Gençler Birliği âzâlarından Abdulkadir” imzalı 1 Eylül 1921 tarihli belgede, Suphi'lerin katledilmesinden “birkaç gün sonra, tayfalardan birisinden aldığımız malumata nazaran (bilgiye göre) Sürmene açıklarında ayakları ve elleri bağlı olarak denize attıklarını söylediler. Yalnız Suphi yoldaşın ailesinin geri döndüğü zaman kâhya tarafından çıkarıldığını haber aldık” deniyor. Belgede Meryem Suphi'nin “kâhya tarafından Rizelilere” verildiği ve bu komünist kadının cinsel saldırılardan sonra katledildiği belirtiliyor.(32)

Karadeniz katliamından sonra kaleme alınan “Anadolu'dan Son Haber” başlıklı raporda “Bir telgraf uyarınca Yakup Yoldaş gruptan alınıyor ve şimdi serbest bulunuyor. Daha önce kendisine ordu ile temasa geçme yetkisi verilen Nedim Agâh yoldaş Trabzon'da katlediliyor” denmektedir.(33)

“Abdulkadir yoldaşın, layihası kopyası” başlıklı belgede ise, “Suphi yoldaşın vakasından sonra Maçka'da hastalanarak geriye kalan Tevfik yoldaş geldi. Kendisiyle bir defa görüştüm. Şimdi İstanbul'a gideceğim diye söyledi ve o akşam İstanbul'a hareket etti. Yakup yoldaş ise askeri fırka kumandalığında mahpus bulunmaktadır. Kendisine biraderleri tarafından muavenet (yardım) edilmektedir. Son gelecek zamanlarda İran sefareti (elçiliği) maiyetinde (kapsamında) memur olarak İran'a gönderileceğini haber aldım. Nedim Agâh yoldaş, Samsun'da tevkif edilmişti. Oradan Giresun'da dahi derdest edilerek hudut harici olmak üzere Batum'a sevk olunmuştu. Batum Gürcistan Menşevikleri kabul etmeyerek tekrar Türkiye'ye geldi ve Giresun'da tevkif edildi (tutuklandı).”(34)

Mahmut Goloğlu ise “Cumhuriyete Doğru” adlı kitabında üçü de Karadenizli olan Yüzbaşı Nedim Agâh, Yüzbaşı Yakup ve Yüzbaşı Abdulkadir'in, katliam yapılacağını öğrenen akrabaları tarafından yolda (ayrı ayrı zamanlarda) alıkonularak kurtarıldığını yazıyor. (35)

TKP’nin Açıklaması Ve Enternasyonal’den Talepleri

Gerçeğin bilgisine çok geç sahip olan TKP Harici Büro'nun 17 Şubat 1921 tarihli toplantısında Tuapse'de (Ukrayna) bulunan “Mehmet Tahir yoldaşa” çekilen telgrafta, “Suphi yoldaştan arabacının getirdiği mektubun gönderilmesi için böyle telefon ve pramür büro ile konuşulmasına karar verildi” deniyor.

Aynı toplantıdaki “Ahval-i harın hakkında malumat: Moskova konferansı, Gürcistan, Anadolu” başlıklı değerlendirmede; “Merkezi Heyet Kars'ta Kazım Karabekir tarafından hüsn-i suretle (olumlu biçimde) kabul edildiler. Sonra heyet Trabzon'a gitti. Bazı hadiseler(kayd-ı ihtiyatla telakki olunacak) işitiliyor” denmektedir. (37)

Novrosiski üzerinden İstanbul Samsun-Doğu Karadeniz, Diyarbakır'a gizli faaliyet için gitmek üzere Mustafa Suphilerle aynı günlerde Bakü'den yola çıkan 10 kişilik grup başarılı olamaz. Tuapse'ye dönerler. Gruptan Naciye ve Mesut Zeki oradan Bakü'ye gelir ve rapor vermek üzere Harici Büro'nun toplantısına davet edilirler. 19 Şubat tarihli toplantıda,

“Bizim geri gelmekliğimizden maksat Türkiye'deki Merkezi Heyet'in maruz kaldığı felaket haberleri üzerine avdet ettik (geri döndük) ki, bu hususta meseleyi anladıktan sonra sizin de reyinizi alarak Türkiye'de felaket içinde kalan arkadaşları buraya kaçırmak için lazım gelen teşebbüsat (girişimler) ve icap eden parayı almak için buraya geldik” diyorlar. Harici Büro, kazayla ilgili olarak “Merkezi Heyet hakkında kati (kesin) ve sarih (açık) malumat alınıncaya kadar bu yoldaşların teşebbüsüne lüzum olmadığından, ileride alınacak kati malumata göre Merkezi Heyet'in teşhisi için her türlü fedakârlıkları yaparak mutlaka çarelere tevessül etmelidir (başvurmalıdır)” kararını alır. (38)

20 Şubat 1921 tarihli Harici Büro toplantısında, gelişmeleri öğrenmek için iki ay süreyle, “İsmail Amir yoldaşın” Anadolu'ya gönderilmesi ve “işitilen haberler üzerine meselenin hakikatini resmen tahkik (araştırmak) için Kazım Karabekir Paşa'ya tahrirat (mektup) yazılması tevekkür edilerek” yirmi gün içinde gidip dönmesi için “İbrahim Abdullah yoldaşın” görevlendirilmesi kararlaştırılır. 091

Harici Büro'nun konuyla ilgili ilk açıklamaları mart sonundadır. “Doğu Halkları Propaganda ve Faaliyet Kurulu Başkanlığı'na” gönderilen mektupta “TK Fırkası Merkezi Heyet'ten dört uzvu ile on iki faal uzvunun Trabzon açıklarında deniz üzerinde vahşiyane itlafı (katledilmesi) artık şüphe götürmez surette tahakkuk etmiştir (meydana çıkmıştır)” deniyor.(40)

2 Nisan 1921'de Harici Büro adına Ahmet Cevat'ın Pavloviç'e gönderdiği mektupta da, “Sevgili yoldaşımız Pavloviç, size, tüm Trabzon önlerinde öldürülüp denize atılmış olan M. Suphi, dört merkez komitesi üyesi ve on iki diğer yoldaşımızın başına gelen büyük felaketten ciddi olarak söz etmek zorundayım. Korkunç ve kanlı darbe yoldaşlarımıza 28 Ocak'ta indirildi; iki aydan uzun süreden beri yoldaşlarımız kayıp ve birçok rapora göre, Trabzon burjuvazisi ve bizzat hükümet tarafından satın alınmış cellatların darbeleri altında yaşamlarını yitirdiler” diyor.(41)

Kurucu Merkez Komitesi üyesi ve Harici Büro Başkanı İsmail Hakkı, “olayların ve durumun aydınlatılması için Gürcistan'a, Batum'a kadar” gittiğini ve bu nedenle mektubunu geç cevapladığını belirterek Pavloviç'e 4'ü Merkez Komitesi üyesi 16 veya 17 partilinin şehit olduğunu bildiriyor.(42)

Yayımlanan belgelerde dört merkez komitesi üyesi dışındaki partililerin isimleri yer almıyor.

Katliam değerlendirmesi ve geliştirilecek tutumla ilgili TKP'yle Enternasyonal arasındaki görüşmelere dair bilgiler çok sınırlı. Yine de kısmi bir fikir vermesi bakımından şunları aktarabiliriz:

“Doğu Halkları Propaganda ve Faaliyet Kurulu Başkanlığı'na” Harici Büro adına yazılan mektupta şunlar öneriliyor.

“1 – Hadise-i cinaiye Komintern vasıtasıyla bütün cihana neşrolunmalı (yayılmalı);

2 – Burada matem mitingi tertip edilmeli.

3 – Namlarına bütün matbuat (gazete ve dergiler) makaleler yazmalı...”(43)

Harici Büro'nun 2 Nisan 1921 tarihinde Pavloviç'e yazdığı mektupta ise şunlar yer alıyor:

“Yoldaşlarımızın 16 veya 17'sini, en mükemmellerini, en yiğitlerini yitirdik; onlarla dayanışma göstermeliyiz. Katillerin asılmasını istemeliyiz, bu büyük suçu adaletsiz ve intikamsız bırakmamalıyız. (... )

Umuyorum ki, sevgili yoldaş, orada bu sorunu yükseltirsiniz ve cellatların darbeleriyle yaşamını yitirmiş yiğit yoldaşlarımızın savunuculuğunu üstlenirsiniz.”(44)

Ne var ki, 11-12 Nisan 1921'de Krasin'in de katıldığı Harici Büro toplantısında alınan karar, bu isteklerin karşılık bulmadığını gösteriyor.

İlk günkü toplantının sonunda Krasin, bir tavır geliştirmeliyiz, ancak bunu biz yapamayız, çünkü resmen Kemal'i suçlayacak bir dayanaktan yoksunuz ve “ölenlerin hepsi Türk tebaasından” oluşuyor, der. Bu koşullarda meseleye doğrudan müdahalede bulunup Kemal'i suçlamanın diplomatik ilişkilerde sorun yaratacağını ekler. TKP'ye Ankara'daki bağlantılı teşkilatlar yoluyla sorunu gündemleştirmelerini, meclise taşımaya çalışmalarını, doğrudan Kemal'i suçlamadan katillerin cezalandırılmasını istemelerini önerir. İkinci günkü toplantının sonucunda şu karar alınır:

“Hadise-i müellime (acı olay) hakkında şimdilik münasebat-ı siyasiyeyi (siyası ilişkileri) haleldar etmemek (bozmamak) için gazeteler ve nümayişler (gösteriler) yapmak mücadele için caiz (yerinde) değildir. Ancak mesul makamata (sorumlu makamlara) hadiseyi bildirmeli ve yalnız Türk hücrelerinde matem merasimi icra edilmelidir. İtlaf olunan (katledilen) yoldaşlar kanları ve canları pahasına olarak fırkaya büyük bir hizmet ifa etmişlerdir (yapmışlardır). Bu fedakârlıklarını Türk komünistleri hiçbir zaman unutmayacaktır. Onlar fırkanın şühedasıdır (şehitleridir). Hatıralarını ihya etmek vazifedir.”(45)

Kısa Bir Değerlendirme

Bir yorum eklemeksizin, TKP'nin belgelerinden, dönüş kararı, amaç, dönüşün zamanlamasına-biçimine etki eden faktörler ve tüm bu sorunlar hakkında yürütülen tartışmaları ana hatlarıyla yansıttık. Kısa bir değerlendirmeyle bitirelim.

Türkiye ve Kürdistan'da emperyalist işgale karşı süren mücadeleye, Ankara hükümetiyle ittifak kurarak fakat bağımsız bir güç olarak katılmak, Ekim Devrimi'nin köylüler, işçiler, aydınlar içinde yarattığı etkiyi maddi bir güce dönüştürmek, toplumsal kurtuluş için gerekli siyasal orduyu örgütleyip hazırlamak amaçlarıyla bağlı “dönüş” kararı, dönemin doğru devrimci tutumudur.

TKP, Türkiye ve Kürdistan'da varlık ve önderlik hakkını en anlamlı süreçte ve koşullarda mücadeleye katılarak elde etmek istemiştir.

Türk milli burjuvazisinin çıkarlarının temsilcisi M. Kemal liderliğindeki grubun, işgale karşı mücadelenin başına geçmesine, Ankara meclisi yoluyla önderliğine kurumsal bir meşruiyet ve resmiyet kazandırmasına karşın, emekçi ve ezilen yığınlar ve halklar içindeki yegâne otorite haline geldiği söylenemezdi. Söz konusu dönemde Yeşil Ordu'nun Çerkez Ethem kuvvetlerinin ve değişik bölgelerde Ankara hükümetinden bağımsız, “çete” adı verilen köylü direniş gruplarının yabana atılamaz bir etkinliği ve prestiji vardı. “Büyük Millet Meclisi”nde M. Kemal'inkinden farklı sesler de yükselmektedir. İstanbul'da işçiler içinde belirli bir komünist etki mevcuttur. Geniş köylü yığınları, barış, toprak, özgürlük arzusuyla doludur. Başta Kürt halkımızın ulusal talepleri olmak üzere ciddi bir devrimci enerji uyandıracak dinamikler söz konusudur. Ve Suphilerin amacı, bu koşullar altında, yürütülmekte olan antisömürgeci savaşı güçlendirmek, ona toplumsal devrimci amaçlar kazandırmaya çalışmak, aynı zamanda, İngiltere'nin başını çektiği emperyalistlerin Ekim Devrimi'ni boğma, proletarya iktidarını yıkma planlarının bozguna uğratılması eylemini yükseltmektir.

Bu koşullarda TKP önderliğinin, değişik örgütsel-siyasal görevlerle tek tek parti kadrolarını Türkiye ve Kuzey Kürdistan'a göndermenin ötesine geçmesi, askeri kuvvetlerini, yayın faaliyetinin kadrolarını ve Merkez Komitesi'nin büyük bölümünü devrimi örgütleyeceği topraklara taşımayı güncel bir görev olarak önüne çekmesi, amaca bağlılığı gösteren devrimci bir yöneliştir. Güçlü bir politik kararlılıktır.

TKP yönetimi dönüş kararıyla, “önderliğin” bir partinin yaşantısındaki ve devrimin örgütlenmesindeki işlevinin bilincinde olduğunu göstermiştir. Şüphe yok ki, “içerde” yeterli bir yönetim gücü ve “uzaktan mektuplar”la, direktiflerle işleyecek sağlam bir örgütsel çark yokken, “dışarıda”(Bakü'de) kalmak, politik iddialarını bir kenara bırakmaktan başka bir anlam taşımazdı. Özellikle de, o dönemin politik ve toplumsal koşulları altında!

Tam da aynı görüş açısından, “önderliğin nakli”nin ciddi bir güvenlik stratejisiyle planlanması, yol güvenliğinden, çalışma alanlarındaki yerleşimlerine değin bir dizi konuda hazırlık gerekirken, bu meselelere anlamlı bir ilgi göremiyoruz. Önderliğin işlevine dair bilinç ve bu bilincin belirli somut koşullarda gerektirdiği irade adeta bir yana bırakılmıştır.

Peki neden? M. Kemal yönetimine karşı beslenen hayallerden mi? Hayır. TKP önderliği, M. Kemal liderliğinin sınıfsal karakteri ve hedefleri konusunda nettir. Ona güven duymamaktadırlar. Fakat ne yazık ki, bir sınıfsal düşman olarak onu küçümsemektedirler. M. Kemal'le Kazım Karabekir'le ve Ankara hükümetinin değişik temsilcilerle yapılan görüşmelerde, yazışmalarda, dönüş için resmi bir anlaşma yapma, resmi davette bulunulmasını sağlama ısrarı, güvenmeme tavrının ifadesidir. Kuşkusuz böyle bir resmiyet, en azından M. Kemal'in Sovyetler Birliği karşısında yükümlülüklere girmesini ve örneğin, Suphilerin katledilmeleri yerine geri gönderilmelerini koşullayabilirdi. Esasında, Kazım Karabekir'in ve Ankara hükümetinin bazı temsilcilerinin kendi adlarına tersi eğilimler yansıtmalarına karşın, M. Kemal'in resmi davete ya da dönüşü resmileştirmeye yanaşmama ısrarı, TKP yönetimince bilinmez değildir.

“Son zamanlarda Türkiye'de gelişen olaylar” başlıklı, M. Suphi ve E. Nejat imzalı 12 Ekim 1920 tarihli raporda, S. Sami'yle Eskişehir'de yaptığı görüşmede “Dışarıdan gelen teşkilatçı kişilere kesinlikle ihtiyaç yok” diyen M. Kemal'in “teşkilatın Anadolu'da legal faaliyette bulunmasına izin verilip verilmeyeceği konusundaki sorulara, olumlu yanıt vermediği” bilgisi yer almaktadır.

O halde neden böyle bir dönüş biçimi seçildi?

Bunu koşullayan temel etmen, M. Suphi'nin devrimci gelişme için çok elverişli ve kaçırılmaması gereken bir dönemle yüz yüze olunduğuna kuvvetle inanması, önderlik organını buna ikna etmesi ve siyasal gelişim stratejisini, antisömürgeci mücadele içindeki Türkiye ve Kürdistan'da kısmen de olsa, Sovyetler Birliği'ndeki iç savaş deneyiminden geçmiş 400 kişilik hazır güce sahip Kızıl Alay'la savaşa katılma, meşru bir güç olarak en geniş ölçekte devrimci çalışma yürütme, komünizm adına ortaya çıkanfakat Marksizm-Leninizmle ilgisi bulunmayan çeşitli grupların, partilerin etrafındaki kitleyi kazanma, Ankara meclisinde Komünist Parti adına temsiliyet elde etme üzerine kurmasıdır. Mesele şudur ki; söz konusu çalışma ve mücadele, tıpkı Sovyetler Birliği iktidarı koşullarında veya Bakü'deki gibi açık bir önderlik karargâhı, bu temelde yönetilen açık parti okulu, yayın faaliyeti, askeri kurslar vb. çarkı üzerine bina edilmek istenmiştir. O nedenle de, niteliksel güçlerin dönüşünün ve doğru bir planla konumlanışının ötesinde, “çark”ın da aynı biçimde nakledilmesi yolu tutulmuştur.

Bu siyasal-örgütsel plan, 1920sonuna gelinirken M. Kemal grubunun kazandığı inisiyatifi, iktidarın biricik sahibi olmak, toplumsal devrimin ocaklarını söndürmek yönelimlerini, devrimden duyduğu korkuyu, burjuvazinin “Rumlar Bolşeviklerden daha iyidir, hiç olmazsa mallarımızı almazlar” propagandası başlatması, Trabzon ve Erzurum'a Bolşeviklere düşmanlıklarıyla tanınan iki yeni valinin atanması gibi işaretleri gözetmiyordu. Apaçık tarzda, TKP yönetimi düşmanını küçümseme tuzağına sürüklenmişti. Bu sürükleniş, arzulanan tipte bir siyasi mücadele ve örgütsel çalışma için merkezi karargâh düzenini de Ankara'ya nakletme planının düşünceler üzerinde yarattığı baskıdan besleniyor ve TKP'ye diş bilese, kin duysa da, M. Kemal'in Sovyetler Birliği'nin askeri, mali, siyasi yardımına duyduğu ihtiyaç nedeniyle belirli bir sınırın ötesine geçemeyeceği fikrine dayanıyordu. “Fena gelişmeler” ihtimali dillendirilse de M. Kemal yönetiminin daha sonra pek çok örneği görüldüğü gibi İttihat Terakki yöntemlerine başvurabileceğine gözler kapatılıyordu. O nedenle de dönüş tartışmaları sürecinde bizzat Suphi'nin önerdiği, MK üyelerinden yalnızca üçünün bilinen şekilde gitmesi, birinin gizli tarzda dönmesi, üçünün Bakü'de kalması ve eldeki paranın büyük kısmının orada tutulması, “fena bir gelişme' yaşanması halinde geride kalan önderlik üyelerinin duruma müdahale etmesi önlemleri de bir yana bırakılabilmiştir.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının bir başka yere, örneğin İstanbul'a değil, dosdoğru Anadolu'ya gitmek, antisömürgeci savaşa katılmak, devrimci demokratik bir iktidar için mücadele etmek istek ve kararlığıyla başlattıkları yürüyüş, katledilmeleriyle son buldu. Karadeniz şehitlerimizin sayısı TKP Harici Büro'nun 1921 ilkbaharında duyurduğu üzere 16 veya 17 midir, yoksa Nâzım'ın şiirleriyle kaydettiği ve öyle kabul edilegeldiği üzere 15 midir, bilmiyoruz!

Fakat şunları biliyoruz:

1 – Kuşkuya yer yok ki, katliamın sorumlusu Ankara Hükümetidir. Erzurum ve Trabzon Valileri bu kıyımı bizzat M. Kemal'in bilgisi ve direktifleriyle örgütlemişlerdir.

Katliamın sorumluluğunu hiçbir zaman kabul etmemiş olmaları ve kayıkçıların kâhyası Yahya çetesinin işi olarak göstermeleri, suçlarının ağırlığından ve Sovyetler Birliği'nin alabileceği tutumların önünü kesme hesaplarındandır. Fakat M. Kemal'in gerek Kazım Karabekir, gerekse de Erzurum Valisi'yle yazışmaları, gerçeği belgelemek için yeterlidir.

2 – Bu katliam TKP'de, ortadan kaldırılamayan bir önderlik boşluğu yarattı, bir dönem sonra inisiyatifin İstanbul'a, Şefik Hüsnü'ye geçmesiyle de Bakü ruhu giderek tasfiye oldu. Tüm Marksist teorik söylemine, yönetici ve üyelerinin Kemalist diktatörlük koşullarında ağır beldelerle çalışma yürütmelerine karşın ortama Menşevik ve sosyal şoven bir TKP çıktı.

3 – TKP'nin devrim iddiasına, bu temeldeki ideolojik varoluşa ve siyasi mücadele pratiğine kapıları kapatmasının tahrip edici sonuçları ve yükü, sonraki onyılları ipotek altına aldı ve yeni bir devrimci silkiniş ancak71 devrimci atılımıyla mümkün oldu.

4 – Katliam ve sonuçlarından devrimci hareketten çok, burjuvazinin iyi öğrendiği görüldü. Karşıdevrim günümüze değin, devrimci “orduların”, “genelkurmayları” katledilerek, tutsak edilerek, irade kırılmasına uğratılarak dağıtılması, iddiasızlaştırılması, ideolojik-siyasi tasfiyeciliğe yöneltilmesi, strateji ve politikasını güçlendirerek sürdürdü. Ne yazık ki, devrimci parti ve örgütler, önderliklerini işlevlerine uygun bir konumlanmayla koruyarak durumu terse çevirecek bir irade ve profesyonellik sergileme sıçrayışı gerçekleştiremediler. Bu sorun devrimci hareketin zayıf karnı olmaya devam etti.

5 – M. Suphilerin dönüşünde karşımıza çıkan meselenin önemine, gereklerine uygun iyi düşünülmüş bir hazırlıktan yoksunluk sorunu veya daha genel bir ifadeyle “hazırlık meselesi” devrimci hareketin kopuşamadığı bir zaaf ve geri yan olmayı sürdürdü. Bunda gerek dünya devrimci hareketinin gerekse de Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci mücadelesinin deneyleriyle hazırlık sorunu temelinde etkin bir ilişkilenişe girilmemesinin payı büyüktür.

6 – Katliamdan iki ay sonra Pavloviç’e iletilen taleplere, Krasin’in katıldığı toplantıda verilen olumsuz cevabın, protesto ve teşhirin TKP'yle sınırlı tutulması isteğinin enternasyonalizm ve dünya devrimi perspektifi açısından yaralayıcı olduğu tartışma götürmez. Bu sorunda, Sovyetler Birliği'nin tavrını, Ankara hükümetinin resmi açıklamaları çerçevesinde oturtması, konuya doğrudan müdahil olmaktan ve güçlü bir protestodan kaçınması, dönemin uluslararası koşulları nedeniyle ve M. Kemal hareketine verilmiş ağır bir tavizdi. M. Kemal ve burjuvazinin bu tavizden komünistlere, Bolşevizm sempatizanı gruplara ve diğer muhaliflere karşı resmi bir yasaklama, tutuklama ezme terörü için cesaret bulduğunu düşünmek olayların akışına uygun görünmektedir.

Dipnotlar

1 – Mustafa Suphi/Bir Yaşam Bir Ölüm, Hamit Erdem, Sel Yayıncılık, 101

2 – Age. 35

3 – Aktaran Age, 97

4 – Age, 121

5 – Age, 79

6 – Dönüş Belgeleri I, Tüstav Yayınları, 23-24

7 – Age, 25-26

8 – Age, 29-30

9 – Age, 32-33

10 – Age, 77-78

11 – Age, 123

12 – Age, 150

13 – Age, 166-167

14 – Age, 180-181

15 – Age, 181-182

16 – Age, 219-220, 224

17 – Age, 231, 237

18 – Age, 264

19 – Age, 265

20 – Age, 265-266

21 – Age 272-273 ve Dönüş Belgeleri II, 103

22 – Mustafa Suphi/Bir Yaşam Bir Ölüm, 151

23 – Age, 151

24 – Age, 152

25 – Age, 152

26 – Age, 152

27 – Aktaran Kürtler, Kemalizm ve TKP, Ömer Ağın vs yayınları, 210-211

28 – Mustafa Suphi/Bir Yaşam Bir Ölüm

29 – Age, 153

30 – Dönüş Belgeleri II, 141

31 – Mustafa Suphi/Bir Yaşam Bir Ölüm, 154

32 – Dönüş Belgeleri II, 161-162

33 – Aktaran, Kürtler, Kemalizm ve TKP, Ömer Ağın, 212

34 – Dönüş Belgeleri II, 163

35 – Aktaran Bir Yaşam Bir Ölüm, Hamit Erdem, 154-155

36 – Dönüş Belgeleri II, 71

37 – Age, 80

38 – Age, 84

39 – Age, 87

40 – Age, 124-125

41 – Age, 128

42 – Age, 151

43 – Age, 125

44 – Age, 130

45 – Age, 139

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi