Venezuela Yol Ayrımında

Venezuela, uluslararası gündemde uzun süredir yitirdiği yerini, sağ-faşist bloğun tırmandırdığı karşıdevrimci şiddet ve Nicolas Maduro yönetiminin Kurucu Meclis seçimleri çağrısıyla geri aldı. Venezuela üzerine ateşli bir tartışma bütün ülkelerin sosyalist çevrelerini yeniden sardı.

Chavez'in ölümünün ardından, kurucu liderinin karizmasından ve önderlik yeteneğinden yoksun kalan Bolivarcı hareket, dünya petrol fiyatlarının % 65 oranında düşmesinin[1] ardından ise ekonomiyi yönetmekte ciddi anlamda zorlanmaya başladı. Buna ABD ve Venezuela tekellerinin ekonomik sabotajları eklenince, küçük burjuvaziyi Bolivarcı hükümete karşı kışkırtan, emekçi-yoksul kitleleri ise hükümete yabancılaştırıp siyasete ilgisizleştiren bir ekonomik süreç yaşandı. ABD ve tekeller, bu sürecin belli bir anında, 2015 Ulusal Meclis seçimlerinde büyük bir inisiyatif ele geçirdiler. Meclis'in neredeyse 2/3'ünü ele geçiren burjuva muhalefeti, başkanlığı da alabilmek için hızla erken seçime gidilmesi talebini yükseltti. Oysa başkanlık seçimleri, daha iki yıl önce yapılmıştı. Maduro'nun bu şartlarda erken seçime gitmek için hiçbir gerekçesi olamazdı.

Caracas'ın zengin mahallelerinin (Çakao, Altamira, Hatillo vb.) günler boyunca barikatlarla kapatıldığı, otobanların kesildiği, yanlışlıkla oradan geçen Bolivarcı siyah yoksulların diri diri yakılarak katledildiği büyük bir şiddet dalgasıyla, adım adım erken seçim dayatıldı hükümete. Bolivarcı hareketin sokak gücünün gerilediği, sokakların faşistlerce işgal edildiği bir süreç yaşandı.

Ancak Maduro hükümeti, “gitti gidecek” denilirken, “beklenmedik” bir direnç gösterdi.

Öncelikle, ekonomide kısmi bir toparlanma sağladı. En azından temel yaşamsal ihtiyaçların tedarikinde burjuvazinin sabotajı kırıldı. Ardından ise, (dünyanın en demokratik anayasalarından birisi olan) Bolivarcı Anayasa'nın verdiği yetkiye dayanarak, Maduro, “ülkenin içinde bulunduğu krizden çıkarılması için” Kurucu Meclis seçimleri için çağrı yaptı.

Venezuela anayasasına göre, kurucu irade, seçimle göreve gelecek Kurucu Meclis'tir. (Md. 347) Devlet başkanının Kurucu Meclis'i göreve çağırma yetkisi vardır. (Md. 348) Ancak bir kez toplandığı zaman, Kurucu Meclis kararlarını veto etme yetkisi yoktur. (Md. 349)

Anayasal meşruiyeti tartışmasız olan bu çağrıya, sağ-faşist muhalefet “boykot” kararıyla yanıt verdi. Bu kararın arkasındaki etkenler hala aydınlatılmış değildir. Ülkede çoğunluk olduğunu iddia eden, 2015 seçimlerinde Ulusal Meclis'te neredeyse 2/3'lük çoğunluk elde etmiş bulunan, erken başkanlık seçimleri için çağrıda bulunan Demokratik Birlik Masası (MUD) güçleri, ne oldu da bir anda “boykot” kararı aldılar? Sanırız bunda Amerikan emperyalizminin ve MUD içindeki en faşist güçlerin zorlaması belirleyici oldu. Maduro'yu zor yoluyla devirmenin eşiğine gelmişken, neden Kurucu Meclis seçimleriyle oyalanacaklardı ki?

MUD, başlattığı karşı hamleyle, 16 Temmuz’da gayriresmi bir görevden alma referandumu düzenledi. Referandum, Venezuela Anayasası’nın 333. ve 350. maddelerine dayandırılarak, bir “sivil itaatsizlik eylemi” olarak gerçekleştirildi. Ülkenin dört yanında ve yurtdışında sandıklar kurularak, vatandaşlar oy vermeye çağrıldı. Referandumda sorulan sorular açıkça bir darbe çağrısı içeriyordu:

“Referandumsuz bir Kurucu Meclis'i reddediyor musunuz? Silahlı Kuvvetler'in 1999 Anayasası’nı ve Ulusal Meclis’i desteklemesini istiyor musunuz? Acil seçimler ve Milli Mutabakat Hükümeti talep ediyor musunuz?”

MUD yetkilileri, oylamaya 14 milyon yurttaşın katılacağını ve 16 Temmuz’un Maduro için sonun başlangıcı olacağını ilan etmişlerdi. Oysa 16 Temmuz oylamasına (muhalefetin kendi rakamlarına göre) 7.186.170 kişi katıldı. Bu rakamın doğrulanması ya da yanlışlanması mümkün değildir, zira hiçbir kurumun denetlemediği ve gayriresmi olarak yapılan bir sayım söz konusudur. Ama rakam doğru bile olsa, katılım MUD’un ilan ettiği hedefin yarısında kaldı. Böylece MUD’un darbe planı boşa düştü. Kurucu Meclis'in yolu açıldı.

Nihayet, Maduro'nun çağrısını yaptığı Kurucu Meclis seçimleri 30 Temmuz günü gerçekleştirildi. Bu seçimlerde, sağ-faşist bloğun tüm Venezuela'da oylamayı zorla engelleme, seçimleri yaptırmama çağrıları boşa düştü. Sandıkların % 97'sinde oy verme işlemi sorunsuz yaşandı. Özellikle zengin mahallelerinde sağcıların saldırıları sonucu kimi aksamalar oldu. Ne var ki, ülke genelinde, özellikle Kolombiya'dan getirtilen paramiliter gruplar eliyle silahlı şiddet eylemleri yaşandı. Bu eylemlerde 21 polis ve asker yaralandı. Olaylarda toplam can kaybı 11’i buldu. 30 Temmuz günü yaşananlar, Venezuela'da (1980'lerde Nikaragua'da yaşanan tipte) bir kontra savaşı olasılığına işaret etti.

Bütün bu karşıdevrimci şiddet ortamına rağmen, Venezuela'nın işçi-emekçi sınıfları o gün sandığa gittiler. 8 milyonu aşan katılım, Kurucu Meclis'e kan ve can verdi. Katılım oranı % 41,5 oldu. Muhalefetin bu orana dayanarak yürüttüğü “gayrimeşruluk” tartışması ise, iki nedenden ötürü fazlaca etkili olmadı. İlki, kendilerinin “boykot” tavrının izaha muhtaç olması, ikincisi ise, Venezuela'da başkanlık seçimleri dışında kalan seçimlere katılım oranlarının genelde % 50 dolayında seyretmesiydi. (Örneğin, bundan önceki Kurucu Meclis seçimleri için, 1999'da yapılan referanduma katılım, % 37,65 olmuştu.) Nihayet, 30 Temmuz'a katılım, MUD'un düzenlediği gayriresmi referanduma katılımdan 1 milyon daha fazlaydı. Neresinden bakılırsa bakılsın, sağ-faşist muhalefet bloğu net bir yenilgi almıştı. 2015'te, özel bir konjonktürde ellerine geçirdikleri yasama yetkilerini, yeniden ve neredeyse tümüyle Bolivarcı harekete kaptırmış oldular.

30 Temmuz Kurucu Meclisi'nin açılması, Venezuela'da emekçi sınıfların damgasını taşıyan yeni bir anayasanın yapılabileceği paniğine kapılan ABD'nin ve Latin Amerika gericiliğinin (Meksika, Kolombiya, Peru, Arjantin, Brezilya) saldırısıyla karşılandı. Trump yönetimi Venezuela aleyhinde ekonomik yaptırımlar açıkladı. Latin Amerika kapitalistlerinin örgütü MERCOSUR Venezuela'yı ihraç etti. Boykot kararı, sadece Venezuela tekelci muhalefetini değil, emperyalist sistemin bütününü vuran bir bumeranga dönüştü. Muhalefet bloğu bu sorun üzerinde halihazırda bölünmüş durumda. Bazı gruplar, gelecek yıl yapılacak yerel yönetim seçimlerine kaydolurken, bazıları boykot tavrını sürdürme eğiliminde.

Sivil-Asker Ortak Tatbikatı Ve Halk Silahlanması

Trump'ın açık askeri müdahale tehdidi, ekonomik yaptırım kararları, Venezuela'da Maduro yönetimini zayıflatmak yerine güçlendirmiş görünüyor. 6 Ağustos günü Valencia eyaletinin Paramacay kışlasında, bir zırhlı birliğin cephaneliğini ele geçirmeye çalışan 20 kişilik bir grubun yakalanması sağ-faşist muhalefetin ordu içindeki dayanaklarının zayıflığını açıkça sergileyen bir olay oldu. Bu saldırı için sadece tek bir asker, o da firari bir üsteğmen bulunabilmişti. Bir diğer asker, firari binbaşı Juan Caguaripano Scott aynı saatlerde halkı ve orduyu ayaklanmaya çağıran bir videoda görünüyordu. Caguaripano da çok geçmeden Caracas'ta yakalandı.

Ne var ki, Paramacay kışlasına yönelik saldırı, Trump'ın askeri müdahale tehditleriyle birlikte, Bolivarcı hükümeti alarma geçirdi.

Bu sürecin belki de devrimci bakımdan en anlamlı adımı, Maduro'nun çağrısıyla, ABD yaptırımlarına ve Trump'ın tehditlerine karşı, Bolivarcı Silahlı Kuvvetler'in halkla birlikte yürüttüğü sivil-askeri tatbikat oldu. 26-27 Ağustos'ta, iki gün boyunca, Bolivarcı Silahlı Kuvvetler'in neredeyse tümü (200.000 asker) ile halktan 700.000 sivil milisin katıldığı bir tatbikat yapıldı. Tatbikatın özü, sivillere temel askeri eğitimin verilmesiydi. 18-60 yaş arası tüm halkın davet edildiği tatbikatta özellikle emekçi kadınların katılımı öne çıktı. Varoşlarda, yoksul halk arasında silahlanma eğilimi de bu süreçte arttı. Tatbikatın ardından ABD'nin “silahlı müdahale” tehditlerinde belirgin bir gerileme yaşandı.

Petrolün Laneti

Gerçekte Maduro yönetiminin yüz yüze kaldığı ekonomik sorunlar, Chavez döneminden bakiyedir. 11 Nisan 2002 darbesi, Venezuela Petrol İşletmesi'ni (PDVSA) kimin kontrol edeceği sorunu üzerinden patlak vermişti. Darbenin püskürtülmesiyle, Venezuela'da politik iktidar bir sınıftan diğerine geçti. Tekelci burjuvazi siyasi iktidarı kaybetti. Onun yerini, orta burjuvazinin liderliğinde bir halk bloğu aldı. Ne var ki, iktidar değişimi burjuva sınıflar arasında gerçekleştiği için, ne mevcut burjuva devleti yıkıldı, ne de kapitalist sistemin temellerine dokunuldu. Venezuela, bir yandan, işçi sınıfı ve ezilenler için politik özgürlüğün kazanıldığı, dünyanın en özgür ülkesi haline geldi. Ama diğer yandan, “Bolivarcı Devrim”in “sosyalizm” yönündeki söylemleri ve iddiaları hep havada kaldı. Yönetici sınıfın karakterine uygun olarak, Venezuela'da 2002 sonrası dönemde, ulusal (devlet) kapitalizmi politikaları hakim oldu. Venezuela'nın zengin petrol kaynakları, Bolivarcı hükümetin tekellere rağmen siyasi iktidarı elinde tutmasına olanak sağladı.

Hugo Chavez, kendisini hiçbir zaman bir marksist olarak tanımladı. Onun sosyalizmi, marksist bilimsel sosyalizme aykırı olarak, Hristiyan-halkçı-sosyalizm oldu. Özel sektöre dokunulmayacak, petrol gelirleri sayesinde bir devlet sanayisi kurularak, sosyalizme böyle geçilecekti.

Chavez, 2007'de, "Karl Marx'ın hayal ettiğinden çok farklı bir sosyalist modeli 21. yüzyılda inşa etmeye kararlıyız. Bu bizim modelimizdir ve petrol zenginliğimize dayanır. Petrol etkinliği, bizim ekonomik modelimize özgüdür"[2] diyordu. Chavez'in "petrol sosyalizmi", devletin petrol zenginliğine dayanarak, özel sektörle çatışmadan sosyalizmin inşa edilebileceğini, Marx'ın bu noktada "aşılacağını" öngörüyordu. Ne var ki, dünya petrol fiyatlarının düşüşüyle birlikte, Marx bir kez daha haklı çıktı. Petrol gelirleri kıtlaştıkça, Venezuela tekelci sermayesiyle Bolivarcı hükümet arasındaki çatışma tırmandı. Sosyal programları koruyan, işçi ücretlerini enflasyon karşısında ezdirmeyen Maduro hükümeti tekelci sermayenin boy hedefi haline geldi.

“Petrolün laneti” diye bir şey vardır. Petrol ülkeleri, istisnalar hariç, genelde üretken bir ekonomiye sahip değillerdir. Bu ülkelerde devlet, ekonomik gelirlerin başlıca dağıtıcısı haline gelir ve toplum üretken dinamiklerini yitirerek devletten beslenen bir organizma haline gelip yozlaşır. Herhalde “petrolün laneti”nin dünyadaki en çarpıcı örneği, feodal ağaların, petrolün keşfiyle birlikte, bir gecede petrol ağalarına dönüştüğü Suudi Arabistan'dır.

Chavez öncesi Venezuela, tarımı bitirilmiş, petrol dışı sanayisi önemsiz düzeyde bir ülkeydi. Venezuela, petrol satarak dünyadan ihtiyaçlarını temin eden bir ekonomiye sahipti. Petrol gelirleri ise ağırlıkla tekeller tarafından yağmalanıyordu. Chavez, bu akışın yönünü değiştirdi. Bugün Venezuela, bütçesinin % 74'ünü sosyal harcamalara ayıran bir ülkedir. Ne var ki, petrolcü ekonomik yapı fazlaca değişmeden kaldı.[3]

Boliburjuvazi İle Sosyalizm Olmaz

Chavez döneminde, kimi stratejik işletmelerin (tazminat ödenerek) ulusallaştırılması, tarımda şehirden göç edecek insanlara bedelsiz toprak verilerek kooperatifler kurulması, şehirlerde küçük ölçekli kooperatif ekonomisinin desteklenmesi, Çin'le ortak “sosyalist fabrikalar” kurulması[4] gibi projeler, toplamda üretken bir ekonomi yaratmaya yetmedi.

2007 referandumunda Chavez'in sunduğu, Komünal Meclisleri güçlendiren öneri, bizzat Bolivarcı hareketin içindeki burjuvazinin (Boliburjuvazi) direnci sonucu kabul edilmedi.[5]

Özel mülkiyetlerine dokunulmayan tekelci kapitalistler, siyasi iktidardan yoksun oldukları halde, ekonomik iktidarı ellerinde tutmaya geniş ölçüde devam ettiler. Bolivarcıların Venezuela kapitalizminin kimi çürümüş öğelerini temizlemelerinden de faydalanarak ekonomideki ağırlıklarını artırdılar. Venezuela GSYH'sında özel sektörün payı 1998'de % 64,7'den 2008'de % 70,9'a çıktı. Dolayısıyla, bütün önlemlere karşın, kamu sektörünün payı da, aynı dönemde % 34,8'den % 29,1'e düştü.[6] 2015 itibarıyla bu oran % 66 özel, % 34 kamu sektörü şeklindedir. Venezuela özel sektöründe kâr oranları, (1999'da % 11'den) 2008 yılında % 22'ye çıkarak tarihsel bir rekor kırmıştır.[7]

Yani Venezuela ekonomisi, 19 yıllık Bolivarcı sürecin ardından, halen, esasen özel kapitalist sektörün hakimiyeti altındadır. Gıda üretimi, örneğin, neredeyse tümüyle tek bir tekelin, Polar grubunun egemenliği altındadır. Bu şirket tek başına, mısır unu sektörünün % 49'unu elinde tutmaktadır. Grubun başkanı, Lorenzo Mendoza, Forbes'in dünyanın en zengin 500 kişisi listesindedir.

Böyle bir ekonomi altında, burjuvaziyle mücadele edilmeksizin, sosyalist bir ekonomi inşa edileceğini öne sürmek ham hayalden ibarettir. “Bolivarcı Devrim”in emekçi, yoksul kitleler için inandırıcılığını yitirmesinin temel sebebi de budur.

Venezuela'da esas mesele, Bolivarcı hareketin sınıf uzlaşması stratejisini ne kadar sürdüreceğinde yatıyor. Zira Chavez zamanından bu yana, sürekli yatıştırma taktiği izlenen büyük sermaye grupları, buldukları her fırsatta, demokratik halkçı rejimi devirmek için her türlü girişimden sakınmıyor. Maduro hükümeti, 30 Temmuz'un ardından, halen, sağ-faşist muhalefetle bağı olmayan, Bolivarcı süreci destekleyecek sermaye grupları arayışını sürdürüyor. Venezuela'nın içine hapsolduğu çember, ya kapitalist yönde ya da sosyalist yönde, mutlaka kırılmak zorundadır. Kapitalizmin küresel krizi, Amerikan emperyalizminin artan saldırganlığı, bu tercihi çok daha keskin hale getirmektedir. Tarımı yeniden inşa etmekte, üretken bir ekonomiyi kurmakta mesafe kat etmenin yegane yolunun asalak burjuvaziyle mücadele olduğu bugün artık açıktır.

Fakat, bizzat kendisi de özgün bir burjuva tabakasıyla, giderek yaygınlaşan bir kavramla, Boliburjuvaziyle kaynaşmış olan Bolivarcı hükümet bunu nasıl başarabilecektir? Maduro'nun kendisi, eşi ve çevresi bunca zenginleşmişken, Chavez'in ailesi emlak zengini haline gelmişken, Bolivarcı işadamları multimilyonerlere dönüşürken, böyle bir gruptan sosyalizme doğru bir hamle beklenebilir mi? Ki Nicolas Maduro, Bolivarcı hareketin, nispeten emekçilerle daha bağlı bir unsurudur, bu hareket içinde Diosdado Cabello[8] gibi, doğrudan orta burjuvaziyi temsil eden etkin unsurlar da mevcuttur.

Chavez döneminden bu yana, “işadamı”, “partili” ve “subay” kökenli Boliburjuvaların Miami'deki milyon dolarlık yazlıkları, özel uçakları, at haraları, lüks arabaları, dolar cinsinden servetleri dillere destan olmuştur. Miami'nin alışveriş merkezlerinde yaptıkları sosyetik alışverişler (altın kapaklı iPhone'lar vb.) Amerikan medyasında alay konusu olmaktadır.

Üretim tarzı kapitalist kaldığından, Bolivarcı hükümetin yaptığı da, tekeller dışında, kendisine bağlı bir burjuva grubu oluşturmaktan ibaret kalmaktadır. Bu grup, ülkedeki kimi kısıtlamalardan (örneğin döviz kısıtlamaları) muaf tutulmakta, kısa sürede büyük servetler biriktirmektedir. Devletin petrol kaynakları üzerindeki tekeline dayanan bu grup, asalak bir burjuva katman meydana getirmektedir. Sosyalizm söyleminin altını boşaltan bu durum, hem emekçi kitlelerde siyasi kayıtsızlık üretmekte, hem de burjuva sağ-faşist hareketlere büyük bir propaganda malzemesi sunmaktadır.

Maduro ilk göreve başladığında, “ülkede bir Boliburjuvazi olup olmadığını derinlemesine araştıracağını” (Mayıs 2013) söylese de, bu araştırmasından ne sonuç çıktığını bilemiyoruz. Pratikte, Boliburjuvazi dünkü yerinde durmaktadır. Sosyalizmin emekçilerden yana bir hükümet biçimi değil, kapitalist üretim tarzının ortadan kaldırılması olduğu, Venezuela deneyimiyle bir kez daha görülüyor. Sosyalist bir devrim, sermaye ilişkisine dokunulmaksızın, mümkün değildir. Ülkede kapitalizm hüküm sürerken, belli sayıda devlet işletmesinin inşa edilmesi sosyalizm değildir. Bu ancak, ülkedeki kapitalist sisteme entegre olması kaçınılmaz bir devlet kapitalizmi sektörünü yaratır.

Anlaşılan bir dönem daha, Venezuela, ulusal devlet kapitalizmi ve onun üzerinde yükselen Boliburjuvazi ile uluslararası sermaye ve onun yerli işbirlikçileri arasında salınacak. Fabrikalarda, sosyalist sendikalarda, mahallelerde-ilçelerde Komünal Konseyler etrafında birleşen ve en ağır şartlarda toplumsal dayanışmayı geliştirmeyi başaran Venezuela işçi sınıfı ve ezilenleri, sosyalist bir ekonomi yönünde kalıcı ve sonuç alıcı hamleler yerine MUD'la uzlaşma çabaları, ABD'ye ve tekellere verilen tavizler görecekler.

Kısa vadede görünen o ki, üretken bir ekonomi kurmak Kurucu Meclis'in öncelikli görevi ilan edilse de, kapitalist üretim ilişkilerine fazlaca dokunulmayacak, kapitalist üretim tarzı sürgit devam edecek. Maduro'nun yenik MUD'la başlattığı “diyaloglar” sağcılara yaşam öpücüğü verecek. Maduro, bir süre daha umutsuzca, “sadık burjuvalar” arayacak. Bolivarcı ekonomi politikalarından yararlanan işçi-emekçi-yoksul kitleler hükümete destek vermeye devam edecek. Ama diğer yandan, % 700'lere varan enflasyon ve bunu yaratan burjuva ekonomik sabotaj da devam edecek.

Yarım kalmışlığı, söylemiyle eylemi arasındaki açı farkı geçici değil kalıcı bir özellik haline gelen “Bolivarcı Devrim” yerinde saydıkça, sermaye oligarşisi ve ABD'nin yeni bir saldırı için güç ve imkan toplaması her zaman mümkün olacaktır.

Dipnotlar

[1] Ham petrol fiyatları (varil) 2008'de 117 dolardan, 2015'te 41 dolara düştü. Varil fiyatı OPEC ülkelerinin ortak hareket etmesinin ardından kısmen artarak 2016'da 47 dolara, bugün ise 50 dolara çıktı.

[2] https://www.aporrea.org/actualidad/n98719.html

[3] Bolivarcı dönemde petrol dışı üretimde belli bir artış sağlandığını da yadsımıyoruz. 2015 itibarıyla, Venezuela GSYH'sının % 84'ü petrol dışı sektörlerden geliyordu, ki bu oran 1998 öncesine göre bir hayli yüksekti. Ama ülke ihracatının % 90'ı halen petrolden oluşmaktadır. İlgilenenler için, linkte, petrol dışı üretimin gelişimine dair tablo da mevcut. Veriler: Pascualina Curcio, Mitos sobre la economía venezolana (I), ALBA TV, Kaynak: http://www.albatv.org/Mitos-sobre-la-economia-venezolana.html

[4] 2007 yılında yaptığımız sohbette, “200 sosyalist fabrika” projesinde çalışan bir sosyalist mühendis, Çinlilerin bu yatırım için ilk şartlarının işçilerin sendikasızlığı ve iş saatlerinin uzunluğu olduğunu anlatmıştı.

[5] Ki bu anayasa pakedi, güvencesiz işçilere sosyal haklar tanınması, merkez bankası özerkliğine son verilmesi, geniş toprak mülkiyetine sınırlama getirilmesi, yerel yönetimlerde Komünal Konseylere yetki verilmesi, iş haftasının 44 saatten 36 saate indirilmesi, iş gününün 8 saatten 6 saate düşürülmesi, oy verme yaşının 18'den 16'ya indirilmesi, cinsel yönelimlere yönelik ayrımcılığın yasaklanması gibi ileri düzenlemeler içeriyordu. Chavez'in kendi partisi referandum kampanyasını savsakladı, hatta yer yer antikomünist propaganda yapanlar oldu. Neticede Chavezci tabanın oy vermeye gitmemesi sonucu taslak az farkla reddedildi.

[6] Aktaran Eric Toussaint, The Venezuelan economy: In transition towards socialism?, Kaynak: http://www.cadtm.org/spip.php?page=imprimer&id_article=5756

[7] Pascualina Curcio, age.

[8] Bolivarcı sürecin başından beri pek çok farklı görev (genelkurmay başkanlığı, devlet başkanı yardımcılığı, meclis başkanlığı, Miranda valiliği, kamu işleri ve konut bakanlığı gibi) üstlenmiş olan Diosdado Cabello, şu anda Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi'nin (PSUV) ikinci başkanıdır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi