Trump, Kavanaugh Ve Neoliberal Faşizme Giden Yol

Politik ve ideolojik genel krizin kökleri Amerikan tarihinin derinlerine kadar uzanmaktadır ve Donald Trump’ın her politik kararı ve tweet’i Birleşik Devletler’i tam teşekküllü faşist bir devlet olmaya doğru götürmektedir. Sözleri batıyor, ama politikaları insanları öldürebilir. Trump’ın bitmek bilmeyen ırkçı iğnelemeleri, muhatabını canavarlaştırmak için söylenen kadın düşmanı ifadeleri, sosyal devletin tüm birikimlerine karşı yılmak bilmez saldırıları ve hukukun üstünlüğünü sürekli aşağılaması, ürkütücü faşist politikalarını normalleştirmesine hizmet ediyor. Dahası, var olan her türlü medeni ve ahlaki sorumluluk anlayışına karşı suçlayıcı hor görme hali, terör değilse de cinnet geçirten zulüm kültürü ve bencillik “ethos”una yeni anlamlar yüklüyor. Bütün bunlara karşılık, ana akım medya ve uzmanlar açısından, ABD’de giderek büyüyen bir tehdit olmasına rağmen Michelle Goldberg’in[1] gözlemlediği gibi bazı gruplar için, mesela “kayıtsız göçmenler için zaten burada” olan faşizm hakkında konuşmak giderek daha zor hale geliyor.

Bu yönetim altında ölüm kokusu her yerde. Kamusal değerlerin ve hukukun üstünlüğünün erozyonuna, şimdi de giderek büyüyen küresel çevre felaketinin yarattığı artan bir olağanüstü hal durumu eşlik ediyor. İnsan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle yaşanan ekolojik yıkım[2] Trump yönetiminde daha da hızlandı ve görünen o ki, Trump’ın çevre koruma politikalarını geriye sarması yoluyla süreğenleşen gezegeni kirletme hevesi, astım ve diğer akciğer problemlerinden mustarip binlerce çocuğun ölümüne neden olacak. Üstüne, sağlık sistemine yönelik özelleştirme ve adeta cezalandırma tarzı yaklaşımı, milyonlarca yoksul insanın, sigortasız gencin, kayıtsız göçmenin, işsizin ve yaşlının yaşamını kısaltacak. Onun külhanbeyi “asayiş” politikaları siyahlara yönelik daha fazla polis şiddeti anlamına gelirken, silah sanayiine, askeri bütçeye ve silah yasalarına desteği, dışlanmışların hem ülke içinde hem de ülke dışında ölümlerini hızlandıracak. Trump rejiminde demokrasinin sürdürülebilirliği anlamında tüm bahisler kapanmış durumda.

Hakkında en az iki kadına yönelik cinsel saldırı iddiası olmasına rağmen sağcı ideolog Brett Kavanaugh’un ABD Yüksek Mahkemesi’ne atanması, hukuki adaylık sürecinin tehlikeli politizasyonunun ve şu an Amerikan toplumuna hakim otoriter politikaların daha da açık göstergesidir. Mahkemenin ideolojik köktencilerin kontrolüne girmesi, Cumhuriyetçi Partili aşırılıkçıların uzun zamandır peşinde oldukları bir hedefti. Ve şimdi Amerikan halkı, özellikle de kadınlar, yoksullar ve renkli derili insanlar Kavanaugh’un atanmasının korkunç bedelini ödeyecek olanlardır. Kavanaugh meselesi Amerikan toplumundaki faşist politikaların iş üstünde yakalanmış daha derin köklerinin bir semptomudur. Kavanaugh sadece o zehirli erkekliğin arsız bir sembolü değildir, egemen sınıf beyaz ayrıcalığının kaba ve kontrolsüz bir temsilidir. Amerikan hukuk sistemini tanımlayan ırkçı çifte standart söz konusu olduğunda, bu daha da geçerlidir. Amanda Klonsky’nin[3] Chicago Sun-Times’ta yazdığı üzere:

“Çoğunluğu sokak kavgası gibi suçlardan hapis yatmış benim eski mahkum öğrencilerim işsiz bırakılıp, ki bazen ömür boyu bir işsizlik bu, giriş düzeyindeki en basit işlerden bile mahrum edilirken, neden cinsel saldırıyla suçlanan hakim Brett Kavanaugh, Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesi’nde ömür boyu bir pozisyona atanabilir konumda görülüyor? Bu Kavanaugh’un Yüksek Mahkeme’ye atanması, hukuk sistemimizdeki ırkçı çifte standardı en keskin şekilde açığa çıkaran bir örnek olmuştur. Bir, ergenlik dönemlerinde işledikleri suçlar için çok ağır cezalandırılan Afrikan-Amerikan ve Latin genç insanlar için bir davranış standardı var, bir de, cinsel saldırıdan suçlandığı halde dünyadaki en önemli mahkeme pozisyonlarından birinde hizmet etmeye hala aday gösterilebilen zengin beyaz oğlanlar için tamamen farklı diğer bir standart var.”

Kavanaugh, Trump’ın ırkçılığı ve medeni haklar konusundaki kararlarıyla mükemmel bir uyum içinde ve şimdi ırkçı adalet sistemi ABD’deki beyaz ırkçılığının ve devlet şiddetinin o uzun mirasını yeniden üretecekmiş gibi görünüyor. Trump’ın renkli derili insanları aşağılamakta sınırsız görünmesini ve beyazlık fikrini bir terör alanı olarak meşrulaştırmasını göz önüne aldığımızda, durum daha trajik ve karamsar bir hal almaktadır. Siyah atletleri, siyah kadınları ve onun ırkçı ve beyaz üstünlükçü fikirlerini eleştiren herhangi bir renkli derili insanı karalıyor ve küçük düşürüyor. Dahası, polis vahşetine ve kitlesel hapis cezalarına verdiği desteğin arkasındaki haydutça tutumu, ırksallaşmış bir hapishane devletinin büyümesini daha da hızlandıracak.

Kadın düşmanlığının hayvani kabalıkta ve derinden endişe uyandırıcı en son örneği, Trump’ın, Kavanaugh’u cinsel saldırıyla suçlayan Christine Blasey Ford’un mahkemedeki ifadesiyle saldırgan bir üslupla dalga geçmesinde yaşandı. Mississippi-Southaven’da kalabalığın kahkahalarına ve tezahüratlarına mahzar olan konuşmasında Trump, rezil iddialarında daha da ileri giderek, erkeklerin haksız suçlamalara maruz kaldıkları ve çoğunun işlerini kaybettikleri gerekçesiyle #MeToo hareketinin gerçek kurbanı olduklarını belirtti. Bu ifadelerin, en az 22 kadın tarafından cinsel saldırıyla suçlanan ve kadınları kasıklarından yakalayıp tutmakla övündüğü bir ses kaydı olan bir adamdan geliyor olmasındaki ironiyi ıskalamak zor olsa gerek. Burada dikkat çekmeye değer olan, onun kadına yönelik şiddete karşı şok edici derecedeki kayıtsızlığı değil sadece, daima faşist politikalara özgü olmuş kadın düşmanlığının geldiği seviyenin de üzerinde durulması gerekir.

Trump’ın cinsiyetçiliği ve ırkçılığı karşısında sessiz kalan politikacıların peşinden gitmek ana akım basın için kolay olsa da, onun neo-Nazilerle, beyaz milliyetçilerle ve kendi görüşlerinde olmayan renkli derili insanlara karşı artan düzeyde şiddet eylemlerine girişen, ırksal bir temizlik isteyen diğer militan gruplarla aynı çizgideki kadın düşmanlığının ve beyaz üstünlükçülüğünün neoliberal faşist politikalar bağlamında ifade edilmesi çok az ilgi çekmektedir. Trump’ın politik kararlarına, şu anki durumda tehlike altında olan demokrasiyi var eden değerlere ve yasalara yönelik bir şok ve tehdit olarak değil de, tezcanlı tweet’ler atan zorba bir ergenin gelişmemiş duygu patlamaları gözüyle bakan ana akım medyada, onun bu politikaları sürekli aklanmaya çalışılmaktadır. Ana akım basın, Trump’ın retoriğinin ayrıştırıcı, aşağılayıcı ve nefret dolu olduğunu söylüyor, ama onu nadiren faşist politik retorikle veya bu durumda finansal elitlerin maddi çıkarlarının gücüyle yan yana getiriyor.

Bu kaçınma hali, yaptığı çoğu eleştiriyi bir kenara bırakalım, Trump’ın eski faşistlerin açığa çıkardığı birikmiş terörün farkında bile olmamasını düşününce, daha da korkutucudur. Trump, kayıtsız göçmen ebeveynleri çocuklarından ayırmak ve çocukları kafeslere hapsetmek gibi Nazi konsantrasyon kamplarında kullanılmış soykırımcı yöntemleri çağrıştıran politikaları uygulamaya sokmakta tereddütsüz görünüyor. Hitler’in yaptığı gibi on binlerce çocuğu gazla öldürmese de, çocukları kafese koymak, barbarlığın daha aşırı biçimlerine dahi kapı açan ahlaki ve politik çizginin geçildiğine işaret ediyor.

(...)

Trump, ABD’de ırkçılığı normalleştirmekle ve beyaz milliyetçi neo-Nazi ideolojileriyle ve rantla dolu nefrete yeni bir meşruluk kazandırmakla kalmadı, mantık dışı hissiyatı yücelterek ve cehaleti bir erdeme dönüştürerek demokrasi krizini daha da derinleştirdi. Güçlü tarafından kuşanıldığında ve metrukiyet, dışlanma ve devlet şiddeti gibi pratiklerden acı çekenler için maddi sonuçlarından soyutlandığında, bilgisizlik ölümcül hale gelir.

Devlet teşvikli bilgisizlik, komedi şovları için malzeme olmaktan öte anlamlar taşır, belli birey ve gruplar için, “kirlilik” ve kullanıp atılabilirlikle, Richard A. Etlin’in ifade ettiği gibi “yaşamı zenginleştiren ve yaşamı kirleten, saf ve nasaf dikotomilerine göre insan ırkını bölen biyolojik olarak ırkçı bir dünya görüşünü” eşleştirecek psikolojik koşulları hazırlar. Etik olarak mezara gömülmüş fikirlerin enerjisiyle seferber edilmiş bir dildir bu ve 3. Reich’ın soykırımcı politikalarının merkezinde duran antisemitizmi güçlü bir şekilde çağrıştırır. Bu zehirli antisemitik söylem, Macaristan, Polonya ve şu an faşizme doğru ilerleyen diğer bir dizi ülkede bir hınçla geri döndü. Ve şimdi de ABD’deki aşırı sağ ve neo-Nazi grupları arasında su yüzüne çıkıyor. Trump’ın dilinde de bu dilin gizli ipuçlarının olması şaşırtıcı değil. Fakat Trump, özellikle de Charlottesville’de neo-Nazilerle yürüyen saygın insanların olduğu yorumu üzerine yükselen gürültünün ardından antisemitizm kurgusunda daha dikkatli hareket ediyor.

Kavanaugh davası sırasında Trump’ın ideolojik olarak en çok kendini ele veren yorumlarından biri, senatör Jeff Flake ve diğer Cumhuriyetçi senatörlerle Kavanaugh’a destekleri üzerine tartışmaya giren kadınları hedef alan bir tweet’inde saklıydı: “Bu kaba asansör çığırtkanları sadece senatörleri kötü göstermek üzere profesyoneller tarafından tutulmuş kişiler. Buna düşmeyin. Hem, taşıdıkları şu birbirinin aynı profesyonel dövizlere bir bakın. Soros ve diğerleri vermiş parasını. Bunlar bodrumlarda sevgiyle yapılmış dövizler değiller.

Trump, şu an Amerikan politik ortamını tanımlayan kadın nefreti ve politik yozlaşmışlık seviyesinden daha fazlasını saçtı ortalığa; bahsettiği kadınları ve genel olarak muhalifleri gözden düşürmek için antisemitik bir söylemi de üstlendi. Pek çok muhafazakar uzman ve yorumcu Trump’ın izinden giderek protestocuların George Soros tarafından tutulduğunu iddia etti. Soros’a yönelen bu antisemitik söylem Trump için yeni değil.

(...)

Trump’ın aleni beyaz üstünlükçü Stephen Miller gibilerin kendisi adına kararlar almalarına imkan sunmasıyla birlikte Beyaz Saray’da 2016 sonrası yaşanan kaosu kayda geçiren Michael Wolff ve Bob Woodward gibi yazarların sözüne kulak verirsek, Kavanaugh duruşmaları, kadın düşmanlığını ve omurgasız Cumhuriyetçi Parti ile Trump yönetiminin içinde bulunduğu Vichy tarzı sessizliği fazlasıyla aşan bir tehlikenin işaretçisidir.

Mitch McConnell ve kongredeki demokrasinin diğer mezar kazıcıları, Trump’ın kaba dili, yönetim tarzı, karakteri veya olası suç eylemlerinin ortaya çıkmasıyla daha az ilgilenebilirler. Irkçılarla, yabancı düşmanı ultra-milliyetçilerle ve beyaz milliyetçilerle olan ittifaklarından istediklerini aldıkları sürece, faşist politikaları desteklemekle ilgili hiçbir endişe ve huzursuzlukları yok onların. Tarihçi Christopher R. Browning’e[4] göre, Cumhuriyetçi Parti ruhunu Trump’ın dünya görüşüne satarak büyük bir kazanç sağladı:

“Zenginlere büyük vergi indirimleri, finansal ve çevresel piyasalaşma, (şimdilik) iki muhafazakar Yüksek Mahkeme hakiminin adaylığı, diğer muhafazakarların hukuksal atamalarına yol verilmesi ve (şu ana kadar Obamacare’in umdukları gibi toptan ortadan kaldırılması mümkün olmasa da) hükümet destekli sağlık sistemi kaynaklarındaki ciddi kesintiler. Hitler’in muhafazakar ortakları gibi, McConnel ve Cumhuriyetçiler de Trump’a ilk zamanlarda yaptıkları yatırımın geri dönüşlerini aldıkları için kendileriyle gurur duyuyorlar.”

Kavanaugh ataması, Robert Reich[5] gibi yorumcuların ve Timothy Snyder gibi tarihçilerin ABD ve Hitler rejimi arasındaki korkutucu paralellikleri ifade eden görüşlerinden veya Yale’de tarihçi olan Jason Stanley’nin hızlanan faşist politikalarla ilgili görüşlerinden fazlasını açığa çıkarmıştır. Bu isimlerin analizleri aşırı derecede ihtiyatlıdır. Hem iddia edilen cinsel saldırılarına, hem de senatodaki ifadesi sırasında sola, Hillary Clinton’a ve Demokrat Parti’ye yönelik sağcı ideolojik bilenmişliğine bakıldığında, Kavanaugh’un Yüksek Mahkeme’ye atanmasının bir hakaret olması çok az şüphe götürüyor. Daha kötüsü, bu olan-bitenler yükselen faşist politikalar bağlamında görülüyorsa eğer, bu atamanın, Trump yönetiminin hukukun üstünlüğüne ve bireysel haklara yönelik, onları her türlü anlamdan yoksun bırakacak, makul her tür insani standarttan uzaklaştıracak radikal değişiklikler yapma daha geniş planının bir parçası olarak algılanması gerekir.

Nazi Almanyası sonrası, ona özgü olarak modellenmiş faşizme benzemeyen Amerikan tipi bir faşizmin ortasındayız. Faşist retorik ABD’de normalleştirilmiştir, beyaz terörü artık gizli saklı değildir ve ultra-milliyetçilik ABD ile acımasız diktatörler arasındaki bir aşk ilişkisine dönüşmüştür. Elbette, ABD uygar özgürlükler anlamında uzun bir geçmişe sahip, ama bu ülke aynı zamanda uzun bir kanunsuzluk geçmişine de sahip. Ve ikincisi şu an öne çıkıyor. Sadece demokrasi düşmanlığının değil, Amerikan tarzı özgün bir faşizmin de işaretini veren politik ve ekonomik bir yozlaşmışlık üreterek, son 40 yıldır servet ve iktidarda muazzam bir eşitsizliği besleyen neoliberalizm maskesi altında yetişiyor bu.

Kavanaugh duruşmaları bize, giderek daha tehlikeli zamanlarda yaşadığımızı hatırlatmalı. Faşizmin şiddetle, polis saldırılarıyla veya kitle kıyımlarıyla değil de, kullanılan dille başladığını unutmamak önemli. Bunu sadece faşizmin Avrupa’da 1930’lardaki yükselişinden öğrenmedik, mevcut tarihsel anın, hukuksuzluğun, kadın düşmanlığının, beyaz milliyetçiliğinin ve ırkçılığın tüm dünyada dirildiği bu anın kendisinden de öğreniyoruz. Faşizm dil ile başlıyorsa onu durdurmaya kararlı güçlü bir direniş de öyle başlar.

Bireylerin, kurumların, sendikaların, eğitimcilerin, gençlerin ve diğerlerinin, Birleşik Devletler’de ve diğer yerlerdeki mevcut faşist dönüşüm karşısında sessiz kalmaması için her türlü sebep mevcut. Nefret, ırkçılık, kadın düşmanlığı ve devletin arkasında durduğu kamuyla diyaloğun bir parçası olan aldatma karşısında kimse kafasını başka yöne çevirme, konuşmama, sessiz kalma riskine girme hakkına sahip değil. Bu, özellikle tarihin geçmişi aydınlatmaktan çok onu gizlemek için kullanıldığı, kişisel meseleleri daha büyük sistemsel konularla açıklamanın zorlaştığı ve insanların şiddetin, zalimliğin ve otoriter dürtülerin kıskaçlarına yakalanıp baştan çıkarılmaya gönüllü olarak izin verdikleri bir dönemde daha da geçerlidir. Bu koşullarda, öngörülemeyenin terörü daha da kötücül bir hal alır.

Kabul edilebilir her tür değişim, öncelikle kapitalizm ve demokrasinin birbirinin vazgeçilmezi olduğu ve katılımcı demokrasinin seçimlerle başlayıp bittiği görüşünü reddetmek zorundadır. Ekonomik iktidarın politik iktidardan bağımsız olduğu mitini yıkmak için bunu yapmak kritik önemdedir. Bu mite dayanarak, Trump yönetiminde mevcut ne sorun varsa hepsinin Trump’ın sözde akıl sağlığı, cehaleti ve diğer karakter kusurlarından kaynaklandığı yanlış varsayımı öne sürülmektedir. Gerçekte ise, şu an Birleşik Devletler’i şekillendiren faşist politikalar on yıllardır sistemsel şekilde neoliberal kapitalizm tarafından oluşturulmuştur ve adaletsiz iktidar ilişkileri ile derinden iç içe geçmiştir. Rob Urie[6] meseleyi özellikle de sınıf ayrımları bağlamında aydınlatmıştır. Şöyle yazmaktadır:

“Amerikan ekonomi politiğinin sınıfsal ilişkileri, ortak bir kamusal fayda fikrine aykırıdır. Mesele şu veya bu otoriter liderin otoriter olmadığını iddia etmek değil, politik zeminde yaşananların akademik teoriler veya burjuva fanteziler olmayıp, toplumsal, ekonomik ve politik baskının yaşanmış deneyimleri olduğunu tartışmaktır. Varlıkları soyup soğana çeviren yatırım bankacılarının, işçilerin inşa ettiği fabrikaları düşük ücret bölgelerine taşıyan sanayicilerin ve ekonomik rant için patent ve lisansları kullanan teknoloji ‘öncülerinin’ durumları, tüm bunları yapmak için ne demokratik rızanın verilmesi, ne de bu rızanın aranması anlamında, sistematik olarak ‘otoriterdir’.”

Finansal kapitalizmi reddetmek ve özne olma duygusunu yeniden sahiplenerek etik hayal gücünün öncülerini destekleme amacıyla insanları ikna etmek için verilecek mücadeleye hevesli bir politikanın merkezinde duracak bir eğitimi benimsemek, toplumsal meselelerle ilgilenirken, riskler alırken ve kamusal gerçekliğe sızmış ve normalleşmeye başlamış yıkıcı anlatıya karşı çıkarken, bu öncülerin öğrendiklerinin birbiriyle bağlantısını kurmak için geniş bir toplumsal hareket yaratma zamanıdır. Adaletsizlik karşısındaki her tatminsizlik, ahlaki tanıklığın bizden talep ettiklerini, iknanın pedagojik gücü ve kurtuluş yolundaki görevlere işaret eden bir çağrıyla birleştirmeyi gerektirir. Faşist politikaların normalleştirilmesini bozacak, ırkçı, cinsiyetçi ve neoliberal tutuculuğa karşı çıkacak bireylere ve toplumsal hareketlere ihtiyacımız var. Robin D. G. Kelley’in[7] gözlemlediği gibi, katarsis ile devrim için duyulan anlık öfkeyi karıştıramayız. Yükselen tiranlık döneminde, direniş, bir eylem çağrısı olarak kullanılabilirliğini kaybetmiş gibi görünüyor.

Örneğin, roman yazarı Teju Cole[8], “‘Direniş’ yeniden moda oldu, ama şimdi daha farklı bir şeyi tarif ediyor. Kutsal kelime istisnasız kullanılan bir hale geldi. Vulgar, manik ve zalim bir rejimle karşılaşıldığında, beş benzemez her renkten kesimler kendilerini ‘Direniş’in bir üyesi ilan etmeye heveslidirler. Şehrin en popüler oyunu odur çünkü artık” diye açıklıyor bunu. Cole’un eleştirisi, Madeline Albright, Hillary Clinton ve hatta eski ulusal istihbarat direktörü James Clapper gibi en aşağılık liberal ve muhafazakar politikacıların şimdi Trump’ın faşist politikalarına karşı direnişe katıldıklarını açıklamış olmaları gerçeğinden kaynaklanıyor.

Eski NSA şefi ve George W. Bush döneminde CIA direktörü Michael Hayden bile, Trump’ı bir proto-faşist olarak lanetleyerek, Albright ve Clinton’ın saflarına katıldı. Hayden New York Times’ta yazdığı makalesinde[9], Trump’ı seri bir yalancı olmakla acımasızca suçlarken, meşhur tarihçi Timothy Snyder’in Trump rejimine referansla “Post-truth pre-faşizmdir” şeklinde ifade ettiği sözünden de alıntı yapmaktaydı. Buradaki ironiyi gözden kaçırmak zor. Hayden, Bush’un Ulusal Güvenlik Ajansı’nın yasadışı ve izinsiz dinleme programını yürütmekle kalmamış, aynı zamanda onun Afganistan ve Irak’ta işkence uygulamalarındaki rolü hakkında tekrar tekrar yalan söylemişti.

Bu banal direniş tsunamisi, Trump’ın yakın çevresinden meçhul birinin, kendisinin diğer tecrübeli yetkililerle birlikte “Trump yönetimine karşı direnişin” bir parçası olduklarını iddia ettiği imzasız bir açık mektubu[10] New York Times’ta yayınlamasıyla şaha kalkmıştı. Yazar, yazısındaki bu direnişin “solun halk ‘direnişiyle’” bir alakasının olmadığını ısrarla ifade etmekte gecikmemişti. İddiasını kanıtlamak için yazar, bu iç direnişin üyelerinin Trump’ın “etkin piyasalaştırma, tarihsel vergi reformu, daha güçlü ordu gibi” bazı politikalarını desteklediklerini de not etmişti. Direnişi bu tür gerici politikaların savunusuyla bir araya getirmek, komedi şovlarına malzeme olarak okunabilir.

Demokrat Parti, şu an kendini Trump’ın faşist politikalarına karşı en güçlü politik kuvvet olarak tanımlıyor. Unuttukları ise, Clinton ve Obama başkanlıklarında, Trump’ın 2016’da seçilmesini sağlayan ekonomik, politik ve toplumsal koşulların yaratılmasında oynadıkları roldür. Bu tür bir tarihsel ve politik hafıza kaybı, şimdi bir direniş partisi oldukları sahte savını yapmalarına olanak sağlıyor. Bu örneklerdeki direnişin, cesaretle, insan onurunun savunulmasıyla ve yaşanan adaletsizliklere sadece tanık olmakla yetinmeyip onların üstesinden gelmek için mücadele etme arzusuyla hiçbir ilgisi yoktur. Tabii ki mesele, direnişi inkar etmek olmadığı gibi, esasen, onu kapitalizmin kendisini yıkmaya çağıran köklü bir değişimden ayırmayan bir yeniden tanımlama yapmaktır.

Neoliberal faşizme direniş çağrıları sevinçle karşılanırken, bunların faşizmin yaratılmasına yardım eden ırkçı, ekonomik, dinsel ve eğitimle ilgili güçlerin ortaya çıkmasında katkısı olan bireyler ve ideolojik kuvvetlerle aynı çizgide yer alıp almadığı sorgulanmalıdır. Direniş için yapılan bu çağrıların ortak noktası, Trump’ı yaratan koşullara karşı çıkmaktan çok, Trump’a muhalefet etmektir. Trump’ın seçilmiş olması ve Kavanaugh meselesi, ihtiyaç duyulan şeyin, sadece yerleşik neoliberal kapitalist düzene karşı direniş değil, aynı zamanda toplumun kendisinin radikal bir yeniden inşası[11] olduğunu açıkça göstermiştir. Yani, farklı biçimlerdeki baskıya karşı direniş değil, ama bu baskıyı aşmakla ilgili, kısacası değişimle ilgili.

Anayasayı küstahça umursamazlıkları, dile getirilen kadın nefreti ve beyaz ayrıcalığı ile bunların iktidarının sembolik bir ifadesi olarak benimsenişi nedeniyle Kavanaugh duruşmalarını lanetlemek kritik bir önemdeyse de, eleştirimizi Kavanaugh’un atanabilmesini mümkün kılan sistemi içerecek şekilde genişletmemiz gerekir. Kavanaugh sadece kökleşmiş kadın düşmanlığının bir temsili değildir, Grace Lee Boggs’un ifade ettiği üzere, önümüzdeki şey “şirketler iktidarının, şirketler iktidarı tarafından ve şirketler iktidarı için kurulmuş bir hükümetidir”. Devletin desteklediği ve iktidar gölgesine saklanan terörü, öngörülemeyenin terörünü anlamak için sokakta gösteri yapan beyaz milliyetçiler ve neo-Nazilerin ötesine bakmalıyız.

Bu tür bir mücadele, maddi iktidar ilişkilerine veya neoliberal faşizmin ekonomik mimarisine hücum etmenin ötesinde bir anlama gelir. Yeni türde bir demokratik sosyalist politikanın temeli olarak, yeni türde bir öznelliğin koşullarını yeniden düşünmek ve yaratmak için gerekli araçları ve taktikleri üretmenin getireceği zorlukları da üstlenmek demektir. Tekil amaçları olan hareketleri bir araya getirecek kapsamlı bir politikaya ihtiyacımız var, böylece onları birbirine tutturan bağlar, onların tekilliklerini tanımlayan özgün baskı biçimleriyle eşit derecede bir önem kazanır. Dahası, açıklık ve erişilebilirlikle entelektüel karmaşıklığı birleştirmeye, ikna etme sürecine harcanacak o yüksek riskli yatırımı benimsemek ve dili adalet için bastıran mücadelelerle uyumlu tutmayı başaran Rob Nixon’un “aydınlığın kurnazlığı” ve “metodolojik bir gelişigüzellik” olarak ifade ettiği şekilde konuşmak ve teorize etmek üzere disiplinler arası sınırları aşan istekli entelektüellere ihtiyacımız var.

Trump, her tür politik, toplumsal ve etik sorumluluktan sıyrılmış ekonomik bir sistem altında genişleyen şiddetli antidemokratik tehditleri gün yüzüne çıkardı. Bir zamanlar tekrar etmesi imkansız görülen, Avrupa’daki 1930’lar ve ‘40’ların soykırımcı pratiklerinin ve nefret dolu politikalarının parametrelerini yeniden çizen ve genişleten neoliberal faşizmin bir biçimidir bu. Tehdit geri döndü ve şimdi kapımızın eşiğinde. Adlandırılmayı, ifşa edilmeyi ve kafayı çevirmenin ve örgütlü politik ve pedagojik mücadeleler yürütmemenin bedelinin çok daha yüksek olacağına inananlar tarafından aşılmayı bekliyor.

(...)

Kumarhane kapitalizmi, hayal gücünde ölü alanlar ile George Orwell’in bile hayal edemeyeceği devasa çaresizlik ekosistemleri yaratırken, demokratik bir gelecek olasılıklarına karşı yılmaz bir savaş yürüten gayriahlaki zombilerden oluşan kana susamış bir sınıfı da yaratan toksindir.

Toplumsal erdemlerin, toplumsal sorumluluğun ve bunları destekleyecek kurumların -yeni bir toplumsal hayal gücünün, yenilenmiş bir toplumsal özne olma algısının ve öngörüsüyle, örgütüyle ve gezegenin üzerine çöken neoliberal kabusa meydan okuyacak bir dizi stratejisiyle tutkulu enternasyonal bir toplumsal hareketin canlandırılmasında ve güçlendirilmesinde- merkezi bir rol oynayacağı politik bir dilin geliştirilme zamanı gelmiştir. Böyle bir strateji, radikal hayal gücünü ve kapitalizmsiz ve baskısız bir geleceği düşünme görevini canlandırmak, bilinçli hüküm, etik sorumluluklar ve medeni cesaret için gereken kapasiteyi harekete geçirecek alternatif bir anlatı, hafıza ve tarih sunan kapsamlı bir eğitim programı hazırlamak ve yeni bir ilerici ve sosyalist politik yapının oluşumu için yeni bir tartışmanın yürütüleceği o alternatif kamusal alanları yaratmak zorundadır. Karl Marx’ın dediği gibi, zincirlerimizden başka kaybedecek hiçbir şeyimiz yok.

Dipnotlar

* Henry A. Giroux, McMaster Üniversitesi’nde eleştirel pedagoji bölümünde görevli olup, “kamusal yarar” üzerine çalışmalar yapmakta ve Paulo Freire ekolünü izlemektedir. Ayrıca “Amerika Kendisiyle Savaşta”, “Yeni Otoriterizm Çağında Tehlikeli Düşünüş” ve “Amerikan Kabusu: Faşizmin Meydan Okuyuşuyla Yüzleşmek” gibi pek çok kitabın yazarıdır. Giroux’un 12 Ekim 2018 tarihli bu yazısı, Ivana Benario tarafından Türkçeye çevrilmiş ve dergimiz tarafından kısaltılmıştır. (Yazının orijinali için bkz. https://www.truthdig.com/articles/trump-kavanaugh-and-the-path-to-neoliberal-fascism/)

[1] https://www.nytimes.com/2018/06/11/opinion/trump-border-migrants-separation.html

[2] https://www.washingtonpost.com/energy-environment/2018/10/08/world-has-only-years-get-climate-change-under-control-un-scientists-say/

[3] https://chicago.suntimes.com/opinion/brett-kavanaugh-racism-criminal-justice-senate/

[4] https://www.nybooks.com/articles/2018/10/25/suffocation-of-democracy/

[5] http://robertreich.org/post/140705539195

[6] https://www.counterpunch.org/2018/09/17/american-fascism/

[7] https://bostonreview.net/race-literature-culture/robin-d-g-kelley-sorry-not-sorry

[8] https://www.nytimes.com/2018/09/08/magazine/teju-cole-resistance-op-ed-resist-refuse.html

[9] https://www.nytimes.com/2018/04/28/opinion/sunday/the-end-of-intelligence.html

[10] https://www.nytimes.com/2018/09/05/opinion/trump-white-house-anonymous-resistance.html?

[11] https://www.nytimes.com/2018/09/21/opinion/sunday/resistance-kavanaugh-trump-protest.html

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi